Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Medine’den görünen

Çarşamba akşamı Medine havaalanından yükseldik. Mekke hareketli. Umreci sayısı geçen yıllara göre daha az. Türkler de yarıyıl tatilini bitirip dönmüşler. Ama yine de hayli Türk umreci var. Tavafta yüzlercesi ile selamlaştık.
Medine'de hava serindi.
Sabah namazı dudak uçuklatan kuru bir ayaz vardı.
Hem Mekke haremi ve hem de Medine haremi namaz vakitlerinde ve sonrasında doldu.
Ancak dünya Müslümanları buruklar.
Kendilerini potansiyel terörist gibi gören şaşkınların; kendilerine reva gördükleri muameleden, medyanın çirkin algı operasyonlarından az-çok haberdarlar. Onun burukluğu var. İslamofobinin batılı ülkelerin dış politikasını oluşturmaya namzet olmasından dolayı tepkililer.
Kırgınlar. Özellikle de Arap ülkelerinde, kendilerini yöneten yetkililerin dünya politikasında yeterince etkin olamamasından dolayı kırgınlar.
Dağınıklar. Tek yürek olamadıkları için, kardeşliği tesis edemedikleri için dağınıklar.
Mezhep farklılıklarını, ümmetin yumuşak karnı gibi görüp öylece kullanan örgütlerin karşısında alternatif üretemedikleri için dağınıklar.
Yoksullar. Özellikle de Pakistan, Afganistan, Bangladeş gibi ülkelerden gelen Müslümanların hali yürek incitici. Yoksulluk her yanlarını sarmış. Müslümanlara fakirlik edebiyatı yaparak onları sömüren para babalarının, dakikada milyarlarla oynayan bankerlerin gölgesi çökmüş bu insanların üzerine. Durumu çok iyi olanlarda ise tam bir aymazlık hali var. Hz.
Peygamber'in bazen bir hurma ile yetindiğini gözümüzün içine sokarak bir durum değerlendirmesinden çok, ideal olarak sunan sahte Müslümanlar, samimi Müslümanları kapıkulluğuna layık gördüler.
Selamsızlar. Selamı azaltmışlar.
Yaygınlaştırmamışlar. Her birinin kendine göre bir meselesi var. Selamı kesmenin mazereti olur mu demeyin, demek ki oluyormuş. Hz.
Resul'ün Medine'ye geldiğindeki ilk emri selamı yayın iken... Birinden bir şey soracak veya isteyeceksek selam verir olduk. Halbuki tanıdık, tanımadık herkese selam vermekle emredildik.
Sessizler. Mescit dolu. Ama kalpler boş gibi. Namazda saf aynı, beraber. Duada da, tavafta da, tekbirde de lisan aynı. Ama demek ki yetmiyor. Bir de bunun manevi, kalbi, ruhani cephesi var ki o haylice ihmal edilmiş.
İletişim kopuk. İnsanlar genellikle geldikleri gruplarla yolculuk arkadaşlarıyla yoğunlar.
Diğer Müslümanları görmüyorlar. Ne telefon, ne sevgi ve ne de ilgi alışverişi var. Arkadaşa gerek yok gibi, çünkü internet en iyi dost olmuş.
Herkesin mahremini ele alan bir zorba gibi her yere giriyor bu aygıt.
Kavgasızlar. Yüzbinler var belki ama en ufak bir tartışma, itişme, kavga göremezsiniz.
En sevindirici noktalardan biri de bu olsa gerek.
Her yer Mekke ve Medine gibi olsa diyorsunuz!
Her taraf Mekke ve Medine gibi olmasın diye didinen birileri varken zor.
Biraz daha intizamlılar. En temiz ve hassas umreciler; Türkler, Endonezyalılar ve sırayla böyle devam edip gidenler. Fas, Tunus bölgeleri de dikkatli. Ama temizlik, kurallara riayet konusunda hayli mesafe almamız gerekiyor.
Sosyalleşirken, İslam'ı temizlik ve hassasiyeti göz ardı etmemeliyiz. Bazı bölgelerden gelen kardeşlerimize en basit nezaket ve temizlik kurallarını hatırlatmak, eğitimini yaptırmak zorundayız.
Bir O'nun yanında bakışlar aynı. Durum böyle. Ama bir yer var ki O'nun yanında her şeyin rengi değişiyor. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) kabrine doğru yürüdüğünüzde, O'nunla yüz yüze geldiğinde bütün sular, duruluyor, renkler özünü buluyor, gönül sükuna eriyor.
Onun mezarına doğru yürüyenlere hâkim olan tek bir duygu var.
'Özlem, aşk, vuslat, sevgi ve hasret.'

Yahya Bin Muaz: "Günahın küçüklüğüne değil, kime karşı işlendiğine bak."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA