Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Barbi bebeğin laikliği

Barbi bebeği yasaklayan hoca bana laiklik meselesini yeniden düşündürttü.
Laikliğin, birisi siyasal diğeri varlıkbilimsel (ontolojik) iki tanımı var. Din ile devlet işlerini birbirinden ayırmak şeklinde ifade edilen siyasal tanımı artık ezberlediğimiz ve o yoldan da analitik anlamını yitirdiğimiz için ben önce geliştirdiğim ontolojik tanımını yapayım. Laiklik, esas olarak dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklamaktır.

Tanrı farkı

Bu görüşümün kaynağı geniş ölçüde materyalizm kökenlidir ve tarihi antik Yunan'a kadar gider. Çoktanrılı dinler düzeninde her şeyin bir tanrısı vardı ama onlar da bizim gibi yer içer, kızar, güler, eğlenirlerdi. Öte yanda ilkçağ materyalistleri dünyayı o tanrı çokluğuna rağmen materyal bir zeminde açıklamaktan vazgeçmemişti.
İşler tektanrılı dinler döneminde değişti. Ötekiler bir yana Hz. Musa'ya inmiş On Emir belirli bir toplum düzeni kuruyor onu da ahlaki bir temele oturtuyordu. Çalmayacaksın, zina yapmayacaksın, komşunun karısına göz dikmeyeceksin, vs. bunlar o günden sonra tüm dinlerin zeminini oluşturduğu gibi bugün sivil ahlakın da öznesi sayılıyor. Oysa özünde dinseldir. O bakımdan da bu kuralları benimseyen birisinin bugün ne derecede 'materyal laik' olacağını söylemek artık cevabı verenlerin meşrebine kalmış bir şey. Kısacası, tektanrılı dinler sonrasında laik bir ortamı bulmak neredeyse olanaksız olduğundan iş iki noktada düğümleniyor.

Devlet mi birey mi?

Birincisi, mistik-dinsel dünyada biçimlenmiş toplum-birey anlayışını kendisine kalkan edinen kilise ve onu aşmak için 17. yüzyıldan başlayarak yeniden geliştirilen materyal-laik anlayış. Aydınlanma felsefecilerinin bu yaklaşımı zamanla din-devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi burjuvazinin politik emellerine hizmet eden bir siyasal laiklik anlayışına dönüştü. Bugün hâlâ o muhakemeyi teneffüs ediyoruz.
İkincisi, bizde son dönemlerde sıklıkla tekrarlanan bir slogan: devlet laiktir, kişi laik olamaz. Doğru! Hele yukarıda kurduğum tektanrılı dinler ve laiklik ilişkisinden sonra bu tam bir gerçektir, sadece ifadesinde geç kalınmıştır. Siyaset hâlâ devletle kaim olduğundan, onunla kurduğumuz ilişkide ister istemez laik normları ve davranış kalıplarını (rızayla veya cebren) benimsemek insan tekini laik yapmaya yetmez. İnsan ancak materyal bir dünya muhakemesini kendi içinde billurlaştırdığı oranda laiktir. Dinle ilişki kurmuş birisinin laikliği bana göre sorunludur.
Şimdi gelelim işin üçüncü evresine: laiklik- demokrasi ilişkisine.

Demokrat laiklik

Gerçek anlamda mikro alanlara, varoluşlara, kimliklere saygılı, onların mevcudiyetini öngören bir demokrasi anlayışında iki şey öne çıkar: dinle devlet ayrılır ama, ikincisi bu, devlet bütün dinsel ifadelere, tavırlara, örgütlenmelere eşit derecede ve nötr durur. Bu meyanda da demokrasi ve laiklik ilişkisi kopmazdır.
Yeniden "bizde" diyerek başlamanın bir anlamı yok. Bizdekinin ne olduğu iyi kötü biliniyor. Fakat buradan şu Barbici hocaya bakarsak durum şaşırtıcı bazı çalımlar atıyor.
Birincisi, hoca kendi içinde haklıdır. Kendisine ait bir inancı var. O inanca Barbi de ters düşebilir, ne bileyim, sakız çiğnemek de. O da bunu kendi cemaatine tebliğ eder. Dünyaya kendi inancının açısından yaklaşan birisinin gerçeğini ben kabul etmeyebilirim ama bu neyi değiştirir? İşte o noktada şu yukarıda kurduğum demokrasi- laiklik ilişkisi devreye giriyor: Barbici hoca belli bir cemaatle ilişki içindeyse o cemaatin kendi doğruları yönünde yaşamak hakkı vardır. Bir başkası da çocuklarına alkolü yasaklayabilir. Mesele beyanın "proselistik" olmamasıdır, yani başkasını bu çizgiye zorla çekmeye çalışmamasıdır. Devletle ilişkisinde laik ama kendi hayatında ve cemaatinde özgür.
Bilmeyenlere sözümüz yok!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA