Huzur, istikrar, güven... Hava gibi, su gibi kıymetli. Milletin birliğinin, vatanın bütünlüğünün her şeyin ötesinde önemli olduğunu yeniden yeniden teyit ettiğimiz günlerden geçiyoruz. Aslında çok şey duyuyor, yığınla bilgiyi araştırıyoruz. Lakin... Cumhuriyet tarihinin en kanlı, en acı terör eylemi karşısında dini, inancı, mezhebi, milliyeti, memleketi, cinsiyeti ne olursa olsun göğsünde yürek taşıyan "insanım" diyen bir kişinin üzülmemesi, sarsılmaması mümkün olamaz. Gün, acıları yarıştırma günü değil. Zira acımızı derinden yaşarken o hain saldırının hedefini, yarına etkilerini de değerlendirmek durumundayız.
Türkiye'ye yönelik açık taarruz karşısında, böylesine milli bir davada dahi siyaset kurumu ortak tavır alamadığı, üç günlük yası bile bekleyemediği, küçük siyasi hesaplaşmaya girdiği için iş yine milletin ferasetine düşüyor.
***
Adana, Mersin, Diyarbakır, Suruç ve son olarak Ankara... Tüm bu bombalı ihanetin gerisinde yatanlar belli:
1- Kesinlikle, toplumsal fay hatlarını tetiklemeyi hedefliyor. Alevi inancına mensup, Kürt kökenli, sol görüşlü vatandaşların tepkiselliğini ifade ettikleri meydanların eylem alanı olarak seçilmesi, vatandaşlık ve duygudaşlık bağını zayıflatmayı amaçlıyor. İnsanlar, birbirini tanımadan nefret hisleri ile donanıyor. Sosyal medyadaki psikolojik harekât unsurları ile sorumsuz bazı siyasilerin mesajları da maalesef ateşi büyütüyor.
2- Patlatılan her bomba ile siyasi dinamikler sarsılıyor. Türk demokrasisinin her şeye rağmen başarılı olduğu "
seçim yapma" kabiliyetine darbe vurulmak isteniyor. Sandığa duyulan güven erozyona uğratılıyor. Devletin, millet eliyle yönetilmesini sağlayan sivil siyaset felç edilmeye uğraşılıyor.
3- Ülkeyi içe kapatmaya, dış politikada belli bir noktaya sevk etmeye dönük planlar uygulamaya konuyor. Ortadoğu'da haritalar yeniden çizilirken gücünü yitirmiş Türkiye tablosu kurgulanıyor.
Ve çok daha önemlisi...
Bu üç gerçeği görmezse, 2 Kasım sabahı kim iş başına gelirse gelsin, hayli ağır faturayı göze alması gerekiyor!
***
Peki, çare nedir?
1- Sonuna kadar demokrasi.
2- Siyasetin, ülkeyi yönetme kapasitesinin tahkimi.
3- Tüm farklılıklara karşın siyaseti de peşine takıp sürükleyebilen toplumsal yakınlaşma.
Eldeki veriler...
Memleketin sağduyulu insanlarını da tartışma/ çatışma zeminine çekebilecek bir dizi sinsi eylemin uygulamaya konulduğunu gösteriyor.
Emniyet ve istihbarat birimleri arasındaki işbirliğine sekte vurularak, sorumluluğun karşı tarafa atıldığı eski günlere dönüşün ipuçları yansıtılıyor.
Her türlü senaryonun merkezine kasten Cumhurbaşkanı oturtuluyor ve "
Erdoğan'sız Türkiye" denilerek doğrudan milli iradeye operasyon çekiliyor.
Netice... Acının yaşandığı, teröre karşı ortak ve net tavır alınması gereken, hesaplaşmanın ise seçim sonrasına bırakılması zorunlu günlerden geçiyoruz. Türkiye'nin tecrübesi, demokrasi birikimi, milletin sabır ve dayanışma gücü tüm zorlukları aşmaya yeter!