Bu kadar büyük bir seti kontrol altında tutmak zor. İsmail Güneş, kendinden emin görünüyor. Bu tür büyük bir yol filminin sinemamızda çekilmediğini söylüyor. Sorunlar çıktığını ama ekibin her soruna çözüm ürettiğini, bunun için çekim planının aksamadığını anlatıyor. Güneş'in o kendinden eminliği aslında seti de etkiliyor. Set ekibine bu yüksek moral olarak geri dönüyor. Bunun için de enerjisi yüksek bir set var karşımızda. Sinemamızda büyük setler gördüm. Ama böylesi hem konforlu hem de morallerin yüksek olduğu, herkesin işine dört elle sarıldığı set pek görmemiştim. Aldığım his iyi bir filmin ilmek ilmek dokunduğu. Bakalım sezgilerim ne kadar kuvvetli onu da film vizyona girince göreceğiz.
TARAF TUTSA VEYA MESAJ KAYGISI OLSA OYNAMAZDIM
Murat Han bıyığıyla, kostümler içinde, Yılmaz Güney'in Seyit Han'daki haline benziyor. Yürüyüş, aksan falan karşınızda Murat Han'ın olduğuna inanmak zor. Bir yabancılaşma yaşadığımı anlayınca hemen rolden çıkıyor. "Los Angeles'tan Sivas'a..." demeye kalmadan söze giriyor: "İlk senaryoyu okuduğum zaman şuna dikkat ettim. Bu hikaye taraf tutuyor mu, soykırım var ya da yok diye mesaj veriyor mu? Çünkü böylesi mesajlar verseydi, içinde olmak istemezdim. Çünkü tehcir kanunu o dönem insanların çok eziyet görmesine neden olmuş. Yani insanların evlerinden ayrılıp, o dönemin şartlarıyla dağ tepe aşmak zorunda bırakılmaları başlı başına bir zulüm zaten. Kervan 1915, Katırcı Salim'in hikayesini anlattığı, tarafsız durduğu ve mesaj vermeye çalışmadığı için anlamlıydı benim için. Bunun için filmin içinde bulunmak istedim. Ayrıca eş zamanlı bir yolculuğa çıkmak da önemliydi. O insanlarla daha fazla empati kurabiliyoruz, bazı şeyleri daha iyi idrak etmenizi sağlıyor. Çok özverili ve yoğun emek verilen bir film. Seyirci de izleyince bunu görecektir." Murat Han, Katırcı Salim'i, inatçı, titiz ama liderlik vasfı bulunan biri olarak tanımlıyor. "Ona, istemediği bir şeyi yaptırmak zordur. Ama katı görünmesine rağmen vicdanı olan da bir adam. Bu insanları iffetine, namusuna, canlarına zarar getirmeden taşıma isteği de bu vicdandan geliyor" diyor. Bu yolculuğun zor olacağını tahmin ettiğini söylüyor. Kendisini de hazırlamış. Ayrıca atlara ilk defa bu kadar yakın olduğunu anlatıyor. "Çok sevdim atları. Mesela Bozdemir'i (kullandığı at) bir gün görmesem özlüyorum. Çok hisli bir hayvan" diyor.
İsmail Güneş
1915 BİZİM İÇİN BİR YARA
- Katırcı Salim'in hikayesini nasıl keşfettiniz? - Arkadaşım yönetmen Nazif Tunç, Eğin yıllığından bir haber gösterdi bana. Katırcı Salim'in Ermeni kadın ve çocukları Karadeniz'den alıp kayıpsız bir şeklide Halep'e götürdüğünü anlatan kısacık bir hikayeydi bu... Bana çok sinematografik geldi bu yolculuk. Hayatları boyunca pek evlerinin ötesine geçmemiş 200 tane kimi hasta, kimi hamile, kimi yaşlı kadın, çocuk ile sürekli hayvanlarla ömrü yollarda geçen 15 silahlı adam ve upuzun bir yol... Tabiatın zorlukları bir yana, yolda bir sürü saldırıya karşı Salim kayıpsız olarak bu 200 kadın ve çocuğu Halep'e götürüyor. Bu hikaye bana çok anlamlı geldi. Çünkü iki taraf, yani kadınlar ve onları götüren Katırcı Salim ve adamlarının birbirini anlaması üzerine bir yol serüveniydi bu. Onlar birbirini anlarken ben de o tarihi ve 1915 olaylarını anlamaya ve anlatmaya çalışıyorum. Benimle birlikte seyirci de 1915'te yaşananlarla ilgili bir fikir sahibi olacak. Bu olayların herkesin ezberinde olmayan yönleri olduğunu göstermeye çalışacağım.
