7 Haziran'dan sonra geçen iki aylık süre, bize şu gerçeği bir kez daha gösterdi: Türkiye'de siyasetin sıkışmasına yol açan, kutuplaşmayı teşvik eden ve uzlaşmaya yanaşmayan iktidardaki AK Parti değil, muhalefetteki CHP, MHP ve HDP'dir.
Bu partilerin sadece iktidar partisiyle değil, birbirleriyle ilişkileri de sorunlu... Genel siyaset adına üzüntü verici de olsa böyle bir siyasi partiler gerçeği var. Bunun bir nedeni, siyasetin kimlikler üzerinden şekillenmesiyse bir diğer nedeni de bu partilerin siyaset üretememeleri. Hiçbiri gerçek anlamda bir Türkiye partisi değil. Muhalefet partileri, bugüne kadar siyaset üretebilseydi ne 7 Haziran sonrası böyle olurdu, ne de Türkiye'deki temel sorunlar çözümsüz kalırdı.
Böyle bir geçmişi olan muhalefet partilerinin birdenbire "uzlaşmacı" kesilmeleri de inandırıcı değil. Alın CHP'yi... Uzlaşmak için yola çıkan CHP aklı, başından beri iki şeyden vazgeçmedi. Cumhurbaşkanına yönelik saldırılardan ve hükümetin 13 yıllık icraatını felaket diye nitelemekten... Böyle negatif bir yaklaşımdan elbette bir koalisyon hükümeti çıkamazdı.
Eğer CHP'nin önceliği Türkiye ve uzlaşma olsaydı bu iki konuyu moda deyimle "buzdolabına koyar" işe "yeni bir siyaset diliyle" başlar ve anlaşılan konularda süreli reform hükümetiyle koalisyonun kurulmasını sağlardı. Süreli reform hükümetini neden reddettiğinin bir mantığı var mı? Yani tarihi fırsatı, CHP yine siyaset üretemediği için kaçırdı. Seçim ihtimali uzarsa bu siyasetsizliğin bedelini CHP iç hesaplaşmayla öder.
MHP'nin durumu da farklı değil. MHP'nin ne yaptığını, sadece siyaset analizcileri değil tabanı da anlamış değil. 7 Haziran'da oyunu artırmasına rağmen, ortaya koyduğu sert siyasetle kendi dışındaki herkese ayar vermeye kalkan ve sorumluluk almaktan kaçan bir MHP aklı var.
Koalisyona yanaşmayan, önce onay verdiği halde tekrar seçim talebinden de vazgeçen MHP, çözümün değil, adeta çözümsüzlüğün "kilit partisi" rolünde. MHP'nin bu tavrının, bir "büyük siyaset"in değil siyasetsizliğin işareti olduğu izlenimi giderek yaygınlaşıyor.
Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yönelik 7 Haziran öncesi muhalefetin yürüttüğü nefret siyasetinde ısrar etmesi bunu gösteriyor. Bunun makul MHP'li seçmen nezdinde nasıl bir karşılığı olacağını da olası bir seçimde göreceğiz.
En vahim ve zor durumda olan parti ise HDP. HDP önce kendi eliyle, sonra da Kandil'in dayatmalarıyla siyaset denkleminin dışına savruldu. Arkasındaki yüzde 13'lük halk desteğiyle siyasetin önünü açması gereken HDP, ne yazık ki daha ilk günden AK Parti'ye kapıları kapatarak adeta kendi siyasi intiharının işaretini verdi. Bunu, çok istediği, yüzde 60'lık blok koalisyonunun, MHP tarafından boşa çıkartılması daha da derinleştirdi. Ama son darbe, Kandil'den geldi. Kandil'e karşı siyasi irade koyamayınca inandırıcılığını yitirdi. Siyaset adına üzüntü verici de olsa bu durum, HDP'nin Türkiye ve bölge gerçekliğinde siyaset üretemediğini gösteriyor. Başarısı tamamen konjonktürel gelişmeler ve algı operasyonlarıyla ilgili.
Muhalefetin içinde bulunduğu bu tablonun umut vermediği çok açık. Bu yüzden iş yine Türkiye'nin ana omurgasını oluşturan AK Parti'ye düşüyor. Seçim sonrasındaki süreci şu ana kadar doğru yöneten AK Parti, PKK'nın saldırılarına, medyadan yürütülen algı operasyonlarına, içeride ve dışarıda yaşanan yeni siyasi süreçlere rağmen hem mevcut partilerle ilişkiyi makul ölçülerde yürütüyor hem de toplumu endişeye sevk etmeden hükümeti yönetiyor.
Siyasette sürprizler bitmez ama büyük olasılık ekim veya kasımda bir seçim.