Değerli akademisyen Ali Bayramoğlu Türkiye'deki başkanlık sistemi tartışmasının gelişimine değinen yazısında bunun Celâl Bayar'ın "saf millî irade" yaklaşımı üzerinden Türk muhafazakârlığı ile eklemleştiğini vurguladı (Yeni Şafak, 26 Şubat 2015). Bir diğer değerli akademisyen Ahmet İnsel ise bu muhafazakâr yaklaşımın köklerinin üçüncü cumhurbaşkanının da mensuplarından olduğu Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti'nde bulunabileceğini dile getiren bir değerlendirme yaptı (Radikal, 27 Şubat 2015). İnsel yazısında "Türk tipi başkanlık sistemi önerisine tarihsel bir dayanak aranacaksa, esas olarak İttihat ve Terakki muhafazakârlığı"na bakmanın gerekli olduğunu ileri sürdü.
Örgüt kültü
İttihad ve Terakki Cemiyeti güncel tartışmalarımızda sıklıkla atıfta bulunulan bir örgütlenme olmasına karşılık hakkındaki yaygın kanaatlerin büyük çoğunluğu hatalıdır.
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, İttihad ve Terakki gizli faaliyet döneminden başlayarak "lider" merkezli örgütlenmenin karşısında olmuştur. Cemiyet'in lider kültüne dayalı II.Abdülhamid rejimine karşı bayrak açtığı göz önüne alındığında bunun fazla şaşırtıcı olmadığı ortadadır. Örgütün içinde de facto lider durumuna gelmeye çalışan Ahmed Rıza Bey'in durdurulmasından yeni yapılanmalarda "riyaset"in ya fahrî düzeyde tutulması ya da olmadığının vurgulanmasına ulaşan bir yelpazedeki tutumlar, lider merkezli yapılanmaya karşı takınılan yaklaşımı ortaya koyar.
Örgüt 1906'da Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti adı altında yeniden teşkilâtlandırıldığında "başkan"ı olmayan, değişik görevlerin eşit haklara sahip üyelere dağıtıldığı bir merkezî yürütme heyeti ve her birinin farklı dahilî nizamnamesi bulunan, tamamen özerk yerel şubelerden oluşan bir yapılanma yaratılmıştı. Cemiyetin 1908 sonrasında yasal bir örgüt haline gelmesi ve açık siyasal faaliyette bulunması nedeniyle gerçekleştirilen değişiklikler dışında bu iskelet ilerleyen yıllarda da muhafaza edilmiştir.
Bu yapılanma içinde İttihad ve Terakki "örgüt kültü" ve ideolojiyi ön plana çıkaran, içinde tek kişinin aşırı güçlenmesine izin verilmeyen bir cemiyet olmuştur. Cemiyetin "lider"i değil "liderleri" vardı. Siyasal örgütlenme Dr. Nâzım ve Dr. Bahaeddin Şakir Beylerin liderliğinde yürütülmüş, askerî, paramiliter alanlarda Enver ve Cemal Paşalar sivrilmiş, esnaf teşkilâtlanması Kara Kemal Bey'in idaresi altında yapılmış, ekonomi partinin ideolojik yaklaşımlarıyla uyumlu olmayan liberal tezleri benimseyen Cavit Bey'e emanet edilmiş, parti ideologları olarak Ziya Gökalp ve Hüseyinzâde Ali Beyler faaliyette bulunmuş, bu özerk alanlar arasında koordinasyonu ise Talât Paşa sağlamıştır. Bunun yanı sıra bilhassa 1913 sonrasında merkezin kontrolünün artmasına karşın yerel teşkilâtlar geniş bir özerklik içinde çalışmış ve mebusların belirlenmesinde önemli rol oynamışlardır.
Dolayısıyla İttihad ve Terakki "güçlü lider" yaklaşımının karşı tezi bir yapılanma olmakla kalmayıp örgüt içi demokrasiyi, otoriter bir ideolojiyi savunan bir örgüt için oldukça iyi işletmiştir. Merkez-i Umumî üyeleri sıklıkla değişmiş, önde gelen isimler değişik görevlerde istihdam edilmiş ve önemli kararlar uzun tartışmalardan sonra alınmıştır. Bir karşılaştırma yapacak olursak, İttihad ve Terakki, parti içinde dengelenemeyen güce sahip, yerel teşkilâtlara dilediğince müdahale eden, milletvekili adaylarının kimler olacağı yolunda son sözü söyleyen başkanlara sahip günümüz partilerine nazaran "örgüt içi demokrasi"yi çok daha güçlü biçimde hayata geçirmiştir.
Millet iradesi
Güçlü, tek, karizmatik ve örgüte her istediğini yaptıran "lider"likten sakınan İttihad ve Terakki Cemiyeti "hakimiyet-i milliye" kavramına da sıklıkla atıfta bulunmakla beraber bunu bir fetiş haline getirmekten kaçınmıştır.
İlginç olarak bunu fetişleştiren Cemiyet muhalifleri olmuş, örneğin Hakimiyet-i Milliye adındaki gazete Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırka-i İbad) tarafından yayınlanmıştır. Benzer şekilde meclis konuşmalarında da muhalefet bu kavrama daha fazla atıf yapmakla kalmamış, bunun yanı sıra "seçim" dışı araçları, bilhassa orduyu devreye sokmakla suçladığı İttihad ve Terakki'yi "hakimiyet-i milliye"ye söylem ötesinde değer vermemekle itham etmiştir. Bu açıdan ele alınırsa İttihad ve Terakki, "hakimiyet-i milliye" kavramını tıpkı çok partili yaşam öncesi CHP'si gibi kullanmış, bu kavramı fetişleştiren, onun gerçek anlamıyla hayata geçirilmesini talep eden ise siyaset yelpazesinin değişik yerlerinde bulunan muhalifler olmuştur.
Bu nedenlerle "başkanlık" sistemi arzularını Celâl Bayar üzerinden İttihad ve Terakki muhafazakârlığına bağlamak oldukça zordur. Burada işaret edilmesi gereken bir diğer olgu da İttihad ve Terakki Cemiyeti üyeliğinin 1908 sonrasındaki yaygınlığıdır. Örneğin Atatürk ve İsmet İnönü de örgütte yasa dışı faaliyet dönemlerinden itibaren görevler almışlardır. Bu nedenle Bayar'ın katılımının kalkınmacı muhafazakâr siyaseti İttihadçılık ile ilişkilendirme alanında yetersiz kalacağı vurgulanmalıdır. Bayar'ın 1960 ve 1970'li yılların sonlarında dile getirdiği görüşlerin kalkınmacı muhafazakârlığı ne derece temsil ettiği de tartışmalıdır.
İkiörnek
"Türk tipi başkanlık" alanında yakın tarihimizde iki çarpıcı örnek bulunmaktadır. Bunlar güçlü şahıs kültleriyle desteklenen II. Abdülhamid rejimi ile Takrir-i Sükûn ilâ çok partili yaşama geçiş aralığındaki Erken Cumhuriyet otoriterliğidir (ikinci dönem de 1938 öncesi ve sonrası biçiminde bir ayırıma tabi tutulabilir). Her iki örnekte de modern bürokrasi ile çalışan neo-patrimonyal liderlik fiilî "başkanlık" rejimi yaratmıştır. Önemli olan birinci dönemde "millî irade"nin dışlanması, ikincisinde ise onu "halk adına ama halka rağmen halkçılık" biçiminde kavramsallaştırılmasıdır.
Bu nedenle "Türk usûlü başkanlık"ın tarihsel köklerine "saf millî irade" fetişizmi üzerinden ulaşabilmek mümkün değildir. Kalkınmacı muhafazakârlığın vesayet eleştirileri uzun süre "başkanlık sistemi" benzeri bir çözümü temel almamıştır.
Dolayısıyla Turgut Özal ile başlayarak "başkanlık sistemi" taleplerini "saf millî irade" üzerinden meşrulaştırmaya çalışan yaklaşımların özgün bir gelişme olarak ayrı bir kategoride değerlendirilmesi gerekir. Bunun anlamlı tarihî kökleri yoktur. Benzer şekilde "fiilî başkanlık rejimlerine" tepki olarak gelişmiş örgütlenmelerin bu sistemin başlatıcıları olduğunu söylemek de mümkün değildir.