Ulucanlar Ankara Kapalı Cezaevi, 1926'tan 2006'ya dek cezaevi olarak hizmet verdi