Kafka'nın Gregor Samsa'sı bir gün uyandığında kendini böceğe dönüşmüş olarak bulur, Faruk da bir sabah uyandığında kendini amcagillerin yatağında. Modern gibi, çağdaş gibi bir yenge bir gün elinde milföy hamuruyla gelir ve her şey değişir. Az biraz köylü anne, milföy hamurundan pek etkilenmiş oğluna bozulsa da ne fayda, o da bir kere değişmiştir, milföyü öğrenmiştir... Bir işçi bir gün işe giderken Ekrem koluna giriverir: "Ya gel oğlum takılalım, çalışırsın sonra," der. "Türkiye'de emperyalizm yok! Ekrem var!" yazısı bu kareyi çevreler. Umut Sarıkaya'yı sevenler, işte bu "çerçeveler" için severler onu. Yazdıkları çizdikleriyle Umut Sarıkaya da kendilerine benzer. Onların da kafalarına orta sınıf evlerinin vazgeçilmez eşyası çek-yatın kapağı mutlaka düşmüştür çocukluklarında. Salon penceresinin yanında bir merdivenin tepesinde perde takmışlıkları vardır mutlaka... İngilizceyi bir türlü doğru düzgün konuşamamışlardır. Babalarının garantici memur ruhuyla sarılıp sarmalanmışlardır. En büyük hayat dersi: "İnsanın mutlaka bir sigortası olmalıdır"... "Dış basında Türkiye" haberlerine düşkünlüğünden, sarı saç mavi göz sevdasına kadar Türkiye'ye benzerler aslında. Avrupa'ya "AB'niz de sizin olsun IMF'niz de!" deyip, sonra hafiften "ne yaptık biz" ruhuna bürünebilen Türkiye'ye... Bu kadar gevezelik Umut Sarıkaya'yı onun dünyasını bilmeyenlere tanıtmak içindi bir parça. Bu uzun giriş sonrası gelişme ve sonuç bölümlerine geçersek...
- Buraya gelirken derdimiz, biraz karikatürlerinizde, yazılarınızda hayli bariz olan 'orta sınıf sendromu'nu konuşmaktı aslında. Sizi sevenlere 'Bu da aynı benim gibi' dedirten şey nedir? O 'biz', nasıl bir bizdir?
- Türkiye'de aslında herkes çok ortalama hayat yaşıyor. Çok coşkulu bir hayat yok. Herkesin ailesi bir ya da iki kuşak öncesinde köyden gelmiş, onun etkileri var. Şehirde tutunmaya çalışıyoruz. İkinci nesil tamamen burada büyüyen, köyü görüp geri gelenler. Gençler köyü görüp şehri daha çok severler. "Dur bir bizi anlatayım!" diye yazmıyorum tabii. Yazı yazman gerekiyor, ne yapacaksın, kendinden yola çıkacaksın. Ben okunacağını bile zannetmiyordum ilk başta.
- Bayağı okunuyor ama. Niye sevildi bu kadar sizce?
- (Charles) Bukowski'nin bir sözü var: "İyi yazar, bu adam benim kafamdan dediğin adamdır," diyor. "Bu adamla gezerim," diyorsun. Oy verdiğin partiyi de bu duygu belirliyor. Parti başkanını da. Tayyip'le gezerim ben mesela. Mahalleden bir adam gibi. Baykal biraz daha lojmanda büyümüş, apartman yöneticisi gibi. Ondan biraz çekiniyorsun.
- O yüzden pek çok insan için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan değil. Sadece "Tayyip".
- O da istiyor zaten bunu. "Küçük Tayyip çok fakirdi, çok çekti," diye anlattı ya geçenlerde. Daha baba figürüne uyuyor galiba. Türkiye'de doğru olan o muydu bilmiyorum ama...
OTUR ÇAYINI İÇ DER, ÇEKİNİRİM
- "Tayyip'le gezerim ben," deyince, nerelere gidilir mesela?
