Bir yandan "emperyalizme diz çöktürmüş büyük lider" diye Fidel Castro'ya ağıt yak!
Öte yandan kendi ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanını "fena halde diktatör" diye Batı'ya şikâyet et!
Bir yandan "Erdoğan mitleştiriliyor" diye mızmızlan, öte yandan Castro'yu "devrimci ruhun her yaşta genç kalabileceğini gösteren ölümsüz lider" diye kutsa!
Bir yandan homur homur "kapitalizm ne kötü be birader" diye söylen.
Öte yandan "uluslararası faiz düzeni" ile mücadele eden Türkiye Cumhurbaşkanını cehaletle suçla!
Bir yandan Castro'nun yapıp ettiklerini "devrimci şiddet" güzellemesiyle paketle!
Öte yandan kendi ülkenin "terörle mücadelesi"ni engellemek için canla başla uğraş!
Riya, ikiyüzlülük, kötülük!
Ne derseniz deyin.
Fakat bunun adının siyaset olmadığına emin olun.
Kendi ülkesine, kendi toplumuna, kendi devletine bu kadar yabancı aktörlerin verdiği sefil bir iktidar kavgası bu.
Bunlar, Türkiye'nin AB ile kendi çıkarlarını maksimize etmek namına girdiği mücadelede açıkça Türkiye'nin karşısında tavır alanların ta kendisi.
Kemal Kılıçdaroğlu.
CHP Genel Başkanı.
Hiç sıkılmadan, hiç utanmadan şu sözleri sarf etmiş.
"Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu tarihten bu yana yüzünü Batı'ya ve uygarlığa dönmüş bir ülkedir. Biz laik, demokratik, sosyal hukuk devletini koşulsuz savunan bir ulusuz.
Bir kişiye, bir kişinin söylemlerine kızıp, 80 milyonluk bir ülkeye yaptırımlar uygulamayınız. Bu, bir halkı cezalandırmak olur.
Biz kendi ülkemizde bu mücadeleyi zaten yapıyoruz. Hiç kimsenin endişesi olmasın.
Birileri Türkiye'yi teslim almak istiyor ama tek bir CHP'li dahi bu ülkeyi bir kişiye asla teslim etmeyecektir." Yani diyor ki, Erdoğan'la hesabınız neyse onu görün.
Biz de size yardımcı oluruz.
Zaten onun için buradayız.
Bizden desteğinizi çekmeyin.
Elbirliğiyle bu adamı devireceğiz!
Bunun adı muhalefet öyle mi?
Hem de ana muhalefet!
"Gayrı milli, gayrı milli deyip duruyorsun" diyorlar.
İşte bu gayrı milli duruşun ta kendisi.
AB'den ABD'den "siyaset önerisi" adı altında talimat alanlar, siyaseti Batı'dan alınan desteğin adı sananlar bunlar.
Cin şişeden çıktı.
Bir daha onu geriye sokamazsınız.
Türkiye, AB ile de ABD ile de ilişkilerini tutku ve bağımlılıkla değil, çıkarları namına, kendi ad ve hesabına sürdürüyor.
Kendi menfaati uğruna, AB'nin krizlerinden de, dünya siyasetinin geldiği yeni noktadan da yararlanmaya çalışıyor.