Ahmet Altan'ın 14 Aralık Operasyonu sonrası yayınlanan bildiride adını ilk sırada görünce, onun sık dile getirdiği bir ilkeyi hatırladım. Sanıyorum şöyleydi: Seçilmişlerle atanmışlar arasında tercih yapmam gerekirse hiç tereddüt etmeden seçilmişleri seçerim.
Geçmişte darbelerden ve bürokrasiden çok çeken Türkiye toplumu, önüne her fırsat çıktığında bu tercihten şaşmadı. Sandığa oyunu attı; siyasetten, seçilmişten yana tavrını koydu. Bunu son iki seçimde de yaptı. Hem de kendisini "eğitim ve hayır işleri"yle uğraşıyor gösteren bir "dini cemaat"in algı operasyonlarına rağmen... Bırakın o cemaatin son 7 yıldaki Ergenekon, Balyoz, KCK gibi davalardaki haksız uygulamalarını, dinlemelerini, özel hayatlara girmelerini, sadece 17-25 Aralık ve TIR operasyonlarındaki tavrı bile halkın, seçilmişleri tercih etmesine yetti.
Şimdi o paralel yapının bir kesimi "demokrasiye darbe veya basın özgürlüğü" üzerinden algı operasyonları yürütüyor, aydınların bir kesimi de onlara destek veriyor. Bu noktada sözü Ahmet Altan'a bırakıyorum. İşte Altan'ın 16 Mart 2012'de yazdığı "Cemaat konuşuyor" başlıklı yazısından bir bölüm:
***
"Cemaat'ten dostlarımın dediklerini anlatacağım ama önce izin verirseniz ben hükümet- Cemaat çekişmesi olduğunda tavrımın ne olacağını baştan net biçimde koyayım.
Eğer hükümetle Cemaat siyasi iktidar kavgasına girerse, Cemaat siyasi iktidarı paylaşmak isterse ben hükümeti desteklerim.
Hükümet, isterse MHP hükümeti olsun, benim için fark etmez. Siyasi iktidara sadece siyasi aktörler, siyasi partiler talip olabilir, siyaset dışı bir güç siyasi iktidardan pay talep edemez, siyasi bir iktidar istiyorsa siyasi partisini kurar.
Eğer hükümet, devlette görevli insanları Fethullahçı diye fişlerse, onların hak ettikleri halde yükselmesine izin vermezse ben Cemaat'i desteklerim. Çünkü herkes inancında özgürdür, buna kimse karışmaz, kimse kimsenin önünü inancından dolayı kesemez.
Eğer Cemaat'ten birileri devlet içinde geldikleri mevkileri, o mevkiin gereklerine göre değil de Cemaat'in isteklerine göre kullanmaya kalkarsa, bu yüzden işinden olursa, onu görevden alan hükümeti desteklerim.
Bunlar basit ve net hukuk kuralları, benim ölçüm bu kurallardır. Şimdi gelelim dostlarımızın söylediklerine. Elbette önce Ahmet Şık'la Nedim Şener'in olayını sordum. Bir tanesinin cevabı çok net:
'Bunu yapanlar bizim cemaatten olamazlar.'
Bu yargı rezaletinin, tutuklanan iki gazeteciden sonra en fazla zararı Cemaat'e verdiğini de bu sözünün '
kanıtı' olarak gösteriyor.
Hükümet-Cemaat çekişmesiyle ilgili çok açık konuşmak istemiyorlar anladığım kadarıyla, sadece '
biz değişmedik, on yıl önce neysek şimdi de oyuz, bir sorun varsa bu bizim değişmemizden kaynaklanmıyor' diyorlar.
Benim sezebildiğim kadarıyla '
ilk kırılma' Balyoz davasıyla yaşanmış, savcılar 25 generali sorguya çağırınca hükümet buna karşı çıkmış ve bu çağrıyı Cemaat'ten bilmiş."
***
Cemaatten değil miymiş? Tıpkı 7 Şubat gibi... Her şey bir yana, "
Nedim Şener-Ahmet Şık olayını cemaatçiler yapamaz" diyenler acaba bugün bizzat o mağdurların ne dediğini duyuyor mu?
Zarar meselesine gelince... Bütün operasyonları bilinçli biçimde rayından çıkartan cemaat, asıl büyük zararı siyasete verdi. Cemaat, devleti ele geçirme hırsına -sadece hırs mı?- kapılmasaydı ve operasyonlar adil yargılamayla sonuçlansaydı siyaset ve demokrasi kazanırdı.
Fazla sözü gerek yok, Altan'ın yazısı çok şey anlatıyor.