Son 10 yıldır Türk dizi sektörüne damgasını vurmuş yapımların büyük çoğunluğunda Sema Ergenekon imzası var. Aşkı, ihtirası, tutkuyu ekranda onun kadar iyi anlatıp izleten senarist sayısı bir elin parmakları kadar. Düşünün Gümüş, Sıla, Yer Gök Aşk, Karadayı, Kara Para Aşk hep Sema Ergenekon'un ve Eylem Canpolat'ın kaleminden damlıyor... Altı ay önce bu ikiliye deyim yerindeyse nazar değdi. Sema Ergenekon doğum gününün hemen ertesi günü meme kanseri olduğunu öğrendi. Üstelik, henüz 37 yaşındaki Ergenekon, risk grubunda da değil! Mutlu bir evliliği var. Kariyerinin en iyi noktasında. Üç çocuğunu da emzirmiş. Ailesinde meme kanseri hikayesi yok! Ama Sema Ergenekon meme kanserine yakalandı. Üstelik kanserli kitle sekiz yıldır vücudundaydı. Ergenekon tedavisini tamamladı, kötü günler geride kaldı. Ama bu kötü günler Ergenekon'u bir sorgulamayla baş başa bıraktı.Yaşamı, yaşadıklarını, her şey yolunda giderken neden kanser olduğunu kendi kendine sorgulayan Sema Ergenekon'la buluştuk. Saçları kısacıktı, bir bereyle poz vermek istedi ama karşımdaki güzel yüzlü kadına kısa saçlar o kadar yakışmıştı ki, beresiz fotoğraflar için onu ikna ettim. Tıpkı müzisyen Sinead O'Connor'a benzediğini fark ettim. Detay detay her şeyi konuştuk. Ben bu söyleşi bittiğinde çok etkilenmiştim, dönüp kendi hayatıma baktım. Ve geç olmadan düzenlemeler yapmaya karar verdim. Umarım siz de okuyunca böyle hissedersiniz...
- Meme kanseri olduğunuzu ne zaman öğrendiniz?
- 9 Nisan'da doğum günümü güzel ve kalabalık bir partiyle kutladım. 37 olmuştum. Bir hafta sonra bana doğum günü hediyesi olarak geldi kanser.
- Nasıl fark ettiniz? - Banyo yaparken, sağ göğsümde bir kitle fark ettim. Elime geldiği an, kötü bir şey olduğunu anladım. Çakıl taşı gibi pürüzlü bir his veriyor dokununca bu kitle. Öncesinde kendimi böyle kontrol etmiyordum, keşke yapsaydım, daha önce fark edebilirdim. Üç çocuğumun da doğumunu yaptıran doktorum olduğu için jinekoloğumdan randevu aldım. Halbuki genel cerraha gitmek gerekiyormuş, sonradan tüm bunları öğrendim elbette. Doktorum "Kanser tanımlarının tümüne uyuyor" dedi. Orada ilk sarsılmayı yaşadım.
- Ne hissediyor insan o anda?
- Çok sağlıklıyımdır, enerjiğimdir, kolay kolay hastalanmam. Her doğum yaptığımda bir hafta oturur sonra senaryo yazmaya devam ederim. İç dinamiği de yüksek bir insanımdır. Ailemde meme kanseri yok. Hiç beklemediğim bir haberdi. "Bana olmaz" diyordum. O yüzden hafife aldım ve küçümsedim kanserimi. Parça alındı, mamografiye girdim. Ultrason çekildi. Ve kanser olduğum kesinleşti. Bir genel cerrah buldum. O, "Muhtemelen koltuk altına sıçramamıştır. O kitleyi alacağız, hallederiz. Önemli olan senin nasıl hissettiğin, git kafanı takma, belki kemoterapiye gerek kalmaz" dedi.
- Rahatlamışsınızdır...
- Hiç önemsemedim, sanki ben aldırıyormuş gibi hissediyordum. Meğer bu reddediş evresiymiş. Önce hastalığı küçümsedim, sonra reddettim. Oysa ne olursa olsun bu hastalık küçümsenmemeli. Ameliyata girdim, çıktım, gayet lay lay lom... Kitleye dair sonuçları almaya gittiğimde kanser olduğumun farkına vardım. Doktorum, "Lenf nodülünde iki tane aldık, bir tane mikro metastazın var" dedi. Farkına vardım ki bu sadece bir geçiş anlamına geliyor. Tüm vücudumu sarabilir. Bu tedirginlikle ilk yüzleşmeyi yaşadım. Yıkım gibi oldu benim için. Sarsıldım. Onkolog bulduk bu sefer kemoterapi için. Altı kür alacaktım.
