Aslında bir kalenin içine kurulmuş ve Ortaçağ'dan bu yana hiç bozulmamış tek Avrupa şehri. Aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde olan bu kanal şehri tek kelimeyle görülmeye değer. Dantelleriyle ünlü derler ama bence şehrin kendisi de dantel gibi işlenmiş. Gotik mimarı yapısı ve bunların suya yansımalarıyla bir görsel zenginlik Brugge...
ÇİKOLATA VE DANTEL: BRUGGE
Her zaman söylediğim gibi, bir şehri gezmenin en güzel yolu yürümek. Hatta kayboluyorsanız şanslısınız, yeni yerler keşfediyorsunuz demektir. Brugge de yürüyerek gezilebilecek en güzel şehirlerden biri. Oldukça turistik olmasına rağmen, üstelik de bu kadar küçükken nasıl oluyorsa bu turistik havayı hissetmiyorsunuz. Yürümeye şehrin güney ucundan başlamak en iyisi. Zaten eğer Brüksel'den trenle geldiyseniz güney ucundaki tren istasyonundan başlayabilirsiniz yürümeye... Karşınıza ilk çıkacak yerlerden birisi Begijnhof olacak. Burası büyük kavak ağaçları arasında, yaklaşık 7 yüzyıldır sadece kadınlara ayrılmış, rahibelerin yaşadığı küçük evler grubu. 1937 yılında, halen burada yaşayan Benedictine kız kardeşlere adanarak bir manastır haline gelmiş. Beguines denilen bu kadınlar, Tanrı'ya hizmet için çalışırlar. Geceleri kapılar kapandığında, yalnızca kadınların yaşadığı bir yer. Ancak gündüzleri, özellikle bahar zamanı bahçesi belki de Brugge'nin en renkli bahçesi haline gelir. Begijnhof'u hemen geçer geçmez, dünya zevklerine düşmüş bir sokağa rastlarsınız. Stroofstraat eskiden eğlence ve suç dünyasına hizmet ediyordu. Bugün ise şehrin en dar sokağı olarak adı geçiyor.
MÜZE ŞEHRİ
Brugge için bira, dantel ve çikolata denilse de bence unutulan bir tanım daha var: Brugge aynı zamanda bir müze şehri. Çikolatanın ve patatesin bile müzesi var. Stroofstraat'tan çıktığınızda, Mariastraat'a varıyorsunuz. Hemen köşede aynı zamanda Avrupa'da bilinen en eski hastane olan Hastane Müzesi (Hospital Museum) bulunuyor. İçerideki tablolar size, 500 yıl önce hastanenin ve eczanenin nasıl olduğunu anlatıyor. Hastane Müzesi'nin hemen karşısındaki Zucchero'da ise çarşambadan pazara kadar, her akşam üstü, hâlâ babaannelerden kalma tekniklerle renkli lolipopların nasıl yapıldığı gösteriliyor. Paris Louvre Müzesi'ndeki
Mona Lisa ne ise, Brugge halkı için de
Çocuklu Madonna aynı. Michelangelo'nun İtalya dışındaki nadir heykellerinden biri, buradaki Kadınlar Kilisesi'nde yer almakta. (Church of our Lady-Onze Lieve Vrouwekerk) Madonna'nın sağ elinde Michelangelo'nun imzasını görebilirsiniz. Mariastraat'tan sağa döndüğünüzde, Gruuthusestraat'a varırsınız. Yol üstünde adını burada yaşayan aristokrat aile Gruuthuse'lerden alan (The Old Palace) Eski Saray karşınıza çıkıyor. Gümüş ve halıcılık üzerine 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar çeşitli sunumlar var. Hemen yanında Groeninge Müzesi'nde (Flamish Masters) ise Flaman sanatçıların yağlıboya eserlerini görebilirsiniz.
RENKLİ MEYDAN
Wollestraat, Grote Markt meydanına çıkan en işlek caddelerinden biri. Meydan, tüm Avrupa şehirlerinde olduğu gibi, şehrin en renkli ve hareketli bölgesi. Etrafı restoran ve barlarla çevrili. Ama çok turistik olduğu için, belki bir kahve içip etrafı seyretmek üzere önerebilirim. Ancak yemek için kesinlikle ara sokaklardaki lokal restoranlara gidin. Meydanda en keyif veren şey bence faytona binerek gezmek oluyor. Meydanda 8 euro vererek Berfy Kulesi'ne 366 basamakla tırmanıp, meydanı ve çatılarıyla şehri izleyebilirsiniz. Çok yakındaki ikinci büyük meydan Burg Meydanı. Burada Bishop's Palace (Piskoposun Sarayı), belediye binası Stadhuis, eski nüfus müdürlüğü Paleis van het Brugse Vrije ve Kutsal Kan Basilikası Heiligbloed Basiliek'ı görebilirsiniz. Meydanın biraz ilerisinde ise Çikolata Müzesi'ne rastlıyorsunuzz. Yol boyunca karşınıza çıkan çikolata ve dantel dükkanlarından hâlâ bıkmadıysanız, müzeye girerek Mayalarla başlayan çikolata hikayesini öğrenebilirsiniz. Müzenin başyapıtı 520 kg ağırlığındaki çikolatadan yapılmış Barack Obama heykeli. Brugge'de yapılacak en güzel şeylerden biri de kanal turu. Yürüyerek göremeyeceğiniz birçok güzel binanın önünden geçme şansınız oluyor. Sabah saat 11.00'e denk gelirseniz, her sabah aynı saatte pencereye oturarak kanalı izleyen meşhur köpeği görebilirsiniz. Sırf bu fotoğrafı çekebilmek için kanal turuna çıkanlar ya da yürüyerek evin karşısında köpeğin çıkmasını bekleyenler var. Yolun sonunda ise sizi bir değirmen karşılıyor. Artık Brugge merkezden biraz uzaklaşmış olduğumuz için karşınıza piknik alanları ve koyunlar çıkarsa şaşırmayın. Bu sessiz bölgedeki Jeruzalemderk, 1428 yılında yapılmış bir gotik kilise.
LOKAL RESTORANLARA GİDİN
Söylentiye göre her gün bir çeşit birasını denerseniz bir yıl dahi yetmezmiş hepsini tatmaya... Patatesin bile müzesi varken, kendinin ne kadar güzel olabileceğinden zaten bahsetmiyorum. Ancak bunları bulmak için turistik meydanlardan uzak durup, ara sokaklara dalmak gerekiyor. En iyisi yerli halkına sorarak lokal bir restorana gitmek. Helmstraat No:3'de bulunan De Vlaamsche Pot hem şirin atmosferi, hem de olağanüstü deniz ürünleriyle bence mutlaka denenmesi gereken bir yer. Fiyatı biraz pahalı olsa da kesinlikle değer! Tabii çikolata ve şekerleme Brugge'ün olmazsa olmazı! Dumon tavsiye edebileceklerimden olsa da, tüm dükkanlar ve çikolatalar enfes diyebilirim. Avrupa'nın II. Dünya Savaşı'nda tek bozulmamış, üstelik de hiç büyümeden olduğu gibi kalmış bu çikolata kokulu şirin şehrine yolunuzu mutlaka düşürün!