Ohh be, çok şükür! Sesimizi çıkarttık, sosyal medyada başlatılan kampanyaya katıldık, üşenmedik ve amacımıza ulaştık. Çünkü biz; lüks şezlonglar yerine kuma havlumuzu serdiğimiz, el buzluğunda taşıdığımız içeceklerle plaja gittiğimiz, taşların arasında ayaklarımız acıyarak yüzmenin zevkini hiçbir şeye değişmediğimiz, çimlere uzandığımız, fırından çıkan taze tahinli çöreği almak için yollara düştüğümüz, kahvede demli çayımızı içip iki lafın belini kırdığımız için sevdik Bozcaada'yı...
Bizim lüksümüz; beş yıldızlı oteller, reklamlı şemsiyeler, talan edildikten sonra minderlerle, perdelerle, pahalı mönülerle cilalanmış plajlar değil, kendimiz gibi olmaktır Bozcaada'da.
Adamızın sokaklarında en salaş halimizle dolanmayı, tanımadıklarımızla selamlaşıp bir kadeh şarap içmeyi, yenilenmeyi, tazelenmeyi, güzel dostları, unutulmaz anıları, buz gibi ve mis gibi denizi, taptaze otlarla hazırlanmış yemekleri, bağ evlerinde yaptığımız o nefis kahvaltıları hangi lükse değişebiliriz ki biz...
Sonra duyduk ki talan edilmedik yer bırakmak istemeyenler, Bozcaada'yı da bizden almak için girişimde bulunmuş. 22 Kasım'da adanın en bakir koyu Sulubahçe'yi ihaleye açacaklarmış.
Bunun üzerine hemen #BozcaadaBizim kampanyası başlatıldı sosyal medyada. Binlerce kişi katıldı ve dün sabah adalı dostum Deniz Pak'tan müjdeyi aldım. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü'nün kararıyla, Sulubahçe doğal sit alanı sayılıp ihaleye kapatıldı ve hiçbir yapılaşmaya izin verilmeyeceği açıklandı. Bozcaada yeniden doğdu, içimize umut doğdu.