- Hayatınız altüst oldu sanırım bir anda...
- Hayatımda ilk defa bir yaz tatilini aylar öncesinden programlamıştım, bu planları yaparken kanser olacağımı bilmiyordum tabii. Yaz tatilini de iple çekiyordum. O tatile gittik ama mahvolduk. Ben tatile gidiyorum, kemoterapiye girmem gerekiyor, İstanbul'a dönüyorum, çocuklar beni o halde görmesin diye bir süre geri dönmüyorum... Gittiğimde zaten tadını çıkaramıyorum. Hayatımın en zor yazıydı. İlk üç kemoterapi iyi gitti, ama üçüncüden sonra bedenin sarsılmasıyla ruhsal bir çöküş yaşadım.
Böyle de çok güzelsin anne!
- Ölüm korkusu yaşadınız mı?
- Hiç "Öleceğim" diye düşünmedim. Ölüm korkusu yaşamadım. "Bundan sonra olur mu?" onu da bilmiyorum. Belki bilinçaltımda vardır da açığa çıkmamıştır daha...
- Çocuklarla ilgili kaygılarınız, endişeleriniz oldu mu?
- En küçüğü iki buçuk, diğeri beş ve sekiz yaşında üç çocuk. Çocuklarla ilgili durumu aslında idare edemedim; baştan çocuklara bir şeyler demem gerektiğini planlayamadım. Yaşayıp tokat yedikçe onlara bilgi verdim. Kemoterapiyi ön göremediğim için saçlarımın dökülebileceğini söylemedim, hazırlamadım onları. Vücudumu mikropların kapladığını, iyileşmem için bana vitaminler verildiğini söyledim. Kanser adını hiç deklare etmedim, hâlâ etmiyorum. Çünkü büyük kızım Asya şöyle bir inanışa sahip; kalp krizi geçiren ölür, kanser olan ölür! Sonra saç dökülme süreci başladı. Doktorun da tavsiyesiyle peruk yaptırmaya karar verdim. Onlar görmeden saçım kesildi ve sabit, çıkmayan, denize bile girebildiğim bir peruk takıldı. Yazın peruk zor oluyormuş...
- Eyvah...
- Bir süre sonra tuhaf gelmeye başladı peruk, "Aslında saçım yok ama niye varmış gibi davranıyorum" diye düşündüm. Kızlara, yanlışlıkla saçımın çok kısa kesildiğini, düzeltmek istenirken daha da kısalttıklarını, benim de buna çok kızıp kazıttığımı söyledim. Küçükler "Böyle de çok güzelsin" diye sarıldılar. Ama büyük kızım Asya rahatsız oldu, "Böyle görünme, seninle dalga geçerler anneciğim" dedi. Bandana aşamasına geçtim. Bir süre sonra bandanadan da sıkıldım.
- Saç ne kadar önemliymiş değil mi?
- İnsanın saçının olmaması çok zor. Kadın dediğin saçıyla bütün, 37 yıllık bir alışkanlığım bu. Saçsız olmak, kanserdeki en zor aşamalardan biriymiş! Oysa kesilirken ve dökülmeye başladığında o kadar etkilenmemiştim. Eşim "Aşkım böyle çok güzelsin, hiçbir şey takma böyle gez" dedi. Denedim ben de. Ama o kadar dikkat çekiyor ki; karşıdan 10 insan geliyorsa, hepsi gözünü dikip bakıyor. Ve o gözlerde şaşırma ve acıma halini iliklerine kadar hissediyor insan. Bir gün Bağdat Caddesi'nde yürüyorum, bandana var kafamda ama o halde bile algılanabiliyor ya... Kadının teki "Ah yazık çok da gençmiş" dedi. Öldürdü kadın beni orada. Dönüp, "Ya ben ölmüyorum, ölmüyorum" demek istedim. İnsanlar biraz daha duyarlı olsa bu konuda rahat rahat gezerim. Öyle bir acıma oluşuyor ki gözlerinde, korkunç! Sen orada müthiş bir mücadele veriyorsun, hayata tutunmak için ama karşındaki bakış yarın ölecekmişsin gibi... O yüzden öyle gezemedim.
