Hep tersi olur. 'İnternetler'de dolanıp bir yer bulursunuz, heveslenip yola çıkarsınız. Vuslat hasıl olduğunda, aa o da ne! Hevesiniz kursağınızda kalır. Denize iki adım diye gazlanan yer dağın başıdır, zaten havaalanına uzaklık da yanlış yazılmıştır. 'Doğayla baş başa'dan kasıt, sinek ve böcek istilasıdır. Oda öyle bir açıdan çekilmiştir ki, salon salomanje ve hatta yayla sandığınız yer adeta hücredir. Bahçedeki çiçekler solmuş, ağaçlar budanmış, çimler susuzluktan sararmıştır. Bahçıvan belli ki firardadır. 'Şehrin keşmekeşinden uzakta'nın tercümesi wifi yok demektir. Albenili tabak fotoğraflarına kandığınız otel restoranında patates bile adabınca kızaramıyor, sahanda yumurtanın dağılmadan göz göz de istenebileceğini mutfakta kimsenin aklı almıyordur. Her odada var sandığınız o sefa balkonu, sadece tek bir suite mahsustur. Eli yüzü düzgün banyo keza; sizinkine duş perdesi bile çok görülmüştür. Lavabo tıkalı, havlular ponza taşıdır. 'Ev rahatlığında' vaadi safsatadır, yalandır, palavradır. Hayallerle hakikatlerin bir kesişme kümesi yoktur özetle. Fotoğraflar açı ve filtre marifetiyle tatlı rüyalara sürüklerken, anlatımın dili de itinayla refakat edip kazığını atmıştır. Artık her şey için çok geçtir. 'İnternetler' insanı rezil de vezir de ediyordur. Bu defa tam tersi oldu. Arkadaşlarımız haftalar öncesinden gün kararlaştırdı. Cuma akşamüstü gidilecek, akşam yemeği orada yenecek, şömine başında muhabbet edilecek... Veee itiraz yok, gece orada kalınacaktı. Maksat sabah uyanınca kahvaltıyı hep beraber yapmaktı. Çünkü kahvaltı iyiydi, güzeldi, zengindi. Anlatılanlar böyleydi. Hemen dostumuz google'a sorduk tabii. Bakalım dedik, burası neresi... Pek özelliği olmayan bir yerle mi karşı karşıyaydık sanki? Vasat bir estetik, içeriksiz bir internet sitesi... Bir seferlik giderdik de... Yıllardır o hep arayıp da bir türlü bulamadığımız deva bu da değildi işte derdimize... Dert: Bir iki günlüğüne kaçacak bir yer olsa... Şehre yakın olsa... Basit ve hesaplı olsa... Rahatça yayılmalık olsa... Mutfağı sağlam olsa... Hani? Yok mu? Yok. Yahu nasıl olmaz? Yok işte. Dert var, devası yok. Kadere küskün, aradığımızı yine bulamayacağımızdan emin, yola çıktık. Ömerli'nin Sırapınar köyüne, Cömert sokağa, Kasaba Sitesi'nin arka çıkışına geldik. Yani nereye? Riva's Club'a.
O NASIL SOFRA!
Hava kararmış, herkes trafikten telef olmuştu. Fakat o sofra da neydi? Aman Allahım, Divle obruk peyniri de mi vardı! Ofofof, bu topiği kim yapmıştı... Taramanın kıvamı nasıl da tutmuştu... Ev sahibi ne hoş ve zarif bir kadındı. Neredeyse elleriyle yedirdiği o ekstra helmeli barbunya nasıl şeydi... Atıştırma faslından büyük yemek masasına geçince, her şey yerli yerine oturmaya başladı. Buranın sahibi Alman Liseli, son derece zeki ve donanımlı bir adamdı. Eşi diş hekimiydi. Bu işi iş gibi görmüyor, zevk alıyorlardı. Zaten öbür türlüsü çekilmezdi. Zira bakımlı bahçenin öbür ucunda köpek çiftliği ve oteli vardı. Aile, birbiriyle yarışır güzellikte ve asalette (Hepsinin soy ağacı belli, her şey uluslar arası standartlarda) Alman kurt köpekleri yetiştiriyordu. İçlerinde ödüllü ve dereceli olanlar vardı. Meşakkatli ve masraflı işti, sevmeden mümkün değil yürümezdi. Mutfaktan genç ve tatlı bir kadın şef sorumluydu. Ermeni olmasının avantajıyla, hele mezelerde döktürmüştü... Beklemediğimiz kadar iyiydi yemekler: Ördek yumuşacık, yanındaki Siyez bulguru nefisti. Fakat asıl o peynir, soğuk et ve lakerdadan çiroza deniz mahsulü çeşitleri, nasıl olup da Riva'da bir motele birkaç beden büyük gelecek kadar yüksek standarttaydı? O da anlaşıldı: Danışmanları, Anadolu Halk Mutfağı Derneği Başkanı Adnan Şahin'di. Her şey tam da yerinden getiriliyordu. Yemek masasından sonra kanepekoltuk sistemine geçildi. Çıtır çıtır yanan şöminenin karşısına... Alevin gücü, gıybetin de ateşini artırdı! Sonra yattık uyuduk. Yeşillikler içindeki, basit ama hiçbir eksiği olmayan odalarda. Sabah, sürprizleriyle geldi. Bir kere hava aydınlık, hatta güneşliydi. Esas: Kahvaltı müthişti. Açık büfe ama özelliksiz tek kalem yok: Yozgat küp peynirinden Tokat bez sucuğuna, Rize deride yoğurt çökeleğinden su böreği, katmer ve pekmezli kaymağa, tam ziyafet sofrası... O kadar yemekten sonra ne kadar fayda eder meçhul ama köpeklerle koşturup oynamak bir miktar 'dijestif' olmalı. Değilse de, zevkli en azından! Ve öğretici... Kahvelerden sonra dönüş için ikişer üçer yola koyulduk. Belki de ilk defa internet sitesinin vaat ettiğinin üstünde bir otelle karşılaşmış olmanın hayret ve neşesiyle... İlk karda ve ilk baharda, onlardan önce de ilk fırsatta tekrar gelme niyetiyle... Şehrin ağırlığından ezildiğimizde, küçük ve mütevazı bir teneffüs istediğimizde... Oh be, nihayet bulduk!