Binali Yıldırım'ın Genel Başkanlığa aday gösterilmesi, oradan Başbakanlığa geçecek olması Türkiye'de yeni bir dönemin başladığına işaret ediyor.
Hemen belirteyim, Akparti'de 'yeni dönem' diye adlandırılacak asıl oluşum Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasıydı. O yeni dönem şimdi tabaka tabaka önümüzde açılıyor. Her gün onun bir evresini görüyoruz. Bu tabakalar, sadece siyasetle ilgili değil. Aynı zamanda sosyolojiyle, aynı zamanda demografiyle ve aynı zamanda kültürle ilgili.
Binali Yıldırım'ın bugünkü konumuna gelmesini de bu parametrelerle ele almak gerekir. Yıldırım oraya kendisi istediği için gelmedi. Öyle bir siyasal oluşum hiçbir siyaset 'olayı' için söylenemez. Yıldırım da oraya koşulların bileşkesi olarak erişti.
Nedir onlar?
***
Birincisi ve en önemli halka bence bütün bu son dönem gelişmeleriyle birlikte, artık anlaşılmıştır ki, Türkiye'de
fiilen Başkanlık sistemi cereyan etmektedir.
Ömer Çelik açıklamasını yaparken Cumhurbaşkanı Erdoğan'la Akparti arasında
bir milimetre ayrılık yoktur diye bu yapıya yeni bir şekil veriyordu ama daha fazlasını ben söyleyeyim.
Yeni Başkanlık döneminde, şimdi Abdülkadir Selvi'nin '
çok temiz ayrılıyor' dediği
Davutoğlu, ortaya çıktı ki, hâlâ
eski sistemle muhakeme ediyor ve konumunu
geleneksel bir Başbakanlık olarak görüyormuş. Oysa
Binali Yıldırım bulunduğu konuma Başbakan'dan ziyade bir '
Başkan Yardımcısı' olarak geliyor.
Adının açıklanmasıyla birlikte oluşan rahatlama da bu gerçekten kaynaklanıyor. Adı konsa da konmasa da Davutoğlu, Erdoğan'la belki
zıtlaşıyordu, bilemem, ama kesin olarak
ayrışıyordu. Şimdi o
çift kutupluluk ortadan kalmış görünüyor.
İkincisi, Yıldırım,
yatırımcı bir siyasetçidir. Bariz özelliği budur. İki yıl önce Başbakanlık kendisine verilmediğinde yaptığı açıklamada da yatırımcı değilseniz makamın ne önemi var anlamında sözler etmişti. Şimdi Başbakanlığa gelişi
ekonomi politikalarında önemli bir dönemeç alınacağının işaretidir. Bundan sonra bir kere daha
büyüme eksenli, yatırım eksenli bir
ekonomi anlayışına
geçilecektir.
Üçüncüsü, gene
Yıldırım'ın gelişinden çok
Davutoğlu'nun gidişiyle ilgilidir. Biri
pratik, diğeri
ideolojik iki nedenden ötürü.
Pratik neden
dış politikadır. On beş yıla yaklaşan süredir dış politikanın dümeninde
Davutoğlu vardı. O konuda geldiğimiz yer ortada. Buna rağmen Davutoğlu siyasetinde değil herhangi bir
değişiklik bir
esneme bile göstermedi. Ama şimdi görülecek esneme de, değişiklik de. Dış politikada çok daha
uzlaşmacı, pratik, değişen koşullara uygun adımlar atılacak.
İdeolojik nedeni de açıklayayım: bir kere daha anlaşıldı ki, Akparti'ye daha
yatkın, uygun profil bu alanda
Yıldırım'dır. Nedeni, Akparti'nin
modernist, pratik, fonksiyonalist bir taban hareketine dayanmasıdır.
Göçler, kentleşme, yatırım politikaları, ekonomik büyüme, eşitsiz gelir dağılımından pay alma... Bunun
ötesi
ideolojik dayatma değil,
demokratik arayışlardır.
Başörtüsü yasağı veya
dindarlığın toplumsal plandan dışlanmaması... Davutoğlu ise bu olguyu daha
ideolojik, hatta daha
doktriner bir çizgiye çekmeye
çalıştı. Her zaman söylediğim gibi,
Lenin Leninci değildi,
Stalin Leninciydi
(!) Davutoğlu da
Erdoğan'dan hele hele
Gül'den daha fazla
Akpartili/ Müslüman/ dindar olmak istedi, tabanı bu yönde bükmeye
çalıştı. Olmadı. Şimdi Yıldırım, hiç oralara
girmeden, bir '
merkez sağ' siyasetçiymiş
gibi bir politika sürdürecek.
Bütün bunlar
değişim midir derseniz, ben de sözüm henüz bitmedi derim...