Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Yeniler kendilerine, eskiler Allah’a çağırırdı!

Eskiden İslam devletçileri insanları Allah'a çağırırlardı. Gayeleri insana Yüce Rabbe ulaşmanın yollarını öğretmekti.
Dini Allah'a has kılmışlardı. İhtiyaçlarını, ümitlerini Yüce Rabbe arz ederlerdi.
Allah için severlerdi, Allah için sitem ederlerdi.
'İhlaslı' insanlardı. Kalplerinde bin değil, bir hesap vardı. Hayatı düzgün yaşayıp sahibine tertemiz bırakmak endişesini taşıyorlardı.
Kendilerinin tek örnek, tek doğru olmadığını biliyorlardı. Kendilerini herkesten daha günahkâr, hatta ateşe herkesten daha yakın hissederlerdi.
Kendilerini cennete herkesten daha uzak görürlerdi.
Eskiler, cennet kaygısı ile, yani iman ve amelin ahiretteki karşılığı için değil, Allah'ın rızası için yola çıkmışlardı. Bütün dualarında cennet talebini uygun görmezlerdi. Rabbin rızasını her şeyin üzerinde görürlerdi. Hatta bazen cennet telaffuzundan utanırlardı.
Bir Müslüman'ın kalbini kırmazlardı. Ters bakmaz. Gıybetini yapmazlardı. Açığını aramaz, günahını alenileştirmezlerdi.
Müslüman'ın iffetini iffeti, namusunu namusu sayarlardı. İnsanlardan (halktan) bir şey istemezlerdi.
Halkın sadakasını, zekâtını, bağışını ateş gibi görürlerdi. Alan el değil, veren el olmayı arzu ederlerdi.
İnsanları kendileri etrafında cemaatleşmeye değil, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) otoritesine çağırırlardı.
Hiçbir zaman 'bana gelin' demezlerdi. Ya Hz. Resul'e veya sahabesine veya muteber İslam alimlerine çağırırlardı.
Resme dikkatli bakar ve resmin bütün boyutlarını görürlerdi. Kuran-ı Kerim'i, Hz.
Peygamber'i (s.a.v.), İslam'ın manevi ve fiziki cephesini görür ve oranın sağlıklı şekilde tanınmasına hayatlarını adarlardı.
Eski alimler ümmetin önünde yürümeyi bir övünme, güç devşirme ve hâkimiyetin yolu saymaz, bilakis bu pozisyonu bir imtihan ve bela olarak görürlerdi. Hz. Ömer, oğlunu halife yapmak isteyenlere "bu (halifelik) yola bu aileden bir kurban yeter" sözünü bu nedenle söylemiştir.
Hurafeye, bid'atlere karşıydılar. Ancak halkın;
Allah'a ve Hz. Resulullah'a olan bağlılığını bid'at gibi gören tahribat ehlinin oyununa düşmüyorlardı.
Esas bid'at ve hurafeye batanların Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahabe sevgisine karşı olanlar olduğunu görüyorlardı. Halkı ikaz ediyorlardı.
Ahirette rezil ve rüsva olmaktan çekiniyorlardı.
Mezarın karanlığından korkarlardı. O çetin gün için hesap yapıyorlardı.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hayatını didik didik etmişlerdi. Her ayrıntıyı biliyor ve ona göre hareket ediyorlardı. Temeli Allah'ın kitabına, Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) sahih sünnetine, sahabenin içtihadına dayanmayan hiçbir şeye tenezzül etmezlerdi.
Günahları ve zafiyetleri yanı başlarında dururken, kendilerini ihlas ve ilim şahikası görmezlerdi.
En azından insanların yüzüne bakmaktan haya ederlerdi.
Etraflarında; summun, bukmun, umyun -sağır, dilsiz kör bir taraftar kitlesi oluşturacaklarına, ahiretlerine ihlaslı şahitler hazırlarlardı.
Yalan haber üretmezlerdi. Dedikodu yapmazlardı.
Etraflarında insanların toplanmasını veya insan toplamayı afet sayarlardı.
Teheccüd namazını ihmal etmezlerdi.
Dumanlı havayı, kendilerini saklamak veya başkalarını hedef göstermek için kullanmazlardı.
Şartlara ve havaya göre eğilip bükülmez, karakter kaybı yaşamazlardı.
Günlük virdleri vardı. Dostlarına bunu tavsiye ederlerdi. Onları tespih çekerken gördüğünüzde, onlara acırdınız. Rabbin huzurunda böyle tezellül halindeydiler. Gündüz onlara baktığında, geceki halden eser görmezdin.
Takva satmazlardı. İhlas pazarlamazlardı.
Demeden yaşarlardı. Dünyaya dalmış görsen de onları, hayata ülfetleri hiç olmazdı.
Ellerinde bin dirhem ve dinar olsa da, kalplerinde ona yer açmazlardı.
Yüzlerine bin güneşin ziyası sinmiş zannederdin.
Yüzlerinde, Medine'de vuslata hazırlanmış bir insanın huzuru vardı. Ruhları görünüyor, bedenleri yok oluyordu.
Kimseye yük olmazlardı. Kendileri kazanır ve başkalarına da yardımcı olurlardı.
Yokken riyazat yapmazlardı. Müflisken bir lokma, bir hırka edebiyatı yapmazlardı. Varlık içinde terefe - azgınlığa yanaşmazlardı. Riyazatları varlıktaydı.
Şimdikiler -istisnalarla- işte tam bütün bunların zıddını yapıyorlar. Onun için şerre vesile oluyorlar.
Hayra, necata değil, hüsrana çağırıyorlar.
Ellerindeki televizyonları, medyayı, gazete ve dergileri Allah'ın dinini güçlendirmeye değil; kendi gelecekleri için kullanıyorlar. Acaba bu boşlukta bana ne kalır, bana ne bırakılır hesabındalar. Şunların yerine ben şöylece sessizce bir otursam diye hesap içindeler. Onların sureti hakikatten görünmelerine aldanmayın. Yüzlerine bakın, çağırdıklarına bakın, Allah kalbinizi onlar hakkında kanaat sahibi kılacaktır.
Onlar Kuran-ı azimüşşanı kendi emellerine göre anlattılar, Hz. Resul'den hiç haz almadılar.
Mana dünyamıza rahmani rüzgâr getiren Allah'ın hak dostlarını hiç hazmetmediler. Siz sağa sola bakın. Hâlâ görmediniz mi?