ÇÖZMEK İÇİN ANLAMAK GEREK
- Kaç yıllık bir proje bu?
- Üç yıldır üzerinde çalışıyorum filmin. Üç yıl içerisinde bir taraftan senaryoyu yazdım diğer taraftan para arayışım sürdü. 2015'in ocak ayından itibaren de oyuncu çalışmalarına başladık. Nisan gibi ön hazırlığa giriştik. Bu güzergahı ben 10-12 günde dolaştım, mekan tespitleri yaptım. Haziran'da da çekimlere başladık. Kerpe'de eski Giresun'u inşa ettik. 13 gün orada çalıştık. Sonra Giresun'daki Şebinkarahisar'a geçtik. Şimdi de Sivas Divriği'de çalışıyoruz. Bundan sonra Adıyaman'a geçeceğiz. Savaş olmasaydı Halep'e giderdik. Ama savaş olunca Konya Cihanbeyli'de Halep'i inşa ediyoruz. Adıyaman'dan sonra oraya geçeceğiz. Bir de Halep'in ara sokaklarında geçen sahneler için Urfa'da birkaç çekimimiz olacak.
- Zor mu böyle bir meseleyi filmleştirmek?
- Aslında 1982'de henüz ilk filmimi çekmeden önce yazdığım bir senaryo vardı, o da Ermeni meselesiyle ilgiliydi. O zamanlar hatırlanırsa ASALA terörü vardı ve bu konu çok konuşuluyordu. Ben de "Bu işin aslı astarı nedir?" diye kendi kendime sorup bir senaryo yazmıştım. O senaryoyu çekseydim, herhalde daha sığ ve milliyetçi bir yerden bakan bir film olurdu. Ama bugün anlamanın, bu meselenin çözümünü daha kolaylaştıracağını düşünüyorum. Ermeni meselesi bizim için bir yara. Bunu kabul etmek gerek. Yaraları ya iyileşene kadar kaşımalıyız ya da kendi haline bırakmalıyız, kendi penisilininde iyileşsin. Bu iyidir, bu kötüdür demeden meseleyi anlamaya çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Benim annem Trabzonlu, yeşilin içinde büyümüş. Ona bir anda "Hadi kalk gidiyorsun Halep'e" denilince ne hissedeceksem bu yolculuğa çıkan insanlar için de aynı şeyi hissediyorum. 1915'te neler olduğuyla ilgili kimi ezberler var. Senaryoyu bu coğrafyadan birilerine okutunca "Ya bu 1915 Ermeni olayları böyle mi olmuş, ben böyle bilmiyordum" diyen çok oldu.
- Genel geçer bilgiler dışında 1915 Ermeni olayları bilinmiyor mu yani?
- Şimdi tehcir çok ciddi bir şekilde planlanmış. O yıllar için çok ciddi bir bütçe ayrılmış, 256 milyon kuruşa mal olmuş. İnsanların taşınması için ihaleler açılmış. O dönemin nakliye işi yapan ve o güne kadar da hiç canlı taşımayan katırcılar da bu ihaleleri almış. Birçok yönetmelik çıkarılmış. Bir insan günde ne kadar ekmek yer, nereden su temin edilir diye. Yani her şey planlı. İşin bu yönü pek bilinmiyor. O dönemin beceriksizliği, savaş şartları böylesi büyük bir acının yaşanmasına neden oluyor işte. Çünkü bir taraftan Çanakkale'de, Sarıkamış'ta savaşırken tamamen sivillerin inisiyatifiyle böylesine büyük bir insan hareketini gerçekleştirmek becerilememiş. Yolda birçok insan ölmüş, öldürülmüş. Altın peşindeki çeteler, Hamidiye Alayları, eşkıyalar kafilelere saldırmış. Binlerce insan ölmüş. Yani, öyle bu yolculuklarda kimsenin burnu kanamadı diye bir bakış açımız yok. O dönemi, yaşananları ortadan bir bakış açısıyla anlatmaya çalışıyorum.