- Ya aslında kişi olarak rahat edemem pek. Her şeye karışan adam gibi, bir rahat vermez. "Otur çayını iç," falan der. Dünya liderleri de onun gibi. Chavez'in tavırları, Sarkozy'nin tavırları da aynı. Kabadayı yönetici trendi. Stalin, Hitler de bir trendmiş. Onların kendi aralarında da bir moda oluyor. Moda mı bilmiyorum da, zamanın, çağın getirdikleri belki.
- Berlusconi de çok fakirmiş eskiden. Belki bir önceki kuşağa göre şartlar daha bir iyi diye.
- Evet o yüzden bu dünya liderleri halı saha kadrosu gibi geldiler hepsi.
- Eskiden bu kadar bir araya gelmiyorlardı. Artık beş çayı misali toplanıp duruyorlar sanki.
- Eskiden çok ciddi oluyordu. Şimdi herkes kendi şovunun peşinde. Mitterand zamanında mesela bir tat alamıyorduk onlardan. Şimdi çok magazin oldular. Tayyip Erdoğan da çok magazin figür aslında. Yöneticiye kızmamak lazım. Biz seçiyoruz sonunda.
- Siz oy kullanıyor musunuz?
- Babam zorla kullandırıyor beni. Memur çocuğu olduğum için çok korkuyorum ceza gelecek diye bir yerden.
- Memur çocukluğu hali, işlerinize de sirayet ediyor fazlasıyla.
- Mizah okuru da öyledir. Baba öğretmendir, devlet işindedir.
- Nurdan Gürbilek Ev Ödevi kitabında Tezer Özlü, Latife Tekin gibi yazarlar üzerinden çok güzel anlatıyor bu hali: "Ne taşralı ne de şehirli olarak büyür memur çocukları. Babalarının tayin olduğu kasabaların prensleri, prensesleridirler. Döndükleri şehrinse taşralısı olmaktan hiçbir zaman kurtulamazlar," diye yazıyor.
- Köye gittiğin zaman zengin gibi davranıyorlar sana. Şehre gidiyorsun, ait olduğun bir yer yok. Koşturup duruyorsun. Özgüvenin gittiği anda köye doğru koşmaya çalışıyorsun. Uzlaşamadığın anda ağlayarak evine doğru kaçıyorsun.
- Türkiye'nin de hali biraz böyle sanki. Mesela başbakanın Davos'taki öfkesi.
- Orada bir gergin hissediyor insan kendini. Çok onlardan olmak istiyorsun ama çok da kızıyorsun. Avrupalılarla derdimiz de bu. 50 yıldır yanlarında duruyoruz, almıyorlar bizi. 'Sömürdünüz,' diye kızıyoruz da ama hâlâ da girmeye çalışıyoruz aralarına.
Solu Umut Sarıkaya mı birleştirecek?
- ODTÜ'de bir imza gününde bir seveniniz "Solu Umut Sarıkaya birleştirecek," demiş ya, neden demiş olabilir bunu?
- Bizi çok arkadaş olarak gördükleri için abartma o biraz. Okurla olayımız tamamen arkadaşlık bizim.
- Arkadaşlıktan öte bunu düşündüren bir şey olmalı ona.
- Benim babam solcu olduğunu söylüyor. Bizim komşu da sağcı olduğunu ama babamla yaşam tarzı aynı, bir farkı yok. Biri CHP'ye, biri ANAP'a oy veriyor. Solcular ailelerine pek yansıtmıyorlar görüşlerini. Solun ekonomi üzerine kurulu olduğunu unutuyorlar. Sadece halay çekiyor adam. Alevilikle, Kürtlükle alakalı bir şey zannediyor: Sağcı da öyle zannediyor; Aleviler solcudur. Bütün hayatına yayman gereken bir anlayış tarzı sol. Marx'ın halay çekin dediğini zannetmiyorum.
