Dış politik gündemin birinci maddesindeki yerini koruyan, askeri ve ekonomik ajandanın hassas konusu olarak yakından izlenen "Suriye denklemi" çözüme mi, çözümsüzlüğe mi gidiyor? Bu sorunun yanıtı;
Türkiye-Rusya ilişkilerini,
NATO'nun Doğu Akdeniz-Doğu Avrupa ve Karadeniz-Kafkaslar eksenindeki konumlanma biçimini,
Ankara'nın Rusya, Çin ve Arap dünyası ile çeşitlendirmeye çalıştığı küresel diplomasisini yeniden sadece Batı ayağı ile yürütme mecburiyetini,
Asimetrik güvenlik tehditlerinin yayılma hızını,
Ve pek çok ülkenin milli sınırlarının geleceğini etkileyecek kadar önemli...
***
Aslında hikâyenin ilk bölümü Mayıs 2013'te Beyaz Saray'da yaşandı. O dönem Başbakan olan
Tayyip Erdoğan'ın, Başkan
Obama ile görüşmesi Türkiye'nin, Suriye krizinde kendi göbeğini kendisinin keseceğini gösterecek kadar belirleyici idi. Obama, "
Artık Ortadoğu'ya ABD askerinin botu değmeyecek. Bölgenin jandarması olmayacağız" dediğinde işin rengi değişmişti. Esad rejiminin kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi ilan eden ve açık müdahale sinyali veren Obama, yakın danışmanlarının Ankara'ya aktarımlarına göre herkesi şaşırttı. Artık "
uçuşa yasak bölge, güvenli insani bölge planı" yoktu masada.
***
Derken ABD'nin Ankara'daki diplomatları yeni bir oyun kurdu. Türkiye'nin desteklediği ılımlı muhalefet unsurlarını kategorize etmeye başladılar. Her fırsatta bu grupların El Kaide türevi olduğunu ileri sürdüler. Böylece Türkiye DEAŞ ile dolaylı işbirliği içindeymiş gibi gösterilirken ABD, terör örgütü PKK'nın Suriye kolu PYD'ye silah sevkiyatına altyapı hazırladı. Sonra senaryonun ikinci perdesi açıldı. "
DEAŞ petrol kaçakçılığını Türkiye'den de yapıyor", "
Yabancı savaşçılar Türkiye üzerinden Suriye'ye geçiyor" kampanyası düzenlendi. Kaynak ülkelerdeki kontrol açığına, istihbarat zafiyetine ve petrol trafiğindeki asıl aracılara bakılmaksızın Türkiye hedef haline getirildi. Ankara, global medyanın imaj operasyonu ile köşeye sıkıştırıldı.
***
Kuvvetle muhtemel ki... Rusya'nın, DEAŞ'la mücadele bahanesiyle Suriye'ye askeri olarak yerleşmesinden sonra, ABD yönetimi operasyonel askeri kaza yaşanmaması için Moskova ile anlaştı. Ve o anlaşma kapsamında Bayır Bucak Türkmenlerinin yaşadığı, ılımlı muhalefetin can damarı olan bölgelerin sözde DEAŞ'tan arındırılması rolünü Ruslara bıraktı. ABD, mesafeli durduğu bu bölgede Türkiye'ye rağmen adım atılamayacağını bildiği için Rusya'nın agresif tavırlarına adeta göz yumdu. Buna karşın Ankara'nın "
Kürt koridoru endişesini" ustaca değerlendirdi. Azez- Mare hattının DEAŞ'tan temizlenmesinden bahsederken aynı anda güvenli bölge talebine kapı aralamadı. Ama TSK'nın 98 km'lik bu hatta tank ve asker yığmasını sağladı. Hava Kuvvetleri'nin önceliğinin PKK'dan, DEAŞ'a kaydırılması için ısrarlarını sürdürdü.
***
Gelinen noktada... Suriye iç savaşı, Türkiye'nin bölgesel çıkarlarının da ötesinde meşru sınırlarını koruma aşamasına doğru getirildi. Rus savaş uçağının düşürülmesini;
Ankara'nın "
Yaşam alanıma kim girerse mücadele ederim" mesajı olarak okumak,
Rusya'nın S400 füze sistemini Akdeniz'e indirmek için gerekçeye dönüştürdüğünü görmek,
NATO'nun, Rusya'nın askeri pervasızlığını sınırlamak üzere son olayları fırsata dönüştürdüğünü kabul etmek de mümkün.
Neticede... Suriye'de ahlaki yerde durmayan ülkeler arasında bilek güreşi sürerken Türkiye, "
meşru duruşu ile pozitif ayrışma kavşağına" girmek zorunda.