- Normal hayatınıza dönmenize izin vermiyordur bu durum...
- Tabii. Tam hastalığı unutuyorum, almışım dondurmamı yiyorum keyifli keyifli, birinin bakışıyla unutmak istediğin o gerçeği hatırlıyorsun. Çünkü kanseri ilk öğrendiğinde hayatının en yüksek tepesine çıkıyor bu durum, sonra yavaş yavaş rutinin olmaya başlıyor. Bir bakış, bir durum onu hatırlatınca, o yüksek yere tekrar taşıyorsun hastalığı.
Sema için ne yapıyorsun?
- Kendinizle ilgili bilmediğiniz ne öğrendiniz?
- Vahide Gördüm duyduğunda beni aradı; "Kızım hiç üzülme, merak etme hepsi geçiyor. Ben ilkbahar kadını olmuştum, sen de sohbahar kadını olacaksın" dedi.
- Ne demek ilkbahar, sonbahar kadını?
- "Hayatı keşfedeceksin, kendini keşfedeceksin, mutlu olmayı öğreneceksin, 'İyi ki olmuşum' diyeceksin" dedi. Vahide Abla bunu bana dediğinde 'Bak bu kadın bunu atlattı, bildiği bir şey var' deyip birkaç günü mutlu geçiriyordum. Ama sonra yine "Hayır niye" diye ağlıyordum. Gelgitler... Bu arada çok kitap okudum, kendimi keşfetmeye başladım, içe döndüm.
- Bu keşif yolculuğunuzu biraz anlatır mısınız?
- Doğu felsefesinde şöyle bir bilgi var; meme aslında başkasını besleme organımız. Birilerini çok fazla besleyip, kendimizi beslemeyi unutursak, ruhumuzda bir yara açılıyor ve bu da vücudumuzda eksik duygunun karşılık geldiği yerde ortaya çıkıyor. Dönüp bakınca şunu fark ediyorum ki; ben fazla ve gereksiz fedakar olan, listede kendini son sıralara atmış biriyim. Sürekli "Ayyy çok çalışıyorum, anneliğimi tam yapabiliyor muyum? Çok çalışıyorum, onlara vakit ayıramıyorum" diyen biriyim. Şunu sormayı unutmuşum, "Sema için ne yapıyorsun?"
- Kendinize bu soruyu sormayı unuttuğunuzu nasıl fark ettiniz?
- Onkoloğum Nuran Beşe bana, "Sema kariyerinde iyi bir noktadasın, mutlu bir evliliğin var, üç güzel çocuğun var, ailende meme kanseri hikayesi yok. Sen neden kanser oldun?" diye sordu...
- İyi soruymuş...
- Kanser çok büyük travma yaşayan insanlarda olurmuş, mesela deprem yaşıyor ve yeniden bir hayat kurmaya çalışıyor. Bu travma yaraya dönüşüyor. İçinde çok büyük fırtınalar kopanlarda, kötücül duyguları yüksek olanlarda oluyor. Doktorum, "Neden kanser olduğunun yanıtı bulman gerekiyor. Seni gördüğün tedavilerle sıfırladık, ama bu nedeni bulup çözmezsen yine karşıma gelirsin" dedi. "Sizce neden?" dedim, "Çok fedakar ve hayır diyemeyen bir insan olabilir misin acaba?" dedi.
- Ruhumuzu tamir etmemiz gerekiyor yani...
- Doktorum şöyle anlattı; alfa ve beta beyin dalgaları varmış. Beta beyin dalgasında olduğumuzda kanser hücrelerinin üremesini sağlayan zeminde oluyormuşuz. Alfa beyin dalgasında olursak, kanser hücrelerine karşı vücudu savunabilecek hücrelerin olduğu zeminde oluyormuşuz. Nasıl alfa beyin dalgasında olacağız? Kendimizi seversek, kendimize vakit ayırırsak, kendimizi mutlu edersek beyin zaten kendini alfada tutuyormuş. Alfa beyin dalgasında olduğun sürece bağışıklık sistemi inanılmaz iyi çalışıyor ve kanser hücrelerini yok ediyor. Vücut her gün kanser hücresi üretiyor, ama bazılarınınki yok edilemiyor. Doktorum, "Neden kanser olduğunu bul, karşıma da bir daha gelme" dedi ve beni gönderdi...
