Halen 15 Temmuz'daki kanlı darbe girişimini yargılayan iki yüze yakın dava açıldı.
Bunların en önemlilerinden birisi de 1 Ağustos günü Sincan'da başlayan "Akıncı Üssü davası."
Girişimin ana karargahı olarak kullanılan Akıncı Üssü, TBMM, Külliye yakınındaki kavşak ve Emniyet Özel Harekat Dairesi dahil 6 önemli yerin bombalanma emrinin verildiği yer.
Darbecilerin genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarını derdest ederek götürdükleri askeri tesis.
Aynı zamanda FETÖ'nün darbe girişiminin arkasındaki örgüt olduğunu gösteren 5 sivil de bu üste yakalanmıştı: Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Nurettin Oruç, Hakan Çiçek ve Harun Biniş.
1 numaralı sanığın Fetullah Gülen olduğu 486 sanıklı bu davaya Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yanı sıra genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları, şehit yakınları, gaziler ve siyasi partiler müdahil olmuş durumda.
Bu yönüyle hem Türkiye hem de dünya kamuoyunun dikkat kesildiği bir davadan bahsediyoruz.
İyi yazılmış dava iddianamesinden anlaşılan FETÖ, 1 Kasım 2015 seçimlerinden 8 gün sonra Adil Öksüz yönetiminde darbe hazırlıklarına başlamış.
"Dini görünümlü" söylemleriyle kontrollerindeki "askerleri" darbeye teşvik eden Öksüz, 11-13 Temmuz tarihleri arasında son talimatları almak için Gülen'in yanına gitmiş.
Batmaz ile birlikte aynı uçakta ABD'ye seyahat etmişler.
Aynı koğuşlarda kaldıkları için rahatlıkla organize bir savunma söylemi kurabilseler ve inanılmaz bir pişkinlikle her şeyi reddetseler de FETÖ'cüler, dijital verilerdeki varlıklarını ve ifade çelişkilerini örtemezler.
Ateş etme emirlerini ya da fotoğraflarını silemezler.
"Arsa bakma" ya da "hayvan belgeseli çekme" açıklamalarının kimseyi ikna edemeyeceği de çok açık.
Bence zaten FETÖ'cüler de bunu hedeflemiyor.
Önde gelenleri ağır cezalar alacaklarını pekala biliyorlar.
Asıl dertleri örgüt içi dayanışmayı devam ettirerek çözülmelerin önüne geçmek.
Şahıslardan ziyade örgütün kendisini korumak.
Liderin ve üst düzey kadronun kaçak olması nedeniyle geri gelecekleri yönündeki "ümitlerini" koruyorlar.
Ve temel hedefleri, dünya kamuoyuna darbe girişiminin arkasında FETÖ'nün olmadığı yönünde bir izlenim verebilmek.
Böylece, 15 Temmuz gecesi yaşananlar üzerinden yaptıkları polemiklerle kurdukları "kontrollü darbe" söylemini pekiştirmek.
Ve hem Gülen'in hem de diğer FETÖ'cülerin iadesi ihtimalini tümüyle ortadan kaldırmak.
Batı medya kuruluşlarının FETÖ'cülerin mahkeme sırasında değiştirdikleri ifadelere referansla bu darbe girişiminin arkasında Gülen olduğu gerçeğini "tartışmalı" bulmaları ise bu kampanyaya hazır, istekli olduklarını göstermekte.
Darbe girişimi sırasındaki vahşete değil de ifade çelişkilerine odaklanmaları da eğilimlerini açık etmekte.
Gülen'in hâlâ "sürgündeki Müslüman vaiz" şeklinde resmedilmesi bile 15 Temmuz davalarının sonuçlarını tanımayacaklarını düşündürmekte.
Sanık ya da tanık ifadelerini önemsemeyen ve Türk yetkililere "dijital delil" soran Batılı muhatapların tutumunun olumlu olmadığı ortada.
Sözgelimi FETÖ lideri Gülen'i ziyaret edenlerin, Öksüz ve Batman gibi, kayıt ve görüntülerinin FBI tarafından Türk mahkemelerine verilmesi ne kadar katkı sağlardı, değil mi?
Yine de dünyaya FETÖ'nün ne kadar farklı bir terör örgütü olduğunu anlatmaya devam etmeliyiz.
1960'lı yıllarda "vaizlik" yapmaya başlayan Gülen'in onlu yıllar boyunca "istisnai bir kült hareketi" oluşturduğunu anlatmalıyız.
En başından beri içinde taşıdığı "paralel devlet yapılanması" projesini sivil, dini hizmet görünümlü yapı ve ağlarla gizlediğini açıklamalıyız.
Dıştaki hoşgörü ve diyalog söyleminin örtüsü açıldığında örgütün bağlılarının kesin inançlı ve radikal dünyalarına girilebildiğini söylemeliyiz.
Tıpkı DEAŞ ya da El-kaide bağlıları gibi...
Dünya kamuoyuna anlatırken, kanlı 15 Temmuz darbe girişimini yönetenlerin bu "sivil" görünümlü fanatikler olduğunu vurgulamakta fayda var.
Not: Geniş bilgi için SETA'nın yayımladığı "15 Temmuz'un Sivil Yönetici Sanıkları" başlıklı analize bakılabilir.