Çok dua ettim. Ziyafet sahibi beni ziyafetten mahrum edecek diye korkuyordum. Ziyafetten daha fazla pay alma güdüsüyle dua ettim. Payıma düşen açlık üstüne açlık, susuzluk üstüne susuzluktu. Ziyafeti sunanın bunu korkak ve tamahkarlara sunmadığını anlayamadım. Ama şimdi yıldızları yavaş yavaş sönmekte olan bu taze sabah yeni bir duaya başlamak istiyorum... Ey ziyafetin sahibi ben açım. Ne zaman yiyeceklerini yesem, onlar da beni yiyor, acıkıyorum... Yediğim zaman sonsuzluğa kadar doyacağım bir yemek nasib et bana yarabbi... Zira biliyorum, yemesini ve yediğini bilen her aç için senin ziyafetinde tokluk vardır. (MIHAIL NUAYME/Kalk Son Gününe Veda Et)
***
Beceriksizliğinden yüzü kızarmış, incinmiş ve yaralı bir hayattan daha hakiki bir şey görmedim. (
CHRISTIAN BOBIN/ Neşe-İnsan)
***
Bu adaya geldikten sonra müthiş bir kitap düşmanı kesilmiştim. İnsanlara bütün zehrin ondan geldiğine kanaat ediyordum. Kitap bizi hiçbir zaman hakikat olmayacak rüyalarla, arzularla zehirleyip çıldırtıyordu. İnsanlara kitap okutmak kanatları kesilmiş, ayakları bağlanmış kuşlara geniş ufukları göstermek gibi bir zulümdü (...) bu narin genç kızı, kitap sayfalarından esecek sert emel rüzgarlarına maruz bırakabilir miydim? (
REŞAT NURİ GÜNTEKİN/Akşam Güneşi)
***
Naneleri topladım. Köklerdeki toprağı temizledim. Sık ve alçak mandalina ağaçlarının arasından bahçenin daha da içine, kuyuya doğru yürüdüm. Geniş ağızlı, taştan örülmüş bir bostan kuyusu. Suyun çok yakında, birkaç metrede olduğu hep hissedilir. Özellikle akşamları. (
MEHMET GÜNSÜR/İçeriye Bakan Kim?)
***
Yorgun, yaralı bir ayak ılık sabunlu suya girince nasıl gevşer, dinlenirse, gözlerim de bu manzaraya öyle daldı, içinde rahatladı. (
REFİK HALİD KARAY/ Gurbet Hikayeleri)