Hayatı şehadetle bitirmek mümin için ebedi cennetin kapısını açan bir onur rütbesidir. Şehit olarak can vermek şehidi yüceltir katilleri ise alçaltır.
Onun için tarihin büyük mazlumları, katillerinden çok daha uzun yaşamışlardır.
İslam tarihinde darağacına çıkan sadıklar 'hasbunallahi ve ni'mel vekil' -Bize Allah yeter, o ne güzel vekildir- demiş ve oraya cennete giden bir merdivene tırmanır gibi tırmanmışlardır. Darağaçları mümine değil, inkârcılara ve münafıklara ürküntü vermiştir. Çünkü onlar inanmaz görünseler de ölümün ötesinde bir âlemin varlığının endişesini taşırlar. Darağacı onları, onlarca meçhul bir âleme götürür zira.
Dikkat ediniz; ne zaman Ömer Muhtar, Seyyid Kutub, Menderes gibi tarihin yakın dönem mazlumları anılsa büyük kitlelerden haşyet ve saygı dolu derin bir amin sesi; katillerine ise bin kahır yükselir. Sünnetullah'ın bir tecellisidir bu...
Firavun, Hz. Musa'ya iman eden sihirbazlara "sizin el ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim" dediğinde, bu tehdit onların iman ve dirençlerini artırmaktan başka bir işe yaramamıştır. Çünkü iman edenin kaybedeceği bir şey yoktur. Müslüman rabbine mazlum bir halde gitmekten de haz duyar. Çünkü böylece katillerini de ebedi ateşe mahkûm eder.
MEKKE'DEKİ ŞEHİT HZ. ZEYD
Hz. Peygamber'den (s.a.v.) İslam'ı öğretecek öğretmen isteyen Mekkeliler gönderilen öğretmenleri tuzağa düşürür ve Hz. Zeyd ile Hz. Hubab'ı esir ederler. Uzun bir aradan sonra iki sahabeye de darağacında can verme cezası verilir. Aslında ikisinin de akıbeti ve darağacındaki metanetleri aynıdır.
Darağacına çıkarılan Hz. Zeyd'e sorarlar. "Son bir isteğin var mı?" "Evet" der, "iki rekat namaz kılmak isterim." Müsaade ederler. Namazı büyük bir vakarla kılan Hz. Zeyd'e, Ebu Süfyan sorar; "senin yerinde burada Muhammed olsaydı istemez miydin?"
Hz. Zeyd "Asla" der. "Asla. Ben bin kez burada can vermeye razıyım ama, Medine'de Efendimizin ayağına bir dikenin batmasına razı olmam."
Hz. Zeyd ve Hz. Hubab darağacında linç edilerek şehadete yürürler. Hz. Zeyd'in son nefeste dediği sözler tüyler ürperticidir, şöyle der: "Ya Rabbi! Biz şu anda mazlum olarak şehit ediliyoruz. Tek üzüntüm senin peygamberine son bir selam iletemememdir. Bu selamımı iletecek senden başka kimsem de yok. Selamımı Resulullah'a iletir misin." Bu son arzusu olur. Son selamı...
O esnada Medine'de sahabeyle mescidde oturan Allah'ın Peygamberi 'Aleyke's-Selam Zeyd!' der. Sahabe anlamaz bu selamın sebebini.
Efendimiz şöyle der: Arkadaşınız Zeyd şu anda Mekke'de şehit edildi. Onun selamını Cebrail bana bildirdi. Selam sana Zeyd!
Yolu açıktı Hz. Zeyd'in. Bu ağaçlar Hz. Zeyd'i, cennetin ebedi bir sakini, katillerini ise cehennemin bir parçası haline getirdi. İslam coğrafyasının katillerinin müminlere verdikleri idam kararlarının bu hadiseden pek farkı yoktur. Çağdaş birer Hz. Zeyd, Hz. Hubab gibi ebedileşir mazlumlar.
Katilleri ise her zaman kahır ve nefretle anılırlar.
Bizim belleğimizde darağaçlarının böyle bir hikâyesi vardır. Bilinmeyenlere, merak edenlere duyurulur.
HAYAT İMAN VE İBADETTEN İBARETTİR
Bir Müslüman için hayat; iman etmek ve iman edilen uğrunda fedakârlıktan ibarettir. Bunu iman et ve iman ettiğin şey için gayret et diye özetleyebiliriz. Hayat eşittir; iman ve ibadet.
Mevki, makam, zenginlik, varlık, yokluk, düşme, kalkma, yükselme, inme gibi hayata dair her şeyini ve fırsatını iman ettiğin ilkeler için harcayacaksın.
Sonuç ne olur! İnandığın davan bütün yeryüzüne dağılır mı? Mümini bu nokta hiç ilgilendirmez. Eğer teslim olmuşsa, bu onu hiç ilgilendirmez. Çünkü ona düşen sadece gayrettir, çabadır. Kaderi yaratan ona ne rol biçmişse, yolu neyle kesişiyorsa onu görecektir. Ne gam ve ne de keder vardır.
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Mekke'deki direnişine bir sekte vurmak isteyen Mekkeliler, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) amcası Ebu Talib'e giderek; "Muhammed'e de ki dursun!Dünyalık ne isterse verelim. Bütün genç kızlarımızdan kimleri isterse evlensin. Mekke'nin altın anahtarı onun olsun. Liderimiz olsun. Ama sadece putlarımıza dokunmasın. Köleleri cesaretlendirmesin.
Eğer bizi dinlemez de bu yola devam ederse onu ortadan kaldırırız."