- İstanbul'daki IMF toplantısında konuşmacılar fakirlikten bahsettiler sürekli, Tayyip Erdoğan "protestoculara kulak verilsin," dedi, Emine Erdoğan canavar kapitalizmden bahsetti. Ne oluyor böyle dersiniz birden?
- Fakirlik çok artınca ne yapacaksın ki, tabii fakirlerden bahsedeceksin. Eskisi gibi değil. Benim bir sürü üniversiteli arkadaşım işsiz kaldı mesela.
- Dinin hümanizmasına bel bağladı biraz insanlar son zamanlarda. Dünyada da öyle.
- Bu ayki
Birikim dergisinde de "Sol İlahiyat" diye bir yazı okudum mesela. Ali Şeriati'den falan bahsediyor. Neden olmasın diye düşündüm ama bilmiyorum, olursa garip olur. Dinle sol birleşebilir aslında ama bir yandan da taban tabana zıt gibi duruyor. Her şeyi birleştirirsen... Ertuğrul Özkök en son halay çekiyordu işte Şırnak'ta. Galiba Kürt açılımı için. Umreye de gitti. Özkök ne yaptıysa yapacaksın işte. Birleştirici o.
Orhan Pamuk bence oryantalist
- Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi kitabındaki Kemal'i düşünelim. Zengin Nişantaşılı Kemal fakir sevgilisinin mütevazı evinde huzur bulur, başka bir gerçeklik...
- Orhan Pamuk bilmediği için. Hep dışarıdan gelen yabancı bir romantizmle bakıyor olaylara. Oryantalist denilen şey o galiba. Ama ne yapsın, bir yandan da Nişantaşı'nda büyümüş.
- Bir yazınızda Orhan Pamuk'un romanlarında hayatından da izler olmasına dair, "Doğulu adam evinden bahsetmez, ayıptır, o yüzden roman da yazamıyoruz," mealinde bir şeyler yazmıştınız.
- Öyle, 'rezil olucam,' diye anlatmazsın. Yazmak bizde çok yeni zaten.
Eylül var işte ilk psikolojik roman diye. Çok yakın tarihte o da. Bizde sözlü anlatım var. Konuşmayı daha çok seviyor Türkler. Roman çok Batıya özgü bir şey. Doğulular ne dediğine bakıyor, tipine bakıyor. Mesela köyde tipine çok bakılır insanın. Uzun saçlı birisi gelsin bir şey söylesin inanmazlar, ben gitsem aynı şeyi söylesem bana inanırlar. Tayyip Erdoğan'ın da tipi, bıyığı, Baykal'a göre artı kazandırıyor kendisine. 'Bıyıklı adam geldi,' diyorsun. Baykal yüzüyor, spor alışkanlığı falan var...
Barış diyoruz ama...
- Kürt açılımına ne diyorsunuz?
- Çok ilgilenmedim ama bir anda Türkiye bütün komşularıyla kardeş olmaya başladı. Halk da bilmiyor, ben de bilmiyorum ne oluyor.
- Bir sevgi ülkesi Türkiye...
- Başbakan, "toplumun bütün kesimleriyle barışacağım," diye yola çıktı. Niye bilmiyoruz. Bir arada durmak önemli. Çok da sevmek zorunda değilsin. Sevgi çok pazarlama bir kavram olduğu için çok kullanılıyor. Barış, kardeşlik gibi kavramlar da çok rahat kullanılır ya. Çok barıştan bahsediliyorsa, savaş var demektir ortada. Aslında biz gündelik siyasetle pek de ilgilenmiyoruz. İşyeri hayatı, ilişkiler, onlar daha politik şeyler. Gerçek sorun insanların sabah sekizde işe gidip akşam altıda çıkması. 20 yıl sonra da emekli ediliyor insan. Bırakıyorlar seni git, gez diye. Istırap verici bir şey. Vücudun da elverişli değil artık.