HEM ÜLKEYİ HEM TARİHİ KEŞFEDİYORUM
Belçika doğumlu Ayşe Akın'ın ilk sinema filmi Kervan 1915... Dönem kostümleri arasında onu tanımak biraz sor. Ama neşesiyle kendini belli ediyor. "Kervanda bir aşk hikayesi de yaşanıyor. Ben de bu aşkı yaşayan Ermeni kızı Suzan'ı canlandırıyorum. Salim'in adamlarından Ahmet'e (İbrahim Kendirci) âşığım. Ama annem bu aşkı onaylamıyor. Biz de Ahmet ile bir yandan sağ kalma mücadelesi verirken bir yandan da bu aşkı yaşamanın mücadelesini veriyoruz" diyor. Neşesine gelince cevabı şöyle: "Zorlu bir macera ama zorlukları aşmanın verdiği bir keyif var. Neşem buradan geliyor" diyor. Sonra da setin diline düşen uçurum sahnesini anlatıyor. "İbrahim ile bir uçurumdan yuvarlanmamız gerekiyordu. Zor bir sahneydi. Dublör de kullanmadık. Tekrarlayarak çektik. Çok keyifliydi." Olaylara pozitif açıdan bakmayı sevdiğini söylüyor Akın, "Mesela" diyor "Ben Belçika'da doğup büyüdüm. Türkiye deyince aklıma İstanbul ve sahil bölgeleri gelirdi. Türkiye'nin bu taraflarını ilk defa görüyorum. Hem ülkeyi hem de tarihi keşfediyorum."
TELEFONUN ÇEKMEDİĞİ YERDE FİLM ÇEKİYORUZ
Akın'ın aşk yaşadığı Ahmet'i canlandıran İbrahim Kendirci aslında Bizim Hikaye filmi ve Yol Ayrımı dizisi nedeniyle dönem işlerine aşına oyunculardan. "Galiba bende dönem tipi var. Zaten evde de Mad Man izliyorum. Takıldım kaldım geçmişte. Allah da gönlüme göre veriyor " diyerek espri yapıyor. İşin aslı senaryoyu okuyunca hali hazırdaki kimi dizi tekliflerini geri çevirmiş, "Senaryoyu okuyunca bu yolculuğa çıkmam lazım dedim kendi kendime. Çünkü her zaman bu tür bir senaryo gelmez bir oyuncunun önüne. Hani Sivas'ta film çekmiyoruz, Sivas'ta telefonun çekmediği yerlerde film çekiyoruz. Hiç göremeyeceğimiz yerleri görüyoruz. Ayrıca tarihimizle ilgili önemli bir mesele, zorlu bir yolculuk üzerinden anlatılıyor. Dolayısıyla iyi bir film olacağını düşündüm ve kabul ettim" diyor. "Ya zorluklar?" deyince Kenderci uçurum sahnesine atıfta bulunuyor: "Dünyada Tom Cruise ve Jackie Chan'den sonra Ayşe ile dublör kullanmayan üçüncü ve dördüncü oyuncularız herhalde. Kariyerimde unutamayacağım bir sahne olacak" diyor gülerek.