Mekkelilerin bu teklifini Ebu Talib, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) iletti. Hz. Peygamber (s.a.v.) sessizce dinledi ve sonra amcasına şu tarihi cevabı verdi:
"Amca benim ne onların altınlarına, ne makam ve mevkilerine, ne liderliklerine ve ne de kızlarına ihtiyacım yoktur. Benim bütün arzum onların 'Allah birdir' demeleridir. Ben onlardan hiçbir şey istemiyorum. Amca ben bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğim. Bu dava ya sonuca varacak veya bu kafa bu gövdeden ayrılacak (yani can vereceğim) git ve onlara de; Güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar da bu mücadeleden vazgeçmeyeceğim. Ya başaracak ya bu yolda yok olacağım."
Tarihin sayfalarında şu veya bu şekilde yer alan bütün büyük insanlar ilkeleri uğrunda yaşayan bu tür insanlardır. Dava batıl olur veya doğru; neticede o davaya can veren insanların duruşudur.
İnsanlık tarihinde itibarsız olanlar, hiçbir işe yaramayanlar, çilesiz ve hedefsiz yaşayanlar, hayatı; yemek, içmek, şımarmak, azgınlaşmak, zevkine tapınmak için kullanan boş insanlardır. Onlar sadece arzularına esirdirler. Onlar için gözyaşı düşmüş bir insan, bir mazlum, aç bir çocuk, inleyen bir mağdur hiçbir şey ifade etmez. O kendisine dokunmadıkça hiçbir sosyal olayla ilgilenmez. Azgınlık ve duyarsızlık sarhoşluğunda dolaşıp durmaktadır. Ye, iç, yak, eğlen, kır, dök, kazan, harca, kirlet ve kirlen. Felsefeleri de budur. Ve ne yazık ki bu tarz insanlar günden güne çoğalmaktadır. Bizler derdi ve ıstırabı olan insanları önemsiyoruz.
Bizim gibi düşünmese de. Müslüman olmasa da. Önemli olan bir şeye inanıyor ve inandığı doğrultuda yaşıyor olmasıdır.
Biz; bize ters de düşünse de, yanlışa inansa da, yanlış için mücadele etse de derdi olanı sayarız ve ciddiye alırız. Ama onu değiştirmek ve doğruya çekmek için de hayatımız boyunca mücadele ederiz.
VEFA ABİDELERİNDEN; SON NEFESTE
Uhud harbinin son demlerindedir. Hz. Peygamber şehitleri ve yaralıları soruyor. Şehitleri birbiri ardınca yere uzatmalarını istiyor. Tam 74 şehit var. Yaralı olan Hz. Peygamber (s.a..) yerde oturmuş dostlarına son kez bakıyor. Hüzün bütün Uhud'u kaplamış halde; şehitler içinde Hz. Hamza, Hz. Mus'ab gibi çok büyük insanlar var.
Mezar kazdırıyor. Ve şehitlerin birçoğunu yan yana gömdürüyor. Uhud'da tekbirler duyuluyor. Bütün gözler Hz. Resulullah'ın üzerinde. Hz. Ali efendimizin yanı başında elinde kılıç bekliyor. Hz. Ömer öyle. Her an, her yerden bir ok mızrak veya saldırı çıkabilir. Çünkü Uhud harbinin tümü Hz. Peygamber'in (s.a.v.) çevresinde cereyan etti. Müşrikler onu yani lideri yok etmeye çabaladılar; sahabe O'nu korumaya çalıştılar.
Genç bir şehit vardı. Adı; Hanzala (r.a.). Hanzala; meşhur münafık ve Hıristiyan muhibbi ve aynı zamanda müşrik görünümlü Ebu Amir'in oğlu. Baba desiseci bir adam. Her yerde ve herkesle dirsek teması halinde. Medine'nin eski liderlerinden. Meşhur 'Mescid-i Dırar'ın akıl babası. Oğlu ise o gece zifafa girmiş genç delikanlı Hz. Hanzala.
Şehitler içinde o da var. Şehitlerin tümünün kulakları ve burunları kesilmiş (Buna müşrik Araplar müsle diyorlar. Öldürdükleri Müslümanların kulak ve burunlarını kesip saklarlardı.) Ama bir tek Hz. Hanzala'nınki kesilmemiş. Çünkü Uhud'da babası müşriklerin safında savaşıyordu. Ve savaşın sonunda oğlunun cesedine dokunulmasına müsaade etmemişti. Müşrikler de Ebu Amir'e saygılarından ötürü Hz. Hanzala'nın vücuduna dokunmadılar. O Şehit de Efendimizin önünde. Göz ucuyla bakıyor Hz. Peygamber bu genç şehide. Hanzala'nın saçlarından su damlıyor. Hz. Resul meleklerin Hz.Hanzala'yı yıkadıklarını görüyor. Müminlerden önce melekler su taşıyor Hz. Hanzala'ya. Efendimiz Medine'ye dönünce; o gece zifafa girmiş ve sabah erken Uhud'a koşmuş Hz. Hanzala'nın eşine sorduruyor. Hanzala sabah yıkanmadan mı dışarı çıktı. Hanımı "evet" diyor. "Sizin gittiğinizi, Uhud'a vardığınızı duyunca yıkanmaya fırsat bulmadan evden ok gibi fırladı. 'Efendimiz orada savaşırken benim burada yatakta olmam yakışık almaz' dedi ve cünup yola çıktı." Mesele anlaşılmıştı. O halde şehit olan Hz. Hanzala'yı melekler yıkayıp Rabbin huzuruna gönderiyorlardı.