- Muayenehaneden çıktınız ve....
- Evet, derin sorgularla çıktım... 37 yıllık bir sorgulama bu. "Hayatım boyunca sigara içmedim, hep organik beslendim, ağzıma içki koymadım" diyen insanlar kanser oluyor. Bunun bir nedeni olmalı. Bunun nedeni ruhumuzda barındırdığımız, beslemeyi ihmal ettiğimiz yerlerde. Üç tane profesöre gidiyorum, Abdullah İyici genel cerrahım, Nil Molinas onkoloğum, Nuran Beşe de radyasyon onkolojisi doktorum. Üçü de profesör. Üçü de "Kafada bitiyor" diyor. Sen mutlu olursan, hiçbir şey olmaz. Bir daha olmaması benim elimde. Var olanı yok etmek ise tıbbın işi. Onlar beni sıfırladılar. Ama bu topraklarda bu kötü hücreler yetişti mi? Sabıkalıyım. Yeniden yetişmemesi için yapmam gereken şey, "Kendime değer veriyor muyum, birilerine hayır diyebiliyor muyum, mutlu muyum?" sorularını cevaplamak.
- Cevapları bulabildiniz mi?
- Sürekli olumsuz bakmışım. Yaşadığım mutluluğu değil, yapamadığım şeylerin mutsuzluğunu büyütmüşüm. Okulunu okuduğum ve çocukluğumdan beri hayalini kurduğum bir işi yapıyorum. Yazarak kazanıyorum. Yaptığım işin iyi noktalarından birindeyim. Üç güzel çocuğum var, kocamı çok seviyorum. Yıllardır birbirimize bitmeyen bir bağlılığımız var. Annem, babam sağ. Ablalarım, erkek kardeyim benimle... Ama ben güzel olan bu tabloya değil, yetişemediğim yapamadığım şeylere takılmışım.
- Ve çok çalışmışsınız....Hayatın kontrolü elinizden kaçmış...
- Kendi kendimizi kamçılıyoruz ve sonra "Çok çalışıyorum vaktim yok" diyoruz. Bunu ben istedim, ben bu hale getirdim. Farkında da değildim. Aslında konuşuyorduk, Eylem'le (Canpolat), eşim Uğur'la... Bir girdaba mı giriyoruz? Harekete geçip bu gidişatı durdurabilme gücü verdi bana bu hastalık. Zinciri kırmam gerektiğini öğrendim. Bu zinciri kırıyorum. Seneye dizi yazmıyoruz, bir sezon ara vereceğiz, dinlenmemiz gerekiyor. Altı ay önceki Sema'dan daha mutlu bir Sema'yım.
-Yoğunluğunuz çok fazlaydı sizin...
- Bir ara üç-dört dizi bir arada gidiyordu. Doğal olarak kalabalıklaşıyorsun, dizi bitince kalıyorsun "Şimdi ne yapacağız?" Üç-dört daha yazmamız lazım ki, bu insanlar bizimle birlikte yola devam etsinler. O zaman katlana katlana büyüyor ve girdaba dönüyor olay.
- Halbuki siz ikiniz yola çıktığınızda koşullar ne kadar farklıydı?
- Ankara'da sobalı, tek odalı bir evimiz vardı. Orada yazıyorduk. Tek bilgisayar vardı, birimiz yazıyor yoruluyor, öteki oturuyordu. basitti hayatımız. O ilkel hale, ilk hale dönmek gerekiyor belki de... Para kazandıkça yaşam standartlarımız değişiyor. Önce bu durum hoşumuza gidiyor. Ama sonra o standartı korumak ve kaybetmemek için daha fazla çalışmak zorunda kalıyoruz. Bir bakıyoruz ki sahip olduğumuz şeylerin kölesi olmuşuz. Bunun sonu yok çünkü. Daha pahalısı, daha özeli, daha daha dahası hep var. Ama bunlara ulaşmak için yapılan fedakarlıklar çok yorucu olabiliyor. O yüzden öze dönüş yolları bulmak gerek.
Altı ay öncesinden daha mutluyum
- İnsanlar böyle durumlardan öğrenerek çıkar... Siz ne öğrendiniz?
