Yola
çıkmadan önce bir arkadaşım uyarmıştı; "Daha önce gördüğün hiçbir yere benzemeyecek ve çok şaşıracaksın" diye. Ben de, "Bulduğum bütün gezi rehberlerini okudum. Her türlü sürprize hazırım" demiştim. Ama arkadaşım haklı çıktı. Pekin, Xi'an ve Urumçi'yi gezdikten sonra Çin'in içinde farklı farklı ülkeleri barındıran ayrı bir gezegen olduğunu düşündüm. Türkiye Çin Dostluk Vakfı ve Çin Büyükelçiliği'nin davetlisi olarak dokuz saatlik bir yolculuğun ardından Pekin'e ulaştık. Gezimiz, 22 milyon nüfuslu başkent Pekin'in meşhur trafiğiyle başladı. Ancak otele vardıktan sonra şehrin herhangi bir yerine metro ya da uygun fiyatlar ödeyerek taksiyle gidebileceğimizi öğrendik. Rehberimiz bize Pekin'in son derece güvenli bir şehir olduğunu söyleyince rahat rahat başladık şehri keşfetmeye.
İLK DURAK YASAK ŞEHİR
Başkentteki ilk durağımız Yasak Şehir. Adı sizi yanıltmasın. Burası bir saray kompleksi. Bu dev coğrafyada hüküm süren son hanedan olan Qing Hanedanı, bu sarayı yönetim merkezi olarak tasarlamış. Altı asır boyunca Çin imparatorlarına ev sahipliği yapan Yasak Şehir, 720 bin metrekarelik alanıyla dünyanın en büyük saray kompleksi. Dolayısıyla, burası için hızlı ve sınırlandırılmış bir tur bile sabah saatlerimizin tamamını aldı. Tarihe ve her biri farklı anlamlar içeren sembollere merakınız varsa, bir gününüzü burayı keşfetmeye ayırabilirsiniz.
ÇİN SEDDİ OLMAZSA OLMAZ
Ziyaret etmezseniz, kimseyi Çin'e gittiğinizi inandıramayacağınız ikinci yer ise Çin Seddi. Aradaki dağlar ve nehirler de hesaba katıldığında uzunluğu tam tamına 8 bin 850 kilometre. Bu muhteşem duvarın görülmeye değer önemli noktalarından biri Pekin'in hemen dışında yer alıyor. Bizim gittiğimiz kısım, Çin Seddi'nin nispeten yeni ve en güçlü olduğu bölümlerinden biriydi. 15'inci yüzyıldan kalma gözcü kulelerine girmek ve muhteşem manzaranın keyfini çıkarmak içinse, Çin Seddi'ne de en azından bir öğleden sonranızı ayırmalısınız. Zira kulelere çıkmak için yüzlerce basamağı tırmanmanız gerekecek. Bu mevsimde bu da güneşin en tepede olduğu saatlerde yapılacak bir iş değil.
PEKİN'İN İSTİKLAL CADDESİ
"Her büyük şehirde, İstanbul'daki İstiklal Caddesi'nin bir benzeri bulunur" varsayımından yola çıkarak Pekin'in İstiklal Caddesi'ni de bulduk. Bu caddenin adı Wangfujing. Cadde, geç saatlere kadar gezebileceğiniz mağazalar ve oturup bir şeyler içebileceğiniz kafelerle dolu. Bu caddeye açılan sokaklar, "İşte şimdi Çin'e geldik" dedirten bir keşmekeşle karşıladı bizi. Yiyecek, oyuncak, hediyelik eşya, kozmetik ürünleri ve çeşit çeşit çay tezgahlarının arasında kalabalığın ritmine bıraktık kendimizi. Yiyecek reyonları damak tadımızdan çok göz zevkimize hitap ediyordu. Çöp şişlere geçirilmiş akrepler, envai çeşit böcek, bütün bütün servis edilen bıldırcınlar ve kızartılmış deniz atları... Grubumuzdan cesur bir arkadaş çıkıp bir şiş akrebi bir güzel mideye indirdikten sonra; "Tadı baharatlı cipse benziyor" yorumunda bulundu. Bense tercihimi alışverişten yana kullandım. Sohbet ettiğim bir sokak satıcısından, porselen çaydanlık aldım. Kelimelerle çok anlaşamadık ancak ilk söylediği fiyatın üçte birini ödediğimde, her ikimiz de memnunduk. Çin Seddi ve Yasak Şehir'i gezerken dikkatimi yabancı turist sayısının azlığı çekiyor. Bunu hemen avantaja çevirerek Çinli öğrencilerle bol bol fotoğraf çektirdim.