UMUTLU BİR HİKAYE, BUNUN İÇİN FİLM ÖNYARGILARI YIKAR
Kafiledeki Ermeni kadınlardan Hayranuş'u canlandıran İpek Tuzcuoğlu setin konformist oyuncularından. Konformist derken yanlış anlaşılmasın, o doğanın dilini iyi biliyor. Mesela sıcaklardan korunmak için yapılan gölgeliğin altında durmak yerine bir ağaç gölgesinde dinlenmeyi tercih ediyor. "Çünkü daha serin oluyor. Böyle olunca da adım konformiste çıktı" diyor gülerek. Kervan 1915'e İpek Tuzcuoğlu'nun dahil olma serüveni diğer oyunculardan biraz farklı. "Benim için güven noktası İsmail Güneş'in kişiliğiydi. Çünkü bana göre öncelik insanlık sonra sanat gelir" diyerek yönetmene güvenerek bu maceraya atıldığını anlatıyor. Tabii senaryo okuyunca epey şaşırmış, "Hadi canım bu film nasıl çekilir ki?" demiş. Ayrıca senaryoyu önyargılı okuduğunu da anlatıyor. "Ama" diyor "Bir baktım ki, filmin o taraf bu taraf diye bir derdi yok. Ortada duruyor film. Benim istediğim bir gönülden ve kalemden çıkmış bir senaryo ve bakış açısı vardı karşımda. Çünkü bu tür bıçak sırtı meselelerde karanlık taraflardan bakmak yerine beyazlıktan bakmanın daha makul olduğunu düşünmüşümdür. İnsanlık olarak karanın içinde boğulduk kaldık. Kervan 1915'in, umut veren bir hikayesi var. Bunun için şimdi buradayım" Hayranuş'un toprağından, evinden barkından sürüldüğü için öfkeli ve Türklere karşı önyargılı bir Ermeni kadını olduğunu anlatıyor Tuzcuoğlu. "Aslında" diyor "Öfkesi Talat Paşa'ya. Çünkü bu karar ondan çıkmış. Ama kervandaki Türklere de bu öfke yansıyor. Mesela bunun için kızının bir Türk'e âşık olmasını kabullenemiyor. Ama bu yolculuk az da olsa onu değiştiriyor." Tuzcuoğlu Kervan 1915'in önyargıları kıracağını düşünüyor, "1915, 2015 insanoğlu değişmiyor. Şimdi de daha eskilere gidince de yine zalimlikleri, haksızlıkları, adaletsizliği görürsünüz. Ben ne siyaset uzmanı ne toplumbilimciyim, oyuncuyum. Onun için duygu önemli benim için. Hem Ermeni hem de Türklerin penceresinden yazılmış birçok kitap okudum. Maalesef tarih aşk ve öfkeyle yazılıyor. Dolayısıyla doğru kaynaklara ulaşmak zor. Bu film farklı bir bakışla bakıyor olaylara. Umarım film sayesinde önyargılar kırılır. Çünkü bu önyargılar kırılmadan bir sonuca ulaşmanız zor" diyor.
YİTİK KUŞLAR SEYİRCİYE YİTİP GİDEN GÜZELLİKLERİ HATIRLATACAK
Ermeni Tehcir'i ile ilgili bir diğer film de çekimleri tamamlanan Yitik Kuşlar. Kültür Bakanlığı destekli film, hikayeyi iki çocuğun gözünden anlatarak, farklı bir bakış açısı sergiliyor. Film ekimde vizyona girecek
Kervan 1915 çekile dursun, Aren Perdeci ve Ela Alyamaç 1915'teki Ermeni Tehciri'ni iki çocuğun gözünden anlattığı Yitik Kuşlar filmini çekip bitirdi. Film Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından destekleniyor. Perdeci bunun ülke sineması açısından büyük bir olay olduğunu söylüyor. İki yönetmenle Yitik Kuşlar'ı konuştuk.
- Türkiye sinemasının hiç el atmadığı bir konu 1915 Ermeni olayları. Böylesi bir konuya el atmanın ne gibi zorlukları oldu?
- Ela Alyamaç: Bu meseleyi; Anadolu'da yaşamış olan Osmanlı Ermenilerinin torunları ile çekmek istedik, esas zorluk buydu. Senaryo yazımında konuştuğumuz insanlar filmin saflığını ve ne kadar önemli olduğunu anlayınca bizi kucakladılar ve kendi hikayelerini de bizimle paylaşmaya başladılar.
- Aren Perdeci: Araştırma bölümü oldukça sancılı bir süreçti. Bazen döneme ait bir fotoğraf karesine bile ulaşabilmek bile büyük bir zorluktu. Hem Türkiye'den hem de dünyanın farklı yerlerindeki arşivlerden faydalandık. Senaryoya başlamadan önce araştırmamız gereken en önemli konu Osmanlı'daki Ermenilerin yaşayış biçimleriydi. Hem sanat hem zanaat yapmışlar, ülkeye para kazandırmışlar, hizmet etmişler, askere gitmişler. Vatanlarını çok sevmişler ve ülkelerini ileri götürmek için çabalamışlar. Okuduğumuz farklı Ermeni yazarlarının romanlarındaki ortak duygu hepsinin vatanlarını, Anadolu'daki geçmişlerini, komşuluklarını özlemle ve sevgiyle yad etmeleriydi.
