Röportaj için buluşmaya bisikletle gelen bir oyuncuyla tanışmamıştım daha önce. Ulaş Tuna Astepe'yi bisikleti üzerinde görünce farklı bir tarafı olduğunu anladım. Sadeliği, basitliği seven bir yanı var diye düşündüm. Sıcakkanlı, hemen muhabbete girebilen biri Ulaş. Mesafe koymuyor karşı tarafa, öyle üstten alttan yandan bakmıyor insana. Dosdoğru insanın gözüne bakıyor. Yıllar önce onu ilk olarak Krek'te
Babamın Cesetleri oyununda izlediğimi anlatırken de K
aradayı'daki performansını beğendiğimi söylerken de yüzü hafifçe kızarıyor. Hani övgü alınca nazikçe teşekkür edip, utananlardan. Kanımız kaynıyor, frekansımız tutuyor ayaküstü konuşurken. Bir kafeye geçip konuşmaya başlarken sanki uzun yıllar tanışıyormuşuz gibi koyu bir muhabbete girişiyoruz. Hikayesini daha önce Sonat Bahar'ın söyleşilerinden okumuşsunuzdur. İzmitli, 1988 doğumlu. Çocukken 17 Ağustos depremini yaşamış, yakınlarını kaybetmiş. Küçükken Yeşilay Haftası'nda okulda bir temsilde sahneye çıkmış ve sahnede olma halini sevmiş. Anladığım onun şansı, çok sevdiği ailesi ve İstanbul Lisesi'nde okuması. Okulda iyi bir eğitim alıyor. Fakat lise son sınıfta herkesin üzerine çöken üniversite sınav kabusu onu oyunculuğa itiyor.
BABA İŞÇİ, ANNE MEMUR
Şimdilerde malum atv'nin dizisi
Analar ve Anneler'de rol alıyor Ulaş. İkidir 70'lerde geçen (ilki
Kabadayı) dizilerde rol alsa da doğum tarihi itibariyle 70'leri hiç görmemiş birisi. Ama ailesinin anlattıklarından 70'lerin ruhunu kavramış: "O zamanın insanını ailemin hikayesinden anlamaya çalışıyorum. Daha çok politik hikayeler dinledim annem ve babamdan. Çünkü politik insanlardı. Günümüzden çok farklıymış. İletişimin yüz yüze kurulduğu yıllar. Bu da hayatı hikayeli kılmış. Bende sahici zamanlar duygusu uyandırıyor o yıllar. Peşinden gidilecek kadınların, ideallerin olduğu zamanlarmış." Ulaş'ın babası işçi annesi memurmuş. Emekçi bir aile kültürüyle yetişmiş. Paylaşmak, emeğe saygı, kıymet bilmek içinde yaşadığı güçlü duygular. Böylesi değerler kazandırdığı için de "Onlarla gurur duyuyorum" diyor. Paylaşımcı olmak kilit bir şey Ulaş için. O paylaşımı sevdiği gibi yolunun kesiştiği insanların ortak noktası da paylaşımı sevmeleri. Mesela Berkun Oya, mesela Kenan İmirzalıoğlu. Ama bu tesadüf mü? Ulaş'a göre değil. "Çünkü" diyor "İnsanlar kendilerine benzer insanları bulma konusunda yeteneklidir. Bir şairin bir sözü var, 'Hayatının nasıl olduğu önemli değil, kimlerle olduğu önemlidir' der. Bu insanlar el vermiş, elinden tutmuş, birileriyle beraber yürümüş insanlar. Hayatta ben de insan arayan birisiyim. İşi, okulu düşündüğümde
oradan ne kazandım, bana ne kattı diye düşünemiyorum. Tanıdığım, güzel insanların yüzleri geliyor aklıma..."
