Seçim süreçleri, siyasi yaşamlarında gelgitler yaşayan, sık sık savrulan çok sayıda eski siyasetçinin de ortaya çıkmasına ve deyim yerindeyse "piyasa" oluşturmasına yol açıyor. Bazılarının tecrübesine gerçekten ihtiyaç duyulabilir. Ama bazılarının hâlâ ortalarda dolaşmasına akıl sır erdirmek zor.
Bu isimlerin nasıl bir siyaset dili ürettiği, bugünkü kutuplaşmaya da ışık tutuyor. Onlardan birini 2000'li yılların başından itibaren yakından izlemeye çalıştım. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın kutuplaşma üzerine söylediklerini dinleyince o yakından izlediğim siyasetçinin 2007'deki cumhurbaşkanlığı krizine giden süreçte, nasıl bir ruh hali içinde olduğunu hatırladım.
O anın tarihe not düşmek açısından yazılmasında yarar var. O günlerde tek başına siyasette yol açmaya çalışan o siyasetçiyle Nişantaşı'nda bir restoranda buluştuk. Gerilimli bir süreçti ve o günlerde Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'a ve Elif Şafak'a karşı da inanılmaz bir nefret kampanyası açılmıştı. Masaya oturur oturmaz o siyasetçinin, iki yazara yönelik ağır hakaret içeren sözleriyle sarsıldım. Ama ardından gelen sözler çok daha sarsıcıydı: "Bu ülkenin Resneli Niyazilere ihtiyacı var. Türkiye'yi bu noktaya getirenlerin kafasına sıkacaksın başka yolu yok."
90'lı yılların sonunda daha liberal demokrat açıklamalarıyla tanıdığım o siyasetçinin bu sözleri karşısında ürkmedim desem yalan olur. Hemen ayağa kalkıp hem yazarlara yönelik hakaretlerini geri almasını istedim hem de AK Parti yöneticilerine yönelik şiddet önerisine sert tepki verdim. O buluşmaya bugün siyasetin tepe noktalarında yer alan önemli bir siyasetçi de katıldı. Onun gelmesiyle masada yaşanan gerilim biraz olsun hafifledi ama işin özü değişmedi ve hâlâ o siyasetçinin o zihniyetle yaşadığına eminim.
Şimdi sormak lazım: O günlerde "makul" diye görünen bir siyasetçinin bu nefretini ve öfkesini neyle açıklayacağız ve bugün geldiğimiz kutuplaşmanın neresine koyacağız?