- Küçük küçük şeyler... Hastalık durumlarında hep, "Aman şimdi bir de ben arayıp rahatsız etmeyeyim" derdim. Meğer insanlar aranmak istiyormuş, bekliyormuş. Geçen gece kızlara mesaj attım; "Kirpiklerim çıkıyor" diye... Ne mutlulukmuş...Bir şeyi yetiştirmek için toprakla uğraşırsın da ilk filizi görürsün ya, onun gibi... Kemoterapi boyunca ağzının tadı olmuyor, meğer elmanın tadı ne güzelmiş. Yeniden insan gibi hissetmeyi, bedenen sağlıklı olduğum, sevip sevildiğim için şükretmeyi öğrendim. Kendine dönüp, kendinle ilgili yaptığın eksiklikler neyse onları tamamlamayı öğretiyor. Farkındalığım arttı, altı ay öncesinden daha mutluyum.
- Kanseriniz sizi mutlu etti yani?
- İşte bu bir bakış açısı. Bakış açını değiştirirsen, sana eziyet ve korkunç gelen, 'ölüm korkusu' vermesi gereken hastalık, hayat vaat edebilir. Hastalığı ilk öğrendiğimde, fotoğraflara bakıyordum ve içimden "Bak burada ne kadar mutluyum" diyordum. Ne büyük yanılgı. Oysa orada, o pozu verirken vücudumda kanser hücresi var. Özlediğim ve iç geçirdiğim Sema, hastalıklı olan. Şimdi biliyorum, kurtuldum. Bu an tek, bu an özel, şu an buradayım.
- Hayatınızı nasıl değiştirdiniz?
- Kendime vakit ayırmıyordum, bu hastalık vakit ayırtmak zorunda bıraktı. İş yoksa hep çocuklarlaydım. Her sabah ışın tedavisine gidiyorum, iki saatim gidip gelmeyle bitiyor. Vaktim yok diye spora gitmiyordum. Bak varmış vaktim, ışına gidebiliyorum. Işın tedavisi bitince o vakti kendim için kullanacağım.
- Galiba her şeye vaktiniz varmış ama bir tek kendinize yokmuş...
- Aynen öyle. Resim kursuna gitmek istiyorum. Tutkuyla resim yapmak istiyorum yıllardır ama vaktim yok. Boş vakit bulunca, kendimle ilgili bir şey yapınca vicdan azabı duyuyordum. O vicdan azabından da kurtulabilmeyi öğrenmek gerekiyor.
'Hastalık bitti partisi' vereceğim
- İnsan başkası için yaşamayı nasıl bırakabilir?
- Başkası için yaşadığında vücut 'error' veriyor, "Pardon kendin için yaşayacaksın" diyor. Metin Hara'nın kitabında "Bencillik önce ben demek değildir, bencillik sadece ben demektir" diyor. Önce ben demek gerekiyor, önce ben demezsen, başkasına da diyemezsin. Çok tuhaf bir yolculuk. Bir sürü şeyi içinde yaşıyorsun.
- Uzun yıllardır yoğun bir tempoyla çalışıyorsunuz, kendinizi tanımaya fırsatınız da olmamış galiba?
- Üniversiteye gidiyordum çalışmaya başladığımda, hem çalıştım hem okudum. Şu ana kadar durmaksızın çalıştım, galiba tanıyamadım kendimi.
- Eşiniz nasıl idare etti bu dönemde? Sanki o çok sarsıldı, onu da siz topladınız gibi hissediyorum...
- "Sema güçlüdür, Sema halleder. Üç çocuğa baktı, üçünü de emzirdi, yatılı bakıcı kullanmadı" imajının yarattığı bir şey bu. "Sema da ölebilirmiş, Sema de tökezleyebilirmiş" olunca insanlar bir şaşırıyor. Annem, babam, kocam, çocuklarım hepsi böyle hissetti. Çocuklarım şöyle derdi, "Annem kendine çok iyi bakar, hiçbir zaman hasta olmaz!" Bunu duyduğumda hoşuma giderdi. Şimdi öyle değil, "Anne de hasta olabilir, anne da yorulur, onun da dinlenmeye ihtiyacı var!" Öyle bir imaj çiziyorsun ki, yükleniyorsun, yüklendikçe sorumluluğun artıyor, bunu da yaptım, bunu da becerdim... Bir yerde teker patlıyor ve araba o yükü kaldırmıyor.
- Parti verecek misiniz?
- Evet, "Hastalık bitti" partisi vereceğim. Bu bana da, başkalarına da, "Bitti" diyen bir parti olacak.