Yine kana bulandı canlar, meydanlar. Acı yüreğimize oturdu, hiç gidesi yok.
Cumartesi günü doksan yedi insanımız canlı bombalar yüzünden hayatını kaybetti. Reyhanlı, Diyarbakır ve Suruç'da "bu ülkeyi" hedef alan terör bu kez başkentimizde daha güçlü bir şekilde baş gösterdi. Ülkemde hiçbir meydanın, kamusal alanın güvenli olmadığını haykırırcasına.
Hepimizin yüreği yandı ve bu saldırının Cumhuriyet tarihinin "en acı olayı" olduğunda birleştik. Ama kimseyi şaşırtmayacak bir şekilde sadece acının büyüklüğünde anlaşabildik. Peşi sıra, farklı her siyasal kesim, terör saldırısının faili, sorumlusu, amacı ve kime yaradığı konularında "bildik" açıklamalara sarıldı.
Artık kolaylıkla tahmin edilebiliyor hangi siyasal kampın terörün, kaosun sorumluluğunun kimde, nerede olduğunu söyleyeceği. Hükümet, saldırının ülkenin bütünlüğüne ve demokrasisine yapıldığını söylerken muhalefetin ezberi çok net:
"İktidarın yarattığı şiddet ortamı ülkeyi kan gölüne çevirdi" ve "1 Kasım seçimleri iptal edilmek isteniyor."
Nicedir eğriyi doğruyu karıştıran bulanık zihinler terör planlayıcılarını, Suriye'deki değişen dengeleri ve Türkiye'nin Suriye içine çekilme hamlelerini görmeden fikri sabite odaklandı. Ve zaten bildiği, her sorunda "baş ve tek suçlu" gördüğü aktörü hemen işaret etti: AK Parti iktidarı.
Uyanık olalım. Her bir terör eyleminin istediği lanetlenesi havadır bu. Terörün sorumluluğunu siyasi rekabet halindeki aktörlerin birbirine atması sadece terörün amacına hizmet eder.
Elbette, iktidarlar halkın güvenliğini sağlamakla ve zafiyetin hesabını vermekle sorumludur. Türkiye'nin çok boyutlu terör sorunu "tam da birliğe, beraberliğe ihtiyacımız olan bu dönemde..." denilerek geçiştirilemez. Güvenlik birimlerinin kapasitesi etrafımızdaki bölgenin "dinamik" tehditlerine göre yeniden yapılandırılmalıdır. Sözgelimi Rusya'nın Suriye'de artan askeri varlığının üreteceği sonuçlara şimdiden hazır olmalıyız.
Muhalefet de hesabı sorarken demokratik sabır ve sorumluluk göstermek zorunda. Bu sorumluluk en çok da acının yoğun olduğu zamanda gerekli. Ankara'daki saldırı Türkiye'yi, hepimizin dirliğini hedef aldıysa hiçbirimizin dili nefretin ve şiddetin cümleleri olamaz.
Ancak "katilleri biliyoruz, tanıyoruz" söylemi ile HDP eş genel başkanı Demirtaş'ın "bu devlet tarafından halkımıza yapılan saldırıdır" demesi yeni kanların dökülmesini çağırmaktır. Siyaset ile şiddet arasına mesafe koyamayan öfkeli bir pozisyondur.
Acıyı ve öfkeyi birleştiren böylesi bir tutum ise ancak intikam hissini besler. Bu durumda hemen birileri yetişir ve PKK yöneticisi Karayılan'ın "ölümsüzler taburu metropollerde harekete geçer" sözünü hatırlatır kamuoyuna. Fasit daire tamamlanır; sözler kana bulaşır.
Sözler "kana bulaşıyor," "kanı çağırıyor" ise siyasete olan inancı yıkmak hedefleniyor demektir.
Tam da terörü planlayanların arzu ettiği gibi.
Bu ülkenin çocukları terörü de hak etmiyor, dökülen masum kanlar üzerinden nefret siyaseti yapılmasını da. Evet, Ankara'da katliam yapan iradenin amacı bu ülkenin insanlarına "yönetilemediği" hissini vermektir. Bu ülkenin "katliamlar ülkesi olduğu" fikrini büyütmektir. Dahası, "zaten Türkiye'nin sorunlarını hiçbir zaman çözemediği" şeklinde özcü bir kanaati yaygınlaştırmaktır. Son iki yılda yaşanan türbülansı kalıcı kılma gayretidir. Siyasal ve toplumsal fay hatlarını derinleştirerek kaosu hüküm ferma kılmaktır. Nihai amaç ise Türkiye insanının özgüvenini ve aktörlüğünü zayıflatmaktır.
Yarınlar için ümitliyim. Ülkemin insanları mevcut türbülansı aşabilecek azim ve inançla donanımlı olacak kadar uzun ve zorlu bir yoldan geliyor.