Bir televizyon programında birisi ortaya bir laf atmış. Daha doğrusu, başka bir konuşmacının "cumhuriyeti seçkinler ele geçirdiler" lafına karşılık, "cumhuriyeti kuranlar genellikle yoksul ailelerden gelen çoğu yetim ya da öksüz çocuklardır" demiş, "mali imkansızlıklar nedeniyle askeri okullara gönderilmiş ve o ocaklarda vatan ve millet aşkıyla yetişmişlerdir."
En büyük örnek olarak da elbette Selanikli memur çocuğu ve yetim Mustafa Kemal gösteriliyor.
Doğrudur.
Osmanlı ordusu da cumhuriyet ordusu da örneğin bir Fransa'daki gibi "aristokrat" ağırlıklı değildir, subaylarımız halk çocuklarıdır.
Lakin bu çocukların o "kasta" girince, o potada yoğurulup bürokrat kimliğini kazanınca "değişime uğramadıklarını" sanmak, "ben ne tarihten anlarım ne sosyolojiden" demektir ki, basında da bu tür okumuş cahillerden epeyce var.
Ankara direnişinin ilk günlerinde paşanın kahveyi nasıl şekersiz içmek zorunda kaldığı, çorba ve bulgurla beslendiği, pirzolayla irmik helvasının bile lüks sayıldığı sayılıp dökülerek yoksulluk edebiyatı yapılıyor...
Bu durumda kimse seçkin olamazmış!
Seçkin (elit) olmak ille paralı pullu olmak değildir. O günümüzün ölçütü. Kaldı ki ne paralı ayılar, ne çulsuz sanatçılar tanıyoruz.
(Şarkıcı demedik.)
Talat Paşa'nın sadrazam maaşı 14 liraydı, bilir misiniz?
Yakup Kadri'nin deyimiyle "İstanbul bürokratları cumhuriyette Ankara'yı ele geçirdiler"... Daha doğrusu, milli mücadeleyi yöneten asker bürokrat, kendine özgü bir sivil kadrosu olmadığı için ister istemez sonradan "İstanbul kadrolarıyla" çalışmak zorunda kaldı.
Kaldı ki kendisi de "köprüleri atıp" milli mücadeleye başlayana kadar bir "Osmanlı seçkini" değil miydi?
Monşerlerin İstanbul'dan taşıyıp getirdikleri "affairisme" de Ankara'ya hakim oldu ve Atatürk'ün yakın ya da uzak bütün çevresi maşallah fırıl fırıl köşeyi döndü!
İnanmıyorsan, has adamınız Doğan Avcıoğlu'nun o ünlü "Türkiye'nin Düzeni" kitabına bak. Milletvekillerinin Taşhan'da bekar odalarında yatıp kalkmaktan nasıl "Saracoğlu mahallesi mebus evlerine" geçtiklerini araştır...
Gazi meclise gelen kahraman eşrafın "1915 yılı faaliyetlerini" de bir soruştur.
Ahbaplarındır, İnönü ailesine de bir telefon et ve kaç paraları varmış diye sor...
Atatürk'ün parası yoktu çünkü paraya ihtiyacı yoktu. Elini cebine atıp para çıkarması gerekmiyordu.
Yalnızca, bir özel bankaya kurucu üye ve ortak olacak kadar!
O hisseler şimdi CHP'nin elinde, vasiyet ve miras yoluyla.
"Özel banka ortağı bir solcu parti" de herhalde Türkiye'ye özgü bir yeniliktir. Yaaa, ülkemizde "finanskapitalist sosyalistler" bile vardır çeşit olarak.
Buna hep şaşardım, artık şaşmıyorum. Çünkü Fransız sosyalisti François Hollande da, adaşı François Mitterrand'ın haftada otuz beş saate indirdiği çalışma süresini gene kırk saate çıkarmaya çalışıyor, emekçinin müktesep hakkına sulanıyor, ülke birbirine giriyor.
Hani bolşeviklerin grev hakkını ortadan kaldırmaları, izin almadan iş değiştirmeyi de yasaklamaları gibi.
Fıtratları buymuş demek ki.