Pazar günlerini saymazsak...
Bu köşede epeydir, "insan"dan konuşamıyorduk.
Siyasal/sosyal gündem öylesine sıkıştırmıştı ki...
Modern insanın hinlikleri ve sersemliklerinden, endişelerinden ve sevinçlerinden ve elbette bir silah gibi kullandığı o uzun "dil"inden konu açamıyorduk.
Fakat o zaman da siyaseti bir yere kadar anlayabiliyorsunuz.
Kafanıza dank eden siyasal/sosyal gerçekler ses çıkardıklarıyla kalıyor.
***
Bakınız, eski amiral gemisinin meşhur pop sosyologu dün iktidarı "
kalp kırmadan gönül fethetme"ye çağırmış.
O halde, soralım...
Bu beyefendi kalpten ne anlıyor olabilir; gerçekten bir "gönül" sahibi olabilir mi?
Ah! Tabii bu soruların cevabını aradığınızda işler nasıl da karışıyor.
Hatta bu soruların cevabını aradığınızda demokrasi ve iktidar kavramlarına bile derinden bakma imkanı ortaya çıkıyor ki, çok rahatsız edicidir. Çünkü bakanın gözleri kararır.
Mesela "
hep bana, hep bana" diyerek yaşayanların gönlü var mıdır?
Yirmi küsur yıl medyanın tepesinde durup hükümetler devirip hükümetler kuran;
ömrü sermaye ve bürokratik oligarşiyle pazarlık yaparak geçen biri toplumda oluşan kalp kırıklıklarını gerçekten ciddiye alıyor olabilir mi?
Hazlarının kulu kölesi olanlar gönüller fethetmenin ne anlama geldiğini bilebilir mi?
Geçiniz!
Neyse daha fazla kişiselleştirmeden anlatayım...
Bütün Nişantaşı, Ulus, Çankaya tayfasının bayıldığı tasavvuf piri dahi gayet açık ifade etmiştir zamanında: "
Varlığını masivadan temizlemeyende gönülden eser yoktur!"
Yani görünür madde alemiyle
haşır neşir olmaktan başını alamayan
biri ne anlar gönülden ve başkalarının
gönlünü fethetmekten?
***
Meselenin demokrasi ve toplumsal iktidara derinden bakmak ile ilgisinden söz etmiştim değil mi?
Ona da kısaca değineyim..
Elizabeth Farrely "
Modern siyaset şımarık çocukları pohpohlama sanatına dönüştü" derken
haklıdır. Bu yüzden iktidarların
huysuz seçmenleri kaybetme korkusu
direksiyonun şirketlere, ordulara
ve karanlık güçlere bırakılmasına
neden oluyor.
Yani hiç lamı cimi yok!
Güçlü ve yeni bir siyasetin yolu bir miktar "kalp kırmak"tan geçiyor.
Zor konu...
Ama anladınız siz onu!
Üstelik, yer bitti. Başka zaman devam ederiz.