Geçen ayın son günlerinde Doğan Dikmen'in CRR'de verdiği konsere gittim. Dikmen'e, Akis Ensemble eşlik etti. 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Osmanlı/Saray müziğinin gayet sanatlı yapıtların icrasına da dayanan bir konserdi. Bu yapıtları bize bu kadar temiz bir icrayla sunduğu için kendisine müteşekkiriz. Ben Dikmen'i dinlemeye geç başladım. Fehmi Koru üstadımız onun yapıtlarından oluşan bir CD armağan etmişti. Andığım CD'deki birçok parçaya, büyük zevkler duyarak, defalarca kulak verdim. Hâlâ da 'tüketebilmiş' değilim. Osmanlı müziğinin az rastlanan, klasik yapıtlarını bulmak zor. O nedenle Dikmen'in tavizsiz çabası çok önemli. Dikmen, konserde parçaların arasında bazı açıklamalar, yorumlar ve değinilerde bulundu. Bir şey dikkatimi çekti. Program notlarında da aynı tavrı gördüğüm için daha sonra da üstünde düşündüm. Sorun, Dikmen'in ve daha birçok kişinin bu müziğe gösterilen, daha doğrusu gösterilmeyen ilgiden yakınması. Bu konudaki iki tavırdan birisi budur. Diğeri ise sürekli olarak Osmanlı müziğinin nasıl ve neden 'dünyanın en önemli' müziklerinden birisi olduğunu birbirimize anlatıp durmamızdır. Batılılar, dinledikleri zaman, bu müziğe şöyle hayran olmaktadır, gösterilen ilginin yoğunluğu şudur, türünden 'propaganda' laflarını birbirimize etmekten ayrı bir zevk alırız. Bu yaklaşımın altında, bir tür 'eziklik psikolojisi' görüyorum. Daha basit, bir tür 'dışlanmışlık sendromu'. Bu iki yaklaşım birbirini besleyip büyütüyor: Müziğimiz çok büyük bir kültürdür ama ilgimiz yetersizdir. Amenna, her iki yargı da doğrudur. Doğru olmasına doğru ama ben bu 'modelde' bir terslik, hiç değilse eksiklik hissediyorum. En azından bir konsere gelenlere bu türden bir yakınma o kadar doğru değil. İnsanlar, o müziği, o icracıyı önemseyerek gelmişlerse onlara ilginin azlığından yakınmanın anlamı ne? Onlar zaten ilgi duyanlar! İkincisi, önemli veya önemsiz, o kitle söz konusu müziği beğeniyor, seviyor. Ayrıca müziğin 'evrensel skala'daki yerini onlara duyurmanın amacı ne olabilir?
KÜLTÜR POLİTİKALARINA ELEŞTİRİ
Öyle sanıyorum ki, bu yakınmanın altında, Cumhuriyet dönemindeki kültür politikalarına dönük bir eleştiri var. Yanlış değil, Cumhuriyetin erken dönemi, Osmanlıya ait her şeyden bizi çekip, kopardı. Osmanlı müziğini radyolardan yasaklamaya, 'müzik devrimi' yapmaya kadar vardırdı işi. Sadece müzik değil, Divan Edebiyatı da kötülendi. Okullarda Latince, Yunanca öğretelim dendi ama Osmanlıcayı müfredata eklemek akıllara gelmedi. Şimdi Osmanlı müziğiyle uğraşanlar, tanık oldukları yetersiz ilgiyi, bilinçaltlarında bu tarihi saklı tutarak, irdeliyorlar. Ama sorun sadece Cumhuriyet dönemiyle sınırlı değildir. Öyle düşünmek yanılmaktır. Bu müzik ve kültür III. Selim'den başlayarak değişti. Kendisi büyük bir bestekardı ve yanında Tanburi İzak, Dede Efendi, Şakir Ağa, Emin Ağa vardı. Münferit büyük besteciler devam ettilerse de büyük formlar ve klasik anlayış Dellalzade ile bitti. Dede Efendi 1846'da vefat etti, Dellalzade 1869'da, Zekai Dede 1897'de, o seviyede olmayan Tanburi Ali Efendi 1902'de. Daha o tarihlerde bu müzik 'terk' edilmemiş miydi? Saray, İtalya'dan besteci çağırıyordu. Operetler oynanıyor, Batı müziği tarzında besteler yapılıyordu. Dede Efendi bile 'yine bir gülnihal'i, 'ey büt-i nev eda'yı besteliyordu.
BATILILAŞMA YARILMASI
Hiç şüphesiz hakim ideolojinin müziği bu müzikti ve gene hakim ideolojinin özü olan dinsellikle/İslamiyetle bu müzik iç içeydi. Yaşadığı kadarını da bu kaynaklar besliyordu. Bayram tekbirleri, naatlar, savtlar, salatlar ortak hafızanın oluşumuna destek oluyordu. Ama 20. yüzyılın başında, o derecede güçlü, etkili, parlak yapıtlar olsa da iş şarkılara kadar gelmişti ve bu diğerleriyle mukayese edilemeyecek kadar küçük bir formdu. Hayatın hızı daha fazlasına izin vermiyordu. Müzik sokağa inmişti, Enderundan çıkıp hayatın içine karışmıştı. (Aslında her dönemde eli hayatın içindeydi. Yağlıkçızadelerin, Kömürcüzadelerin, Hammamizadelerin, Dellalzadelerin ürettiği bir müzik nereye kadar mahalle, camia, cemaat ilişkisinden kopuk olabilir?...) Fakat artık kendi şartlarında oluşmuş bir 'sahne' söz konusuydu. O dönemde bile. Çok meraklı ve küçük bir camia dışında, klasik müziği kaç kişi dinliyordu? Bugün geriye dönük bir biçimde yakınmak bence anlamsız. Çünkü Osmanlı müziği bugün değil, daha dün tamamlanmıştı. Bu klasik Batı müziğinin de gerçeğidir. Beethoven 19. yüzyılda seçkinlere müzik yapıyordu, Copland ve Schoenberg'de 20. yüzyılda seçkinlere müzik yaptı. Orada belirli bir çekirdeğin metamorfoza uğramasına rağmen alttan alta devam eden sürekliliği olabilir. Ama Türkiye daha Osmanlı döneminde Batılılaşma denen büyük yarılmayla karşılaştı. Bu bir ikilikti. Üstelik sadece müziğe değil bütün kültürel üretime tekabül ediyordu. Mimaride, Sinan'dan Nusretiye Camii'ne ve nihayet Teşvikiye Camii'nin 'felaketine' gelinmişse bu 'dönüşümün' müzikte de bir yansıması olacaktı. Osmanlı müziği bugün bir icra müziğidir ve kültürel olarak sürdürülmesi gerekir. Dikmen hiç üzülmesin, gönül rahatlığıyla müziğini yapsın. Sayısı az da olsa dinleyicileri onu ilgiyle, takdir ve hayranlıkla izleyecektir.