Türkiye, 10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminin rüzgârıyla Kasım 2014'te genel seçimleri gerçekleştirseydi, bugünkü gibi sistem sorunu yaşar mıydı?
Sandık takvimini öne alma önerisi, AK Parti'nin "seçimleri zamanında yapma" ilkesi nedeniyle kabul görmedi. Bunun yerine, Ağustos 2014-Haziran 2015 için "Başkanlığa geçiş tecrübesi" tercih edildi. Gerek üç dönem kuralına takılan güçlü adayların yarıştan çekilmesi, gerekse temayül yoklamalarına dayalı siyasal karşılığı ile Ahmet Davutoğlu ismi, Tayyip Erdoğan'ın ardından Başbakanlık için ön plana çıktı. Kabul edelim ki Davutoğlu, anayasada yazılı çerçeve içinde Başbakan olsa da AK Parti'nin "yazılı olmayan dava kuralları" gereği de bu görevi üstlendi. Erdoğan karizmasındaki bir liderden sonra "işi zor" kanaati vardı. Ama bu zorluk, sanıldığından farklı şekilde yaşandı. "Erdoğan'la birlikte yürümenin" avantajı yerine "Erdoğan sonrasına hazırlık" algısındaki gelgitlerden kaynakladı. Tabii ki partide tortusunu da bıraktı.
***
Davutoğlu'nun Başbakanlığı sırasında, üç önemli konuya odaklanması beklentiler dahilindeydi.
1- Yeni Anayasa- Başkanlık sistemi.
2- Çözüm Süreci'nin yönetimi.
3- Paralel Yapı ile mücadele. Geride bıraktığımız günler, önceliklere yeterince odaklanılmadığı izlenimi uyandırdı. Söylem düzeyinde sahiplenilen bu başlıklara karşın, "
alternatif ajanda" da devreye sokuldu. Seçim meydanlarına bırakılması gereken çok sayıda paket açıldı. Böylece, sanki "
devam hükümeti" değil de "
yepyeni bir hükümet" iş başında imajı doğdu.
Seçilmiş Cumhurbaşkanı'nın "
oyunun içinde kalacağını" her vesile ile tekrarladığı bir ortamda, "
alan ve yetki paylaşımını" çağrıştıran işlemlerin sıklığı arttı. Erdoğan'ın, 11.5 yıllık Başbakanlık döneminde tüm detayları ile çalıştığı ve hâkim olduğu pek çok dosya, "
zamanlamasına, kapsamına ve komplikasyonlarına" yeterince özen gösterilmeden kamuoyu ile paylaşıldı. Cumhurbaşkanı düzeyinde "
siyasal etki analizi yapılmadan" atılan adımlar, "
Erdoğan'ın nihai karar vermediği işleri şimdi Davutoğlu hayata geçiriyor" diye malum çevrelerde taraftar da buldu. Olgunlaşması için bekletilen, seçmenin nabzının tutulmasına bağlanan dosyaların parıltılı yönleri halkla ilişkiler adına değerlendirilirken, riskli yanları sanıldığı kadar hesaba katılmadı. Ve tüm bunlar olup biterken "
fitne odakları" da boş durmadı. Ekipler üzerinden geliştirilen yorumlar, spekülatif kulis bilgileri, özel buluşmalar, kişisel görüşler abartılarak oradan oraya taşındı. Dava ve misyonun, özel planlamaların gölgesine girdiği pek fark edilemedi.
***
Netice olarak... Hukuki şartların milletin gerisinde kaldığı, güncel ihtiyaçları karşılamadığı bir ülkede, "
şahsi problemlerden ziyade sistem probleminden" söz edilebilir. Yetkinliğinden, özverisinden, iyi niyetinden, gayretinden kuşku duyulmayacak insanları birbirinin karşısında görmek, hatta durumdan vazife çıkararak birini diğerine karşı savunma psikozuna girmek yanlıştır. Bunun yerine, "
sistemdeki tıkanıklığı aşacak" çarelere odaklanmak doğrudur.
Özetle...
Türkiye, mutlaka yeni anayasa yapmak, milletin yönetimle ilgili iradesine göre yeni sistem kurmak zorundadır. Sistem sorunu, önce siyaseti sonra ülkeyi zayıflatır, vesayetçi zihniyeti hortlatır!