Öyle şeyler olmaya başladı ki, şu soruları kafaya takmamak imkânsız... Sermaye ve medya oligarşisi 2015 sonrası Türkiye'ye karşı cenahtan "adam devşirerek" mi hazırlanıyor?
Politik doğruculuk ve yapay bir Batıcılık çizgisi üzerinden yeni bir ekip mi oluşturulacak? Görünürde "Yeni Türkiye"yi savunan fakat eski menfaatlere hizmet eden bir ekip mesela...
Ama cevap aramadan önce arka plana ve insan ruhuna bakmamız gerekiyor.
Çünkü oligarşi zekidir.
Zengin bir hayat kültürüne sahiptir.
Sabırlıdır.
İnsanı tanır.
Hizmetine alacağı insanları (gazetecileri, kurum yöneticilerini, kanaat önderlerini ve yüksek bürokratları, vd.) önce şöyle bir tartar, tanır. Sonra çoğu zaman fazla zahmete girmeden överek ve severek diz çöktürür.
Bin kez yazıp çizdim: İnsan sanıldığının aksine, paradan çok sevilme duygusuna yenilir.
***
30 yıldır medyadayım.
Hep
Cumhurbaşkanlarının ve Başbakanların uçaklarında seyahat etmek, davetlerinde boy göstermek sorun olarak gösterilmiştir.
Bu gazetecilerin işlerinin kamuoyunu etkilediği yolunda bir algı yaratılmıştır.
Böylece bir başka "
seçilmiş gazetecilik" olayı gözlerden kaçırılır.
Kimse
büyük sermayenin sunduğu beleş gezilerden, hizmete özel tatil programlarından, gurur okşayan davetlerden ve arkadaşlık tekliflerinden söz etmez.
Oysa kritik olan...
Ve on yıllar boyu
ana akım medyanın zihniyetini inşa eden, gazetecileri sürekli kontrol altında tutmaya yarayan esas "
operasyonlar" bunlardır.
İyi bilirim...
En huylandıkları tip onlara aldırmadan hayatın tadını çıkartan; onların
havaalanı kitapçılarından edindikleri kültürel heyecana yüz vermeyen medyacılardır.
En sevdikleri tip de biraz alkışlanınca kendini kaybedenlerdir.
***
Şimdi gelelim esas güncel olana...
Oligarşik medyanın elbette muhafazakâr gazeteciler için de bir paket programı var ve hiç sektirmeden uyguluyor. İtilmişlik duygusunu ortadan kaldıran sırt sıvazlamalar...
"Hayat tarzı kültürü"nden tadımlıklar, yüksek mevkide görev imaları, "
bu günler de geçecek, sonrası önemli" duygusu yaratmalar...
Tabii bir de fırsatı bulundu mu,
tam sayfa bir söyleşi yapılır.
Gurur okşanır, nefs pohpohlanır.
O zaman gelsin
muğlak bir demokratlık (!) çizgisinde
paralelcilerle el ele tutuşmalar...
Hatta
Gezi'ye çaktırmadan selam çakmalar falan...
Neyse, yazımı burada keseyim.
Siz söylediklerimi bir yana not edin, bakalım daha neler göreceğiz?