Meslek hayatımda onunla pek çok kez karşılaşmıştım ama fazla muhabbetimiz olmamıştı.
Taa ki sabah gazetesine başladığım 2009 yılının Ocak ayına dek... Odamın ilk ziyaretçilerinden biri Savaş Ay oldu. "Hayırlı olsun", çay, sigara faslından sonra sadede geldi. O meşhur kısık sesiyle, "Müdür aç şu bohçanı da görelim haberlerini bakalım, neler getirmişsin bize..." dedi ilk olarak. Haber önerileri aldı benden.
Sonraki günlerde anladım ki Savaş abi bir müdürün odasına iki şey için girer; birincisi haber önerisi almak, ikincisi sigara içmek için... Bu ikisi dışında hiç gereksiz diyaloğa girmezdi. Yok gazetenin idari işleriymiş, yok filanca onu demiş, falanca bunu demiş... İçinde haber geçmeyen kısır çekişmelerin, kişisel hırsların, dedikoduların geçtiği ortamlardan nefret ederdi. "Haber konuşamayacaksak bana eyvallah kardeş..." der, herkesi sustururdu.
Onun için 'hayat eşittir haber', 'haber eşittir hayat'tı. Sağlık durumu, saatin kaç olduğu, hava şartları, mesafeler... Hiç bir şey onu haberden uzaklaştıramazdı. Fındıklı'daki evinin bir bölümünü telsiz odası yapmıştı. 24 saat polis telsizi dinliyor, ilgisini çeken bir hadise olduğunda motoruna atlayıp olay yerine damlıyordu. Tam donanımlı fotoğraf makinesi, kamerası, alet edevatı... Haber için gerekli olan her şeyi her an yanında dururdu.
BEN MUHABİR SAVAŞ AY
Günümüzde malum, genç gazeteciler kendilerini muhabir olarak tanıtmaktan utanır hale geldiler. Muhabirlik kötü bir meslekmiş gibi. Bir an önce bir köşe başını tutmak, müdür olmak, yazar olmaktır genç meslektaşlarımızın hedefi... Haber yapmak en zor olan işidir çünkü mesleğin.
Gazetecilik demek muhabirlik demekti Savaş Ay için. Onu herkes tanırdı ama kendisini tanıtması gerektiği durumlarda, "Ben muhabir Savaş Ay" derdi gururla...
Ona daha önce Turkuvaz Haber Ajansı müdürlüğü görevi verilmişti. Yeterince kendi haberlerine vakit ayıramayacağını anlayınca, maddi olanakları daha iyi olan bu işi elinin tersiyle itmiş, yine kendisini sokaklara atmıştı.
Her seferinde gururla anlatırdı, onca baskıya rağmen müdürlüğü bırakıp sokaklara kaçış hikayesini.
Bir de haberi herkesten kıskanırdı. Haberini gündeme vereceği güne kadar servis şefi hariç kimseyle paylaşmaz, hiç kimseye haber önerisinde bulunmaz, gider kafasında bir haber varsa mutlaka kendisi yapardı.
Hayatının her anını fotoğraflar ya da kameraya kaydederdi. Mesela hiç birimizin aklına gelmez... Uçağa binerken kamerası hep açık olurdu. Her saniyeyi kaydederdi. Kendisini, beni, yolcuları, hostesleri çekerdi. "Oğlum uçak düşerse işe yarar" derdi. Sanki içinde bulunduğu uçağın düşme haberini kendisi yapabilecekmiş gibi. "Abi biz öldükten sonra kamera görüntümüz olsa ne olur olmasa ne olur" diye takılırdım ona.
HABERİN SONUNA KADAR GİTTİ
Çok inatçı ve ısrarcıydı haber için. Bir haberi kafasına koydu mu onu mutlaka yapardı. Bir gün İstiklal Caddesi'nde yürürken bir binanın çatısından kocaman bir taş düşüyor. Kafede oturan genç bir adam ölümden dönüyor, elinden yaralanıyor.
Heyecanla aradı beni gecenin bir vakti. "Müdür hastaneye kadar takip ettim, çok güzel iş oldu..." Güzel iş dediği sıradan bir yaralanma olayı. Devam sayfasında 2 sütuna on santim haber en fazla...
Bu olaydan bir sene kadar sonra, Istiklal Caddesi'nde elinden yaralanan o genç adamın kız arkadaşı arıyor Savaş abiyi... Diyor ki "Nişanlımı kaybettim, Bodrum'da denizde boğuldu..." İnanılmaz bir hikaye. Genç adam bir heykeltıraş. Ölüm yakasını bırakmıyor. Yarım kalan randevu ölümle sonuçlanıyor. Sabah'ta kocaman manşet... Taksim'de bir yıl önce çekilen yaralanma fotoğrafları eşliğinde...
SESİN KISIK AMA…
Kapıdan kovsan bacadan giren bir adamdı… Turkuvaz Medya Grubu yöneticileriyle, Türkiye'nin değişik illerinde toplantılar yapıyorduk. "Sadece yöneticiler katılacak" diye şerh düşülüyordu. Bu yüzden Savaş Ay'a da "Hadi Diyarbakır'a gidiyoruz" diye haber vermemem gerekiyordu. Ama ne mümkün haber vermemek. Canıma okurdu yoksa; "Abi benden duymuş olma, şu tarihte falan yerdeyiz…"
O bir yolunu bulup herkesten önce gidiyordu oraya. Bir gün Adana'ya gittiğimizde, onu Seyhan Oteli'nin lobisinde piyano çalarken görmek, herkese sürpriz olmuştu...
Toplantıların neşe kaynağıydı. Sabah Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Metin Yüksel ona, "Savaş abi sesin kısık ama herkesten fazla gürültü yapıyorsun" diye takılırdı.
SAVAŞ AY HAC'DA
Savaş Ay'a, ahir vaktinde hac farızasını yerine getirmek de nasip oldu. Metin Yüksel ısrar etmişti, Sabah adına o yıl hacca gitmesi için… Önce "Gitsem mi acaba" demişti ama çok huzurlu dönmüştü hacdan…
Hatta döndükten sonra ölümüne kadar, 'hacı arkadaşları'yla bir araya gelmeye özen gösterdi. Onları güldürdüğünü, yemek pişirdiğini anlatıyordu.
BANA VERDİĞİ BİR NUMARALI DERS
Son 5 yılında Savaş Ay'la en çok mesai geçiren kişilerden biri sanıyorum bendim. Bütün başarılı insanlar gibi zor yanları da yok değildi. Ama ben onu, üzmemek, layık olduğu saygıda kusur etmemek için anormal çaba sarf ettim. Bunun karşılığında, onun tecrübelerinden yararlanarak, habercilik, gazetecilik bilgilerimi tazeledim.
Çok ilginç gelir bana hala... Ben bu 5 yıllık süre zarfında, Savaş Ay'ın siyasi görüşünün ne olduğunu anlayamadım. Bana verdiği en önemli gazetecilik derslerinden biridir bu: Gazetecinin ideolojisi sadece haberdir... Siyasi parti kongrelerinde masaların üstüne çıkarak slogan atan gazetecileri görünce, Savaş Ay gazeteciliğinin ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladım.