1 Kasım seçim sonuçlarını birçok açıdan değerlendirmek mümkün. Ama en başta, bu halkın hakkını teslim etmek gerekiyor. Sağduyusu ve ferasetiyle yeni bir tarih yazdı. Ve öyle kılı kırk yaran bir sonuca yol açtı ki, mangalda kül bırakmayan akademisyenlere, araştırma şirketlerine ve siyasete ayar vermek isteyen siyaset mühendislerine en büyük dersi verdi.
Aslında bunu 14 Mayıs 1950'den beri hep yaptı. Ne zaman ülke zor bir dönemece girse, kritik bir seçim yapsa, halk sahneye çıkıp son sözünü söyledi. Siyaseti itibarsızlaştıran darbelere, kuşatmalara, algı operasyonlarına hep meydan okudu.
1 Kasım'da yaptığı da bundan farklı değildi. Bu kez, eski Türkiye'yi temsil eden güçlerin, Gezi kalkışmasından bu yana süren, paralel darbelerine, PKK ve DAİŞ'in terör saldırılarına, yurtdışından yükselen kuşatmalara, medya üzerinden yürütülen algı operasyonlarına ve bunlar arasındaki kirli ittifaklara sokağa değil sandığa dökülerek meydan okudu. Ve hepsini onların deyimiyle "çok güzel salladı."
Kuşkusuz bu sonucun ortaya çıkması bir tesadüf değildi. Bunda en büyük pay sahibi, saldırıların hedefinde olan "güçlü ve sahici" liderliğiyle önü kesilmek istenen Cumhurbaşkanı Erdoğan'dı.
Toplum, bu saldırıları fark ettiği için AK Parti'ye yöneldi. Tabii AK Parti'nin lideri Başbakan Ahmet Davutoğlu ve teşkilatları da 7 Haziran'ın mesajını doğru okuduğu ve kendisini yenilediği için herkesi şaşırtan bir sonuç ortaya çıktı. Böylece AK Parti'nin 13 yılda yaptığı "sessiz devrimler" 1 Kasım'da "milyonların sivil devrimi"yle taçlandı.
Bu sonuçlar daha çok tartışılacak ve bundan sonraki siyasi sürecin de belirleyicisi olacak. Ama şu gerçeğin altı bir kez daha çizilmeli. 7 Haziran sonrası, iki milliyetçi partinin, MHP ve HDP'nin oy kaybedeceğini birkaç kez yazmıştım. Öyle de oldu. Ama çıkan sonuçların siyaset bilimi açısından incelemeye değer bir yanı var. Çünkü iki partiden ayrılanlar, CHP'ye veya başka bir partiye değil, AK Parti'ye gitti. Yani Türk ve Kürt milliyetçileri AK Parti'de buluştu. Bu da AK Parti'nin tek Türkiye partisi olduğunu bir kez daha gösterdi.
Elbette yeni bir başlangıç yapan AK Parti'den çok şey bekleniyor ve nasıl bir siyaset izleyeceği merak ediliyor. Başbakan Davutoğlu, seçim gecesi yaptığı balkon konuşmasında bunun ipucunu "kucaklayıcılık" olarak verdi.
Muhalefet sendromu
Ama Türkiye'deki asıl sorun, iktidarın değil, muhalefetin dili. Muhalefet partilerinin bu sonuçlardan nasıl bir ders çıkartacağı çok daha önemli. Çok yazdım, uzun yıllardır Türkiye'de bir muhalefet sorunu var. 7 Haziran'da toplum özellikle "çözüm süreci" nedeniyle HDP'ye siyaset yapması için oy verdi ama HDP bu şansı kötüye kullandı. Aynı şeyi MHP de yaptı.
1 Kasım'daki açık seçim sonucuna rağmen ne yazık ki muhalefet partilerinin yaklaşımı değişmedi. Ne yerinde sayan CHP yönetimi, ne de ciddi oy kaybeden MHP ve HDP yöneticileri, sonuçtan bir ders çıkarttıklarına dair kamuoyuna bir işaret verdi.
Kutuplaşmanın ve ötekileştirmenin asıl nedeni de bu. Seçimde ağır yenilgi almalarına rağmen hem MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hem de HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş aynı ötekileştirici siyaset dilini kullanmaya devam ediyor.
Türkiye demokrasisinin asıl sorunu siyaset üretmeyen bu muhalefet aklı. Önümüzdeki süreçte bunu daha çok tartışacağız.