***

Her güç ve iktidar sarhoş mu eder?
Şimdilerde bu söz çokça duyulur oldu. Dünyadaki her iktidar zulüm devşirir mi? Güç eğer beraberinde 'hikmet' taşıyorsa zulüm değil, rahmet devşirir.
Onun için Yüce Allah Hz.
Davud'dan bahsederken 'Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiş, ona hikmet ve güzel konuşma vermiştik.' (Sa'd, 20) der. İktidar ve hikmet beraber ise, vahye uygun bir donanımdır.
Hz. Yusuf'a verilen de 'ilim ve hüküm' (Yusuf, 22) dür.
- Kuran-ı Kerim güce ve mülke olan düşmanlara da dikkat çeker. Hz. Süleyman'ın gücünü elinden alan şeytanlar ve onların yardakçıları Hz.
Süleyman'a büyük bir tuzak hazırlamıştı. (Bakara, 102) Hz. Süleyman'ın imtihana tabi tutulduğunu ve kürsünün üzerine ölü (ceset) halinde bırakıldığını veya başka bir cesedin kürsüye bırakıldığını Kuran haber veriyor (Sa'd, 34-35). Detaylı olan bu olayın özeti şudur: Hz. Süleyman'ın peygamberliğine olmasa da hükümranlığına göz koyulmuştur.
Şeytanlar, cinler ve Hz.
Süleyman'ın açığını arayanlar.
Veya bugün de geçerli olan derin güçler. Hz. Süleyman'ı iktidardan indirmeye çabalayanlar da o çağın derin güçleri değil miydi?
Hükümranlık -güç- hikmet ve ilim. İşte bütün bunlar bir arada olunca Rabbin rızasına uygun olur. Ve bütün oyunlara rağmen muzaffer olmaya devam eder.

***

Ve bugünün ihanetini anlatan bir ayet
Son darbe teşebbüsü, tıpkı şu ayetin işaret ettiği gibidir. Kuran-ı Kerim, Seba Melikesi Belkıs'ın ağzıyla bu hakikati şöyle tanımlıyor: "Melike (şöyle dedi): Doğrusu hükümdarlar bir kasabaya (savaş niyetiyle) girecekleri zaman oranın düzenini bozar da aziz ve şerefli kişileri aşağılık kılıp rezil ederler. İşte (bir ülkeye giren düşmanlar) böyle yaparlar." (Neml, 34) Hikmet, ilim ve samimiyetten yoksun olanlar bir ülkeye girdiklerinde orayı istila ederler. Oranın halkını alçaltıp rezil ederler. Öldürürler. Aşağıları yüceltir, iffetlileri ise zelil ederler. Hesapları bu olur. Bu ayeti kerime son darbe teşebbüsünün bu halka reva gördüğü olayı anlatmıyor mu? Ama bu hesabı bozan elbette Rahman'dır. Yüce Rabbim bu ülkeyi korusun.

***

BİR AYET
"Hani Lokmân oğluna öğüt vererek şöyle demişti: 'Yavrum! Allah'a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.' İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: 'Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.' 'Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.' (Lokmân öğütlerine şöyle devam etti:) "Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır." (Lokman Suresi, 13-16)

***

BİR NÜKTE
Kuran'ın asli gayesi, insana Rabbini tanıtmaktır. İnsanın, kâinatın varlık nedenini anlayıp Rab- insan- kâinat ilişkisini doğru kurmasını sağlamaktır. Bu yolda Rabbin isimleri -esması- önemli bir göstergedir. Bu nedenle de dikkat ederseniz Yüce Allah isimleri -elesmaü'l hüsna- birçok ayetin başında değil de daha çok sonunda yer alır. Birçok ayet; alimhâkim, aziz, ğafur gibi iki esmaya işaret ederek Kuran'da yer alır. Hayatı da işte böyle bitirmek lazım. Esmaya sığınarak. Yüce Allah'ı tanımış olarak. Emirlerine amade olarak...

***

NOT:
Eylülün 8'inde inşaallah yeni yayın döneminde ATV'de sizlerle olacağım. Perşembe akşamı ilk programımız özel bir program olacak. Rabbim hayırlara vesile etsin inşaallah. Perşembe akşamları 'Dosta Doğru', cuma sabahı 'Soru-Cevap', pazar sabahları ise, 'Kuran ve Sünnet' programlarıyla huzurunuzda olacağız.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA