Türkiye yakın geçmişinin önemsizleştirdiği en mühim gelişmelerinden birisini bu yıl da "sansürün kaldırılması" kutlamaları ve "Erzurum Kongresi"nin toplanma yıldönümü vesilesiyle dolaylı biçimde andı. Halbuki sansürün kalkmasını doğuran ve en büyük millî bayram olması nedeniyle Erzurum Kongresi'nin başlama tarihi olarak seçilen "İnkılâb-ı Azîm" çok partili siyasal hayatımızın da başlangıcını oluşturur.
Bu önemli olayın daha sonra bayram olmaktan çıkarılarak sıradan ve başarısızlıkla neticelenen bir gelişme olarak kavramsallaştırılması onun önemini azaltmaz. Söz konusu önemsizleştirmeyi mümkün kılanın "İnkılâb-ı Azîm" sonrasındaki siyaset tecrübemizin başarısızlığı olduğu ortadadır. Ancak bunu vurgulayan Erken Cumhuriyet ondan gerekli dersleri çıkartmak yerine onun en olumsuz yönlerini alan bir "yeni siyaset" yaratmıştır.
Dolayısıyla bir unutulma duvarının arkasında bırakılmasına karşılık modern siyasetimizin başlangıç noktası olan "İnkılâb-ı Azîm"i tarihselleştirmek günümüze ulaşan bir süreci ve güncel siyaseti anlayabilmenin de temel koşullarından birisidir. Bunun yapılması toplumumuzda bir asrı aşan zaman diliminde varolan katılımcı siyasetin son derece ağır bir gelişim izlemesinin nedenlerinin de kavranabilmesine yardımcı olacaktır.
Devleti kurtarmak
"1908 İnkılâbı" kendisi için daha sonra yapılan şatafatlı kavramsallaştırmalara karşılık özünde askerî ve sivil orta ve alt düzey bürokratların gerçekleştirdiği bir eylemdi. Büyük bir değişim iddiasıyla ortaya çıkan bu hareket özünde bölgedeki "status quo"nun değişmesini engellemeye çalışan "muhafazakâr" bir girişim idi.
Hareketin motor gücü olan Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti'nin değişik forumlarda açıkladığı gibi amaç son tahlilde "devleti kurtarmak" idi. Bu nedenle "inkılâb"dan farklı beklentileri olan kitleler coşkulu mitingleri sürdürdüğünde Cemiyet "herkes işinin gücünün başına dönsün" temalı beyannâmeler ile bunları sonlandırmıştı. Benzer şekilde örgüt "hürriyet"i "vergi vermeme" biçiminde yorumlayanlara karşı sert bir bürokratik refleks ortaya koymuştu.
Bu nedenle "inkılâb" millet için yapılmakla birlikte "millet"in arka planda kalmayı sürdürdüğü bir yeni düzeni beraberinde getirmişti. Dolayısıyla katılımın göreceli artışı, partiler aracılığıyla siyasetin tabana doğru genişlemesi benzeri gelişmelere karşılık Meclis-i Meb'usan "devlete meydan okunan bir yer" olamamış, bilhassa 1914 sonrasında "bürokrasinin uzantısı" haline gelmişti.
Bu açıdan bakıldığında kapsamlı bir toplum mühendisliği projesini "mega söylem"ler kullanarak uygulamaya geçirmek isteyen bürokratik bir örgütlenme Tanzimat kadrolarından farklı olmayan bir amacı hedeflemişti. İttihad ve Terakki ricâlinin üst düzey bürokrat konaklarında değil Merkez-i Umumî'de toplanması, siyasal partiler ve meclisin varlığı bu konuda niteliksel bir farklılık doğurmuyordu.
Dolayısıyla "İnkılâb-ı Azîm" bürokrasinin sistem üzerindeki kontrolü ve "devlet merkezli" toplum mühendisliği projelerini hayata geçirme gayretleri açısından büyük bir değişime neden olmamıştı. Bunların bürokrasinin üst katmanları yerine daha geniş orta tabakaları tarafından ve siyasal bir örgüt aracılığıyla gerçekleştirilmesi ise etkinliği artırmıştı. Ancak adına büyük dönüşümler yapıldığı iddia olunan "millet"in sürece katılımı gene son derece sınırlı oluyordu.
Bürokrasi ve millet
1908 sonrası siyaset tecrübemizin başarısızlıkla neticelenmesinde etkin bürokratik kontrolün önemli bir payı vardır. Burada sorun bürokrasinin "varlığı" değil onun sistemi "kontrol" altında tutma girişimleri ve siyaseti toplumsal taleplerin karşılanması yerine kendi projelerinin hayata geçirilmesi olarak kavramsallaştırmasıdır. Bürokrasi bu şekilde kavramsallaştırılan "siyaset"in dümeninde oturmayı ve "siyasal katılım"ın büyük projelerinin gerçekleştirilmesine engel olmamasını temel hedefleri olarak görmüştür.
Tekrar edilmesi gerekirse karşılaşılan mesele Osmanlı askerî sınıfına uzanan bir geçmişe sahip olan ayrıcalıklı ve kendisini özgün, devletin çıkarını bilme tekeline sahip bir tabaka olarak gören bürokrasinin taleplerin karşılanmasını hedefleyen katılımcı siyaseti anlamsız ve büyük projeleri engelleyici bir eylem olarak görmesidir.
Bu da kendisi "uğruna her türlü fedakârlık" yapılan "millet"in siyasette edilgen bir rol oynamasını gerekli kılmaktaydı. Bürokrasinin yardımı olmadan iktidara ulaşması mümkün olmayan "millet" ise bu nedenle kısa aralıklar dışında ortak olabildiği iktidarı devretmek zorunda kalıyordu.
Nitekim bürokratik girişimlerle başlatılsa da tabana yayılan Kongre İktidarları (1918- 1920), Erzurum Kongresi akabinde tedricen iktidarı bürokrasiye devretmiş ve süreç 1923 sonrasında tamamlanmıştı. Çok partili yaşama geçiş sonrasında yeniden iktidara ortak olma girişimi ise 1960 Darbesi'nin getirdiği yasal çerçevesi güçlendirilmiş "vesayet"i karşısında bulmuş ve "yüksek siyaset" bürokrasiye terkedilmişti.
Bürokrasinin dönüşümü
Dolayısıyla sorun "İttihadçılık" olarak kavramsallaştırılarak, Cemiyet'in ortadan kalkması ile son bulan bir gelişme olmaktan fazlasıyla uzaktır. Bürokratik egemenlik ve katılımcılığın sınırlanması çabaları İttihad ve Terakki Cemiyeti'nden önce varolduğu gibi Osmanlı çöküşü ve yeni rejimin kurulmasından sonra da devam etmiştir.
1908 sonrasında siyasetin başarılı olamamasının önemli nedenlerinden biri "devleti kurtarmak" amaçlı bürokratik "yüksek siyaset"in egemenliği idi. Yeni rejim ise bunun tüm olumsuzluklarını sahiplenen bir siyaset anlayışı geliştirecektir. Bu devamlılık ve 1960 sonrasının katılımcılık karşıtı vesayetinin olağanüstü direnci sorunun yapısal karakterini ortaya koymaktadır.
Karşılaşılan sorun, katılımcı siyasetin iktidar payını artırdığı dönemlerin ardından bürokrasinin "yüksek siyaset" program ve hedeflerini içselleştirmesi ve onların savunucusu durumuna gelerek "talepleri karşılama" anlamındaki siyasete yukarıdan bakmasıdır.
1908 sonrasında belirgin şekilde görüldüğü gibi kitlelerin "devlet"i şekillendirme, ona "meydan okuma" girişimleri her seferinde katılımcı siyaset aracılığıyla sözcüsü durumuna getirdiği temsilcilerin karşı tarafa geçmesiyle neticelenmiştir.
Günümüzde bu alanda büyük bir değişimi gerçekleştirdiğini düşünerek "yüksek" siyaset yerine "gerçek" siyaseti egemen kıldıklarını savunanların da kökleri derin bu gelişmeden alacakları önemli dersler bulunmaktadır.
Yakın tarihimiz "millet" adına büyük dönüşümlerin öncülüğünü yaptığını savunan siyasal yapıların bürokrasi tarafından farklılaştırılması ve onun programına kazandırılmasının da tarihidir. Bu nedenle "İnkılâb-ı Azîm"in "Basın Bayramı" olmak ötesinde önemli etkilerinin bulunduğu anlaşılmalıdır.