Geçen hafta bu köşede Türkiye'nin kültürel bir kutuplaşma içinde olduğuna ve "İslami ulus" ile "Laik ulus" olarak ikiye bölündüğüne dair tezin yanlış olduğunu düşündüğümü ifade etmiştim...
***
Bu tezin doğruluğuna inanan ve benim de bu sebeple eleştirdiğim değerli antropoloji profesörü Tayfun Atay da bana cevap veren bir yazı kaleme aldı. Tayfun Hoca'nın benim portreme dair tespitlerine ve tenkitlerine başka bir zaman değinirim ama önce şahsıma değil konuştuğumuz önemli meseleye odaklanalım...
Her şeyden önce Tayfun Hocam haklı olarak alınmış. Benzer bir teze sahip olan
Şükrü Hanioğlu'nu kayırdığımı ve kendisine "
Vur abalıya" orantısız güç kullandığımı söylüyor. Gerçi ben asla saygısız bir üslup kullanmadım, ayrıca eserlerini takdir ettiğimi kendisi de bilir ama Atay'ın bana yönelik bu eleştirisini temelde haklı buluyorum. Şükrü Hoca hem tam bir özgürlükçü- demokrat hem de evrensel itibara sahip tam bir bilim adamı olduğu için gayriihtiyari böyle yaptığımı bu haklı eleştiriyle fark ettim...
***
Fakat sanırım Atay da bu "
kayırma" duygularımı anlar ve kabul eder ki Türkiye'nin Şükrü Hanioğlu gibi adamlara gerçekten çok ihtiyacı var. Hem siyasi ve sosyal huzurumuz için hem de Türkiye'nin entelektüel ve akademik ortamının kalite kazanması için ihtiyacımız var Hanioğlu gibi aşırılıklardan arınmış sağduyulu ve nitelikli aydınlara, alimlere. Yok denecek kadar az dünya çapında kaliteli akademisyenimiz ve Türkiye'nin en büyük buhranlarından biri budur...
Bu arada Şükrü Hanioğlu kendisine yönelttiğim eleştirilere dair çok nazik ve detaylı bir mektup gönderdi. O mektupta müjdeli haberler de veriyor. O mektuptan ayrıca bir yazıda bahsedeceğim. Tayfun Atay Marksist bir akademisyendir ve hayata bakışı Hanioğlu'ndan çok farklıdır ama Atay da Hanioğlu'nun yüksek akademik kalitesini ve entelektüel sağduyusunu teslim eder. Zaten Türkiye'nin istikbali için müşterek objektif tespitlere dayalı bir itidal ve olgunluk zemininde buluşulması gerektiğinde herkes mutabık olmalı. Şu an bu ülkede en önemsenmesi gereken mesele budur. Hiçbirimiz "
mahalle baskısı"na yenik düşüp hızar makinesini elimize almamalıyız. Evet, siyasi bir kutuplaşma yaşıyoruz ve taraf olmak da doğaldır ama bu durum bizi hakiki bir diyalogdan alıkoymamalı...
***
Genç akademisyen Volkan Ertit'in toplumun sekülerleştiğine dair bilimsel çalışmalarını hem Tayfun Hoca hem de sanırım hayata ideolojik bakmayan her sosyal bilimci haklı buluyor. Fakat Atay ısrarla "
iki ulus" tezini de savunuyor. Ertit bu "
iki ulus" tezine ne diyor bilmiyorum. Bence bu konuda Ertit de yazmalı. Benim analizime göre Türkiye'de kültürel bir yarılma yoktur ama siyasi bir yarılma vardır. Tamamen siyasi olan bir ayrışmayı kültürel bağlamda okuyarak yanlış yapıldığı kanaatindeyim. O kültürel yarılma analizi Kemalist dönemdeki kimlik ayrışmasını iyi izah ediyordu. Ama şu an artık başka bir Türkiye var ve bu izah çerçevesinin artık daktilolar gibi miadı doldu bence. Türkiye'de "
İslami ulus" diye kristalize olmuş ve kendini ayrıştıran ya da üstün sayan bir kesim yoktur. Bu tespiti gerçekdışı buluyorum...
Böyle bir kristalize olmuş "
İslami ulus" ve "
laik ulus" tezi eğer Kemalist rejim devam etseydi hakikaten gerçek olabilirdi ve Şerif Mardin Hoca da Tayfun Hoca da haklı çıkardı. Tülin Bumin'in zamanında çok güzel formüle ettiği gibi Türkiye'de sekülerleşmenin önündeki en büyük engel Kemalizm adına uygulanan baskıcı laiklik anlayışıydı. Dindarlar bu katı otoriter laiklik uygulamaları yüzünden kültürel olarak her türlü sekülerleşmeye ve melezleşmeye direnerek içe kapanmıştı. 10 yıldır ise bu direnç ortadan kalktı ve çok daha dış âleme ve değişime açık bir İslami kesim var. Mevcut Türkiye toplumunu eski paradigmalarla anlamak imkânsız hale geliyor gün be gün...