Dersim'le yüzleştiğimizde, onun gerçeğini yerli yerine oturttuğumuzda erginleşeceğiz. Tek başına Dersim'le de olmayacak bu iş. Yakın tarihimizde yer alan bütün olaylar için aynı şeyi söyleyebiliriz.
Türkiye böyle bir çemberden geçiyor. Ermeni olaylarıyla ilgili o korkunç 2000'li yıllarda, 2005'te bir konferans düzenlendiğinde ilk kıvılcım çakmıştı. Gele gele Dersim'e kadar geldik.
Türkiye, yaşadıklarını derin hafızasına gömmeyi başarmış bir ülke. Batının, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra, Stalin rejiminin ipliğini pazara çıkaran Gulag Takımadaları gerçeğinden sonra yaşadığı sorgulama dönemini şimdi yaşıyoruz.
Kolay bir iş değil. Batının bu evreleri daha kolay geçeceği varsayılır. Tanpınar, Batıda, Rusya'da diyor o, günah çıkarma geleneği olduğu için roman yazıldığını söylüyor. Biz bastıran, suskun ve mahcup bir toplumuz. 'Kol kırılır yen içinde kalır' sözü de bizimdir, 'kan tükürüp kızılcık şerbeti içtik' sözü de bizimdir. Yani yaşayacağız ve susacağız. Hiçbir şeyi uluorta konuşmayı sevmeyiz, bilmeyiz. Gene de yavaş yavaş o noktaya doğru yürüyoruz.
Bütün Doğu toplumları gibi ataerkil bir yapımız var. Ataerkillik pederşahi demek: babanın egemenliği. Bu bakımdan Rus toplumuyla epey benzeşiyoruz da. Onlar da biz de 'baba katli' (patricide) konusunda hayli mütereddit davranmışızdır. Fransız sosyolog/ felsefeci Emmanuel Todd, aile yapılarını incelediği kitabında bu konuyu Rus örneğinde uzun uzun ele alır. Onun Rusya hakkında yazdıklarını okumak biraz da Türkiye'yi okumak gibidir. Üstelik bizim Ruslara nazaran bir de 'fazlamız' var. Kurucu liderimizin adında 'ata' sözcüğü bulunuyor. Ona dönük kutsamalarımızda aslında bir türlü erginleşemeyen bir toplum gerçeğini de kutsuyoruz. Çünkü hep babamızı/ atamızı kutsuyoruz.
CHP bu açıdan bakınca benim için ayrı bir öneme sahip.
Gelin şu gerçeği kabul edelim. CHP, Dersim konusunda bütün kanatlarıyla sıkıştı. Kımıldayamıyor. Nedeni basit. Bu parti kendi geçmişini 'bölünmez bir bütün' olarak görüyor, biliyor. Oysa değil. 1923- 1933 arası bir dönemdir. 33 sonrası ayrı bir dönemdir. (Mete Tunçay hocamızın 1925'teki Takrir-i Sükûn Kanunu'nu Tek Partinin yani otoriter yapının kuruluş dönemeci olarak görmesine rağmen ben böyle bir sınıflama yapayım).
23-33 dönemi daha özgürlükçüdür. Fakat o tarihten itibaren Avrupa'daki totaliter rejimlerin yükselişine paralel olarak o da katılaşmış, ırkçı, totaliter bir rejime dönüşmüştür. Bu dönemdeki şiddete dayalı yapının 'devrimleri korumakla' bir ilgisi, haydi yoktur demeyeyim de olmamasına rağmen diyeyim, asıl maksat totaliter bir yapıyı 'Tek Adam kültü' üstünden gerçekleştirmektir. (Bu tarih aslında Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kapatıldığı 1931'den itibaren de başlatılabilir rahat rahat).
Dersim bu dönemde cereyan etmiştir. Şimdi CHP, lideri Kılıçdaroğlu, Dersimliliğine, bu konudaki bütün gerçekleri malum bazı dürtüler ışığında didik didik edip öğrenmesine, bilmesine rağmen kılını kıpırdatamıyor. Sezgin Tanrıkulu'nunkine benzer çıkışlar da renkli kelebekler olarak uçuşuyor etrafta.
Oysa CHP'nin yapması gereken çok basit bir şey var. Mutlaka sahip çıkacaksa 1923- 31 arasına sahip çıksın. Ama ondan sonrasının gerçekten savunulacak yanı yoktur. Basbayağı otoriter, fırtına gibi esen bir rejim ortadadır ve önüne geleni silip süpürmektedir. Oralarda da kalmamıştır. 1950'ye kadar devam etmiştir. 1960 sonrasında, hele hele 1980 sonrasında yeniden ordu eliyle canlandırılmıştır. Kısacası, Batının, totaliter rejimlerle yüzleşmesini Türkiye hiç yaşayamadığı gibi, aksine, onu her defasında yeniden diriltmiştir. CHP de bu tarihten nasibini alıyor, çağdaşlaşamıyor, kendi geçmişiyle boğuşuyor. Bu sadece dramatik bir durumdur.
Keşke Dersim CHP'yi boğsa...