MÜSLÜMAN MAHALLESİ
Muson ikliminin etkisindeki Pekin'den, rahatsız etmeyen bir yaz yağmurunun altında Xi'an (Şian) şehrine geçiyoruz. Üç bin yıllık tarihiyle Çin'in kültürel başkenti olarak kabul edilen Xi'an'da ilgimi çeken yer Müslüman mahallesiydi. Cadde, hem tanıdık sahneleri hem de bir karnaval yerini andırıyordu. Huimin Caddesi'nde çok sayıda hediyelik eşya dükkanı, kuruyemişçi ve restoran art arda sıralanıyordu. Restoranların hemen hemen hepsi bizim, ocakbaşı türünde. Birçoğunda mangallar kurulmuş. Caddenin sonunda karnaval havası bir anda yerini birkaç yüzyıl önceden kalmış gibi duran eski bir çarşıya bırakıyor. El yapımı hançerlerin, gösterişli mücevher kutularının arasından geçerek ulaştığımız yer: Xi'an şehrindeki Ulu Camii. Caminin misafir karşılama yetkilisi Yusufu Baibo'dan Çinli Hui Müslümanları'nı ve Ulu Cami'nin tarihini öğreniyoruz. 11 milyon nüfuslu bu azınlık, yüzyıllar boyunca İslami değerlerini muhafaza etmeyi başarmış. 742'ten beri kullanımda olan caminin, kendine has yapısına ve Çin kültürüyle İslam'ı harmanlayan ayrıntılarına hayran kalıyoruz. Bu caminin baş imamı, soy ağacına bakılarak seçiliyor. Son beş nesilden üçü Xian'da yaşamayan kimse Xian Ulu Camisi'ne baş imamı olamıyor.
Gözden uzak gönüle yakın Urumçi
Urumçi ise mesafelerin ve yüzyılların akraba topluluklarını birbirinden ayıramadığını gösteren bir deneyim yaşatıyor ziyaretçilere. İstanbul'dan kuş uçuşuyla beş bin kilometre uzaklıkta heybetli dağların hemen yanında, göz alabildiğine uzanan bir düzlüğe kurulmuş bu şehir. Sincan Özerk Bölgesi'nin başkenti olan bu kentte 13 milyon Uygur Türkü yaşıyor. Burada ilk etapta şehrin öne çıkan tarihi yapısı olan Ulu Camii'yi ziyaret ediyoruz. Caminin hemen altında hediyelik eşya, baharat, kumaş ve giyecek dükkanları bulunan dört minareli Ulu Camii, adeta İç Anadolu bölgesindeki bir merkez camisini anımsattı bize. Ardından ziyaret ettiğimiz Sincan Halkı Dostluk Vakfı'nın genel müdür yardımcısı Mubaleke Mugaiti'den bölgenin, son yıllarda Çin'in en çok yatırım alan şehirlerinden biri olduğunu, büyüme hızıyla Çin'de ilk beşe girdiğini öğreniyoruz.
İletişim zor
Gelelim Çin'e dair bilinmesi gereken özelliklere. Hatırlatmakta fayda var. Bu ülkede iletişim yeteneklerinize çok güvenmeyin. En turistik yerlerde bile İngilizce bilen garsonlara rastlamak zor. Çin seyahati vücut dilinizi geliştirmek için iyi bir fırsat. Çin'de en çok işime yarayan şey akıllı telefonum oldu. Çin alfabesiyle yazılan tabelalara bir sanat eseri gibi bakmaktansa, GPS özelliği olan akıllı telefonumdaki minik noktayı takip ederek hiç kaybolmadım.
Üç öğün sebze
Çin mutfağının en güzel taraflarından biri sebze çeşitliliği. Az haşlanan sebzeler, hem vitaminlerini hem de tatlarını yitirmeden servis ediliyor. Öte yandan karpuza ayrı bir parantez açmak lazım. Çin'de geçirdiğim yedi gün boyunca karpuz suyu ikram edilmeyen ya da sonunda karpuz olmayan bir yemek hatırlamıyorum. Seyahatim boyunca en çok kullandığım Çince kelime ise bing (soğuk) oldu. Çünkü bu ülkede ne sipariş ederseniz edin ılık geliyor. Soğuk kavramı yok sanki. Sokak satıcıları bile güneşte ısınmış karpuz satıyor. Bir de burada suyun yerini meyve suyu, kola ve soda aldığını da ekleyelim.