Son altı yılda, Türkiye'ye yönelik artan bir yabancı medya ilgisi var. 2010'ların başında, o zaman adını koyamadığımız paralel yapı tasallutu altında yüzlerce gazeteci ve binlerce siyasetçi tutukluyken, Türkiye Ortadoğu'ya model ülke olarak gösteriliyordu. Bugünse, 2011-2013 arasındaki Fetullahçı cendere büyük ölçüde aşılmış, ifade özgürlüğü sorunu olarak da geriye "Neden rahatça Cumhurbaşkanı'na küfür edemeyeyim" ile "Terör örgütünü sözle savunmak şiddet içermiyor. Öyleyse serbest olmalı" arasında savrulmuş yığınlar kaldı.
Türkiye, 2013'te iki sarsıcı adım attı ve bu emperyalist güçlerin hiç hoşuna gitmedi. IMF'ye olan borcunu tamamen ödedi ve çözüm sürecini başlattı.
1854'ten bu yana dış borç almaya devam etmiş bir 'devlet geleneği' söz konusuyken, bu olağanüstü bir başarıydı. Emperyalist devletler, borcu olmayan milletleri 'sevmez.' Çünkü borç, o devleti yönetilebilir/ biat ettirilebilir kılan en önemli faktörlerin başında gelir. Dış borç ile IMF borcunun 'bağlayıcılığı' arasındaki farktan söz etmeye gerek yok sanırım.
Emperyalist devletler, kendi iç barışını tesis etmiş devletleri de 'sevmez.' Çünkü ancak iç barışını sağlayamamış devletler, kolayca kontrol edilebilir, en küçük bir itaatsizlikte iç savaşa sürüklenebilir, arzu edilirse rejim/ başkan değişikliğine kadar zemin hazırlanabilir.
Birlik fikrinin, emperyalist devletlerin 'sevmediği' özelliklerin başında gelmesi bundandır. Bugün, İslâm coğrafyasında, Müslüman devletler arasındaki en küçük yakınlaşma emaresi bu anlamda korkutucudur. Zira kendi politik birliğini sağlayıp, diğer ülkelerle yakınlaşarak dayanışan ülkeleri kontrol etmek gittikçe güçleşir.
İngiltere, bu korkuyu I. Dünya Savaşı'nda derinden hissetmişti. İngiliz kolonilerinden orduya katılmaları zorunlu kılınan yüz binlerce Hindistanlı Müslüman tepkiliydi. Hatta Ocak 1915'te, Singapur'da Hindistanlı Müslümanlardan müteşekkil koca bir müfreze, halifeye karşı olan bir savaşta yer almak istemedikleri için gemilerini kaldırmayı reddettiler. O isyan sırasında 80'den fazla İngiliz askerini öldürdüler.
Tebaasının, düşman gördüğüne 'ölümüne' bağlı olduğunu gören İngiliz sömürgeci yönetiminin ne kadar endişelendiğini hayal etmek güç değil. Bu ve benzeri isyanlar, Hilafet makamı var olduğu müddetçe emperyalist emelleri tesis etmenin ne kadar güç olacağını İngilizlere net şekilde göstermiş olsa gerek. Milliyetçiliğin İslâm olanın önüne geçmesi, bu yüzden emperyalist devletlerin işini oldukça kolaylaştırmıştır. Tabii ki bu kendiliğinden gerçekleşmiş bir 'öne çıkma' hadisesi de değildir ama bahs-i diğer...
Bunları neden mi anlattım? Çünkü Haziran 1916'da, bundan tam 100 yıl önce, Osmanlı ve İslâm coğrafyasının kalbinde, İngiliz destekli Arap isyanları başlamıştı. Buradan devam edeceğiz inşallah.