İNSANLAR AHENK İÇİN DEYDİ
- 1915 Ermeni olayları çetrefilli ve Türkiye kamuoyu açısından da çok tartışmalı bir konu. Böylesi bir konuyla ilgili film çekmek nasıl bir sorumluluk yüklüyor sinemacıya?
- A.P: 1915'de yaşanan olayları tartıştıkları zaman insanların birbirlerine çok kızdığını ve öfke duyduğunu görüyoruz. Bu kızgınlık insanlar arasındaki uçurumu gittikçe açıyor ve asıl önemli olan insan hikayelerinden gittikçe uzaklaşılıyor. Tartışılan zamanlarda insanların, birbirleriyle nasıl ahenk içinde, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşadıkları unutuluyor. Bizim sorumluluğumuz olayları olduğu gibi aktarmak ve objektif olmaktı.
- E.A: Yitik Kuşlar'ı yazarken Bedo ve Maryam üzerinden insanın hikayesini anlatarak, birlikte yaşayan insanların birbirini anlamasını sağlamayı amaç edindik. Film, yarım kalmış hayatları seyirciyle paylaşarak tarihe bir not düşüyor, seyirciye yitip giden güzel şeyleri hatırlatıyor.
- Yaşananları çocukların gözünden anlatmak istemenizin sebebi nedir?
- A.P: 1915 olayları çok büyük ve katmanlı bir tarihi konu. Genellikle büyük tarihi vakalarda ve savaşlarda tarih kitapları olaylara rakamlarla yaklaşır, istatistikler sunar. Fakat o savaşta ölen insanların ailelerini anlatmaz, o ailenin babalarını beklerken, bir yemek sofrasında nasıl boğazlarının düğümlendiğini anlatamaz. Sinemanın bunu yapma şansı var ve filmimiz de bu büyük tarihi acıyı iki kardeşin bakış açısından anlatarak, bireyi en saf ve masum şekliyle incelemek istedik.
- E.A: Film anlatımı olarak çocukların masumiyeti ile seyircinin tarihi bilgisi birleşince ortaya hem masalsı hem de çok gerçek bir duygu çıkıyor.
- Filmin sırtını dayadığı gerçek bir hikaye var mı, yoksa tamamen kurmaca bir hikaye mi?
- A.P: Benim çocukluğumda bu hikayeler saklanırdı. Ne zaman ki Yitik Kuşlar'ı yazmaya karar verdik hem kendi ailemdeki hem de çevremdeki insanların yaşadığı hüzün dolu hikayeler anlatılmaya başlandı. Bu hikayelerin, senaryo aşamasında Yitik Kuşlar'a çok büyük yardımı dokundu çünkü yaşanmış hikayelerin ilk ağızdan size aktarımı her zaman bir tarih kitabından daha değerlidir.
- Kültür Bakanlığı filminizi destekliyor. Sizce bunu nasıl yorumlamak gerekiyor?
- E.A: Yurtdışında bize sorulan ilk soru, "Türkiye'de bu filmi çekmenize nasıl izin verdiler ve Türkiye'de gösterilebilecek mi?"oldu. Biz aslında, filmimizin, ülkemizdeki önyargıları kıracak bir film olduğundan eminiz. Sinema destekleme fonuna 2012 yılında başvurduk. Projemiz bir sene bekletildi ve iki farklı kurula girdi, bunun nedeni ülkemizde daha önce bu konuda uzun metrajlı kurmaca bir filmin çekilmemiş olmasıydı.
- A.P: Yitik Kuşlar'ın Kültür Bakanlığı desteği ile çekilmesi aslında ülke sineması adına çok büyük bir olay. Maddi destekten çok manevi desteği almamız w bizim için daha önemliydi.
- Film, 1915 Ermeni olaylarıyla yüzleşilmesinde nasıl bir katkı sağlar.
- A.P: Farklı kesimlerden ve bizi hiç tanımayan farklı insanlara izlettik. Herkesin kanısı filmin yüreklerine dokunmuş olması oldu.
- E.A: Yitik Kuşlar bu konuda insanları bir araya getirecek, çünkü çok saf duygularla yapılmış bir film ve ilk adımı atarak beraberinde kurulacak diğer köprülere de bir model olacak.