NEYE KIYMET VER DİĞİN ÖNEMLİ
Ulaş günümüzdeki pek çok insan gibi kariyerist değil. Daha başka bakıyor hayata. Futboldan bir örnekle de bunu gayet net açıklıyor "Yani illa iyi olmak için Ronaldo olmaya gerek yok. Messi de olabilirsiniz. Dünyanın en iyi iki futbolcusu ve birbirinden çok farklılar. Messi'nin arkadaşları var, onlarla konuşuyor. Ona göre kendini geliştiriyor. Ronaldo'nun dünyasında ise hep kazanmak var. Aslında bize iş dünyasının bir dayatması bu kariyerist bakış. Ama iyi olmanın çok farklı yolu var. Mesela Yaşar Kemal'in bir kariyer planı olduğunu düşünmüyorum. Ama yazarlar ormanındaki bir çınar ve çağlar boyu yaşayacak. Önemli olan neye kıymet verdiğiniz." Soruyorum "Sen neye kıymet veriyorsun?" Ulaş "Sürdürülebilir olan bir şey değerlidir. Tarihte insanlığı iyiye götüren her insan kıymetlidir benim için. Yazar olur, biliminsanı olur, bir marangoz olur." 27 yaşında ama olgun bir adam karşımda. Hayata karşı duruşu net. Kafası tıkır tıkır çalışıyor. O tanınır olmayı kafasına takmayan. 'Mış' gibi davranmayan, kendini saklamayan biri. Bıraksalar sabaha kadar konuşacağız yani. Bir noktada muhabbeti sonlandırıyoruz.
AŞIK VEYSEL, YAŞAR KEMAL'DİR BENİM USTAM
Laf nerden geldi bilemiyorum. Ustalardan söz açıldı. "Kimleri ustan olarak görüyorsun" dedim. Önce usta olma ile ilgili çok güzel bir sözü hatırlattı: "Birilerinin usta olması için önce onun kendi ustasını geçmesi sonra da kendisini geçecek bir çırak yetiştirmesi gerekir." Bunun üzerine de "Benim ustalarım işini iyi yapan insanlardır. Mesela Aşık Veysel, mesela Yaşar Kemal... Bülent Emin Yarar konservatuvarda hocamızdı. Onun oyunculuk düsturu "İnsan olun"du. Birçok oyuncunun hayatını değiştiren insanlar işte böyle basit öğütler veriyor işte" dedi.
BABANIN GÖLGESİNDEN AKILLA ÇIKILMAZSA ÖZGÜRLEŞİLMİYOR
Analar ve Anneler dizisinde Ulaş'ın canlandırdığı karakter babasını vuruyor. Baba karakteri ölmüyor ama malum düşünsel olarak 'babaya başkaldırmak', 'babayı öldürmek' şeklinde de ifade edildiği için onun bu konudaki fikrini merak ediyorum. Ulaş, "Her anlamda baba figürünün gölgesi evlatlarının üzerine düşer. Aslında bütün hayatımız da bu gölgenin dışına çıkma çabasıyla geçiyor. Ama bir oğulun buna son vermesi, insanı kesinlikle özgürleştirmiyor. O baba evinden, o babanın gölgesinden sert bir başkaldırı ya da eylemle değil de daha sakin ve aklımızı kullanarak çıkarsak insanın özgürleşeceğini düşünüyorum" diyor.
HERKES BENİ SEVSİN DUYGUSU HASTALIKLI BİR DURUM
Takdir edersiniz ki, böyle bir insanın tanınır olmakla ilgili bir derdi olamaz. Ulaş da görünür olmayı pek önemsemiyor. "Bunun sonu yok. Takılırsanız, delirebilirsiniz. İlgi görme isteği, herkes beni sevsin duygusu hastalıklı bir durummuş gibi geliyor bana" diyor. Zaten insanlık, paylaşım diyen, Ronaldo yerine Messi'ye gönül veren birinden bunları duymak şaşırtmıyor beni.
ZAMANI GELİNCE SİNEMADA OYNARIM
Ulaş Tuna Astepe'nin günümüzün hızlı hayat temposuna yetişeyim diye aynı anda birkaç işi yapan biri değil. Şimdilerde
Analar ve Anneler dizisinde oynuyor ve tamamen ona odaklanmış durumda. Ama tiyatrodan uzak kaldığını düşünüyor. Birtakım planları var. Ya sinema? Zamanı gelince bir filmde rol alacağını düşünüyor.
ÜÇ KİTAP ÜÇ ŞAİR
Ulaş konuşurken sürekli yazarla referans verince, başucu kitaplarını sordum. Üç kitap ve üç şair adı verdi. Şairler Melih Cevdet Anday, Ece Ayhan ve Turgut Uyar. Kitaplar da
Büyücü (John Fowles),
Kader (Tim Parks) ve
İnce Memed (Yaşar Kemal).