Takım elbise beni açmadı
- Modern hayatlar işte.
- Yalan kültürlerle özgür olduğunu zannediyor insanlar. Evine IKEA aldığında mutlu oluyor. Devlet verse ona karşı gelir. Komünist sistem gibi herkesin evinde IKEA var. Sistem satışı engellemediği sürece senin her şeyi yapmana izin veriyor. Liberallik o. Satış hayatı en çok engelleyen şey. O şey satılacaksa sen ahlaksızlık da yapacaksın, her şeyi yapacaksın. Mühendisliği de öyle bıraktım. Her gün takım elbise giymek Kürt açılımından daha büyük bir sorun bence. Eskiden 16 saatmiş çalışma saati. Solcuların ayaklanmalarıyla sekiz saate iniyor. Bertrand Russell, 'dört saat' diyor. Artı değer diye bir sorun var. Marx'ın tek derdi o. Halay malay, kekik kokulu dağlar değil. Hayatından çalınan dört saati nasıl geri alabileceksin?
- Kıyı kasabalarına yerleşelim, komünal hayat kuralım hayalleri kurtarır mı?
- Olabilir de, dünya üzerinde çok sorunlu adam varsa sana da rahat yok aslında. Bizim derginin olduğu yer Asmalımescit'de. İstanbul çok özgür bir yer ama "Aha aha" mohito içerken bıçağı arkadan yersin.
Bütün sülale memur olmamı istemişti
-
Benim de Söyleyeceklerim Var'ı size söyleten neydi ilk başta?
- Yer boşluğundan çıkmış bir şeydi aslında, hiç romantik başlamadı. Bana
Penguen'de karikatür köşesi çizdirdiler. Eksiğim kaldı, çizecek şey bulamayınca "Oraya yazı yazsam olur mu?" dedim. Öyle başladı. İlk başladığında birkaç arkadaşımla olan anılarımı yazıyordum. Arkadaşlarım bile okumazdı yazı olduğu için. Beş tane arkadaşıma yazıyordum. Sonra büyüttüler ve köşe oldu işte.
- Garantici memur babanız ne diyor karikatürist olmanıza?
-
Penguen'de çizdiğim zaman memurluk sınavına soktu beni. Bütün sülale memur olalım istedi. Öyle, garantici. Sigortam olunca "tamam" dediler, artık işten saymaya başladılar yaptığımı.
- Gemi mühendisliği mezunusunuz aslında. Her an geri dönülebilir mi mesleğe?
- Teknoloji çok gelişti artık. Yedi sene olmuş zaten bırakalı.
- Bu memur ruhu olmasaydı nasıl biri olurdunuz, ne yapardınız?
- Bilmiyorum ki, iliklerimde hissediyorum. Bence daha kötü olurdu. Ben o hali seviyorum. Korkmak güzel bir şey. Korkan insan hayatta kalır. Dergi ev, dergi ev gibi coşmadan geçen minimal bir hayatım var zaten. Gece hayatı falan da ilgimi çekmedi. Evde televizyon yok, internet yok, sincap gibi gezinip duruyorum evin içinde.
- Son zamanlarda Kafka'yı, Shakespeare'i falan çizgi roman haline getiriyor yayınevleri. İyi bir şey midir bu sizce?
- Onu bir trend gibi NTV başlattı. NTV'nin şehirli insanlar arasında bir kitlesi var. Bir güvence gibi onlara. Çok kızacaklar belki ama ben o kültürü çok sevmiyorum. Normal çalışan olduğunu unutuyorsun, herkes o dizilerde kendini unutuyor. İşçi olduğunu unutan işçiler var. Adamın tek hayali turnikeden geçerken bekçiye el sallamak...
- Karikatürlerinizde, yazılarınızda Türk insanının İngilizceyle imtihanı da önemli bir malzeme. Neden öyle?
- Hiçbir zaman barışık olmadım İngilizceyle. Kişisel sorunum, utanırdım konuşurken. Hâlâ bütün arkadaşlarım da öyledir. Konuşurken etrafa bakarlar, utanırlar.
- O da bir çeşit kompleks olsa gerek. Güneş batmayan ülke ve sen hali.
- Onların rahatlığını anlayabiliyorum. Herkes Türkçe öğrenmeye çalışsa dünyada, ben de elimi kolumu sallaya sallaya gezerim.
- Dünya dili ama artık. Herkes öğrenmek zorunda diye bakılıyor. Siz dergide kapalı bir dünya yaratmışsınız. Çıkmak zorunda kalınca ne yapacaksınız?
- Çıkmak zorunda kalmayacağım bir dünya tasarladım kendime. Mühendis olsaydım çıkmak zorunda kalacaktım. Sosyal hayatta çok şaşırıyorum ben, gözler dolmaya başlıyor hemen. Dergide güvendeyim diye geldim. Yoksa öyle mutluluk veren bir yer değil, masada oturuyorsun işte...
DOSTOYEVSKİ BENİ ÇOK GÜLDÜRDÜ
- Dostoyevski sevdanız var sizin bir de. En sevdiğiniz Dostoyevski karakteri hangisi?
-
Karamazov Kardeşler'deki babayı sevmiştim. Çok gülüyordum okurken. İlk
Yeraltı'ndan Notlar'ı okumuştum aslında. Dilini sevmiştim, rahat yazıyor. Arada karışıyor da romana; "Ben böyle bir adam görmedim sevgili okurlar," falan diye.
Yeraltından Notlar'daki adamın ruh hali, o kaçma duygusu, her şeyden utanması falan, "tam benim gibi adam," demiştim. "Gezerim," demiştim Dostoyevski'yle gelse.
- Dostoyevski'nin karakterleri de hep bir 'yaralı' tipler.
- Sürekli bir tedirginlik var üzerlerinde. Bir aşağılanmışlık duygusu. Bende de vardır.
- Yazıp çizdiren de biraz bu duygular değil mi zaten insana?
- Öyle. Hindistan'da mesela herkes çok rahat olduğu için genelde otur, yat, uyu... Roman mutsuzlukla çok beslenen bir şey.
- Sizin karikatürlerinizden çok yazılarınızı seviyor insanlar. Düşünmez misiniz roman yazmayı?
- O kadar uzun yazamıyorum. Kurgu kafası yok bende çok fazla.
Cinsellik ortak sorun
- Dergice çokça kız muhabbeti yapıyorsunuz bir de. Bu bir karikatürist huyu mudur?
- Herkes öyle. Biz sadece söylüyoruz. Karnını doyuran herkesin sorunu cinsellik. Onu çözmeye çalışıyor sonunda. Kavga ediyor falan, kavgaların altında da o var.
- Nejat Uygur, Zeki- Metin ikilisi örneği gibi bel altı esprisi seven çok "komik" var.
- Türkiye'de o tip şakaları daha çok seviyorlar. Bu da bir kültür, utanılacak şeyler değil. Pertev Naili Boratav'ın Nasreddin Hoca'yla ilgili bir kitabı var. Hepsi cinsellik üzerine fıkraların. Nasreddin Hoca ayranı üzerindeki fıkraları anlatırsan kimse dinlemez.
Hâlâ Sivaslıyım diyorum
- "Bir toplumun çoğunluğu göbeğini kaşıyan adam ise orada demokrasi olmaz," diye yazmıştı Bekir Coşkun da çok tartışılmıştı. Sermayenin el değiştirmesi, Anadolu kökenlilere geçmesi de çok tartışılıyor.
- Köylülük biraz şehre karışmaya çalışıyor. Onun da sancısı olacak her zaman. Bir iki nesil sonra o da değişecek. Ben bir yaşında geldim İstanbul'a ama soranlara "Sivaslıyım" diyorum hâlâ. Halen kabullenmiyorum aslında burayı. Belki benim çocuğumda kırılacak bunlar yavaş yavaş.
Muhammed karikatürleri gereksizdi
- Okurla nasıl bir bağınız var?
- Arkadaş olarak görüyorlar bizi. Gazete yazarlarına nasip olmayan bir bağ. Arkadaşını yadırgar gibi de yadırgıyor yalnız seni de, aynı kalmanı istiyor. Artık 30 yaşındayım ben, o 16 yaşında. Eskisi gibi çizemem ki. Böyle olunca da o da diyor ki "Bozdu artık."
- 40 yaşında ne olacak peki, hâlâ çizer misiniz o yaşta da?
- Futbolculuk gibi bir şey çizerlik. Sen gençleşmeye çalıştıkça batabilirsin. Gençlerle çok iyi anlaşan yaşlı olursun. Yazlıkta vardır onlardan.
- Futbolcular yaşlanınca antrenör oluyor, futbol yorumcusu vs oluyor. Siz ne olacaksınız?
- Şimdilik iyi gidiyor. 30'a kadar korudum her şeyi. Arkadaşlarım da yadırgıyorlar beni. "Bu yaşta it gibi geziyorsun," diye. Hepsi evlenmeye başladı. Ben tek başıma oturuyorum. Daha çok genç arkadaşlarımla geziyorum ben de.
- "Yazlıktaki adam' olmaya doğru gitmez mi bu yol?
- O kafayı koruduğum için gitmez. "Dur gençler ne hissediyo?" diye gezmiyorum ki.
- Siz evlenmeyecek misiniz?
- Yok be, evleniriz inşallah.
- Evlenirseniz de sık arıza çıkan bir ilişki olur gibi geldi bana.
- Anlayan kız görmedim ben zaten. Kızların kendilerine ait dertleri var.
- Karikatürlerinizde çekirdek aileyi pek hoş çizmiyorsunuz diye arıza çıkabilir gibi geldi bana dedim aslında. Adam ve kadın evlenir, canları sıkılmasınlar diye bir de çocuk yapar ve kendi yapamadıklarını ona yaptırırlar...
- Hayatta zaten hep sıkılma var. Bir meşgale buluyorsun işte kendine ve gidiyor. Çocuk oluyor, başka bir şey oluyor, iş yerinde hırs yapıyorsun vs.
- Çocukluğa dair yazmak çizmek çok popüler sizin dergide. Niye öyle?
- Herkesin çocukluğunda sorunları varmış. Çocukluklarımız genelde aynı geçmiş. Aynı yerlerde büyümüşüz falan. Genelde öğretmen çocuğu dergidekiler. Konuşurken işte "Bizde de vardı öyle şeyler. Annem babam bana da öyle bağırırdı" deyip, birbirimizle dertleşip çiziyoruz.
- Roll dergisindeki röportajınızda "Samimiyet keşfedilince cehalet meşrulaştı" demişsiniz. Ne güzel demişsiniz.
- Samimiyet de trend oldu işte. "Ne var yani" dediğin zaman tamam diyor herkes, bravo diyor, ne kadar doğal diyor. Kibariye'yi bir ara çok övüyorduk ya. Kadın, normal bir kadın işte.
- Hz. Muhammed karikatürleri krizine bir karikatürist olarak nasıl bakıyorsunuz?
- Gereksiz gerginlik yaratan bir olay. Karikatürleri de gördüm. Hiçbir amacı yok. Köpek olarak falan çizmişler. Birden çıktılar bir de. Allah'tan geldi geçti. Bize patlayacak diye çok korkmuştuk. Biz de Türkiye'de dinle ilgili karikatür çiziyoruz ama o çizimler ayrı. Bir karikatürü ne amaçla çizdiğini okur çok iyi
anlıyor. Çizerin hissini anlıyor.