Türkiye, 1992- 2002 arasına 9 hükümet sığdırdı. 1990'lar, küresel sistemin nispeten istikrarlı, Türkiye'nin siyasi ve ekonomik açıdan istikrarsız olduğu yıllardı. Türkiye, 1992-2002 yıllarını ortalama yüzde 71 enflasyon ve yüzde 3.4 büyüme ile tamamladı. Görünüşte inişli çıkışlı da olsa ekonomi büyüyordu. Ama bu büyüme, topluma yansımıyordu. Çünkü yüksek enflasyon büyümenin köpüğünü alıyor, gelirin tabana yayılmasını önlüyordu. Büyümeden sadece, faizden ve stoktan para kazananlar nasipleniyordu. Siyasi ve mali öngörülebilirlik olmadığı için piyasalarda kaos hâkimdi.
***
Türkiye, 2002'den itibaren tek başına iktidarla yeniden tanıştı. Tek parti iktidarı işbaşındaydı ama son 12 yıla çok sayıda iç ve dış risk faktörü de damgasını vurdu. Irak Savaşı, IMF ile pamuk ipliğine bağlı programlar, e-muhtıralar, kapatma davaları, küresel finansal kriz, Suriye'deki iç çatışmalar gibi... Bu dönem hem birikmiş sorunların çözüldüğü hem de siyasal ve ekonomik güç dağılımının yeniden tanımlandığı restorasyon dönemi idi. Ortalama yüzde 5'lik büyüme performansı, tek haneli enflasyon tablosu bile pek çok şeyi değiştirmeye yetti. IMF'siz ayakta duran ekonomi, borç çevirme kaygısı kalmayan hazine, sağlam bütçeye yaslanan maliye, güçlü sermayeye sahip bankacılık sektörü 12 yılın önemli kilometre taşları idi. Faiz yerine yatırıma ve sosyal devlet harcamalarına kaynak ayırabilen Türkiye gerçeği hemen her alanda ezberi bozdu. Özellikle siyasette yeni merkezin inşası bu sayede oldu. Şimdi Türkiye'yi daha büyük bir sınav bekliyor. "
Yeni Türkiye'nin inşası!"
***
12 yıllık deneyim de gösterdi ki tek başına iktidar, büyük dönüşümlere imza atmak için gerekli ama yeterli değil. Türkiye'nin siyasi ve ekonomik patinajdan kurtulması için, üç alanda sistem tasarımına ihtiyacı var:
1- Tartışmasız "Yeni Anayasa!" 2- Etkin ve güvenilir hukuk sistemi. 3- Katma değer yaratan ekonomi...
Dün Ankara Büromuzda, AK Parti Bayburt Milletvekili adayı, Maliye eski Müsteşarı
Naci Ağbal konuğumdu. Kendisi ile hem fikir olduğumuz husus "
yeni bir başarı öyküsü" yazılması gereği idi. Bunun için, bekleme odasındaki parlamenter sistemle ilgili nihai kararın verilmesi, yargıya güvenin artırılması, imalat sanayi ve ihracatı destekleyen yeni çözümler üretilmesi mutlak gereklilik. Zaten bu üç önemli başlık AK Parti Seçim Beyannamesi'ne de birebir yansımış durumda. Naci Bey, Ankara'daki mesaisinde klasik bürokrat değildi, sonuç odaklı çalışırdı. Sahadaki temasları ona, Ankara'da alınan kararların tabana yansımasındaki problemleri tespit etmesi açısından da eşsiz fırsatlar sunmuş.
Netice... İktidar partisine bakışı ne olursa olsun, rasyonel seçmenin, duygularını, tepkilerini, kızgınlıklarını filtre ettikten sonra geriye kalan nettir:
Türkiye, "
tek başına güçlü iktidar- yeni anayasa ve büyüme" umudu ile
"çok partili iktidardarbe anayasası ve yerinde sayan ekonomi" korkusu arasında tercih yapacak.