PKK, halk savaşına destek bulamayınca çareyi 90'larda alıştığı katliamcı terör yöntemlerine başvurmakta buldu. Dağlıca'daki askeri birliğe kurulan bombalı pusu, tam da bu sıkışmanın ve çılgınlığın bir sonucu. Bu saldırı, milyonların yüreğini yaktı ama aynı zamanda şiddete karşı da güçlü tepki verilmesi gerektiğini ortaya koydu.
Tabii bu kirli çatışmadan medet umanlar da var. Başını da medya ve siyaset çekiyor. Önceki gece Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarını çarpıtan Hürriyet'in yaklaşımı ibretlikti. Ertuğrul Özkök'ün nasıl kötü tohumlar ektiğini, Hürriyet'in gazetecilikle ideolojik saplantıyı nasıl birbirine karıştırdığını bir kez daha gördük. Gazeteciliği bu kadar alçaltan başka bir örnek herhalde medya tarihinde pek olmadı.
Bu yaklaşımın siyasi uzantısını ise HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın açıklamalarında gördük. Kandil karşısında siyasi irade koyamayan Demirtaş, yayınladığı tweette Dağlıca'daki katliamı cesurca kınayamadı bile. Korkuyla Dağlıca'da katledilen askerlerin yanına Cizreli çocukları da ekleyerek asıl katliamı yapan PKK'yi gizledi. Ve sıkılmadan "Dağlıca'da yitirdiğimiz kardeşlerimiz"den söz etti.
Peki, kardeşlerini kim katletti? Adı yok. Bırakın tavır koymayı, "Kardeşlerinin" katillerinin adını bile söyleyemeyen bir siyasetçi mi bu topraklara "barış" getirecek? PKK'nın yeniden terörü devreye sokması, HDP'nin de bu şiddeti görmezden gelmesi artık toplum tarafından sorgulanıyor.
Kürtler ne zaman dur diyecek?
Henüz tepkilerini güçlü biçimde koyamıyorlar ama bu koyamayacakları anlamına gelmez. Çözüm sürecinin getirdiği siyaset ortamını yaşamış toplum bu noktadan geriye gidemez. Özellikle Kürtler, siyasetin güç kazandığı bir dönemde, PKK'nın neden terörü devreye soktuğuna cevap bulmuş değil. Ama HDP yönetiminin algı operasyonlarına rağmen, sokaktan yükselen "Bu kimin savaşı?" sorusu önlenemiyor.
İnsanlar korkuyla susturuluyor. Aslında sadece bölgede değil, Türkiye'nin büyükşehirlerinde hatta AB ülkelerinde de benzer bir korku hâkim. Bu yüzden de Kürtler terör ve şiddetin hayatlarını esir almasına tepki duysa da seslerini çıkartamıyor. Ama içlerinde şiddeti tırmandıran Kandil'e karşı öfke birikiyor, sorular çoğalıyor. Bu yüzden ayaklanma çağrıları karşılık bulmuyor.
Bu sorgulamayı sadece vatandaş değil, PKK-HDP hattındaki siyasetçiler de yapıyor. Henüz kimse konuşacak cesareti bulmuş değil ama dipten gelen bu dalganın açığa çıkması uzun sürmeyecek. Avrupa'da Kürt siyasi hareketlerinin önde gelen isimleriyle buluşan bir Kürt siyasetçi şöyle diyor: "Orada önde gelen isimlerle konuştum. Kimse bu savaşın nedenini bilmiyor. PKK'nin kendi ayağına kurşun sıktığını söylediğimde de sesleri çıkmıyor. Garip bir kilitlenme var. Hepsi de şiddetle hak elde edilmeyeceğini iyi biliyor."
Peki, öyleyse niye ölüyoruz? İşte Kürtlerin cevabını veremediği soru. Kürtler, Çözüm süreciyle elde ettikleri kazanımların heba edildiğini görüyorlar ama henüz buna karşı çıkacak özgüvenleri yok. Bu özgüveni, devletin bölgede teröre karşı demokrasi içinde yürüttüğü mücadele sağlayacak.
Vatandaş artık devletin 90'ların devleti olmadığını biliyor. Bu bilindiği için HDP ve çevresi ısrarla devletin 90'lara döndüğü algısını yaymaya çalışıyor. Oysa asıl 90'larda, hatta 70'lerin sol aklına takılıp kalan bizzat kendileri.
Değişen ve çatışma istemeyen bir Türkiye, gücünü halktan alan ve sorumluluk üstlenen bir siyasi irade varken bu savaşı Kandil'in kazanma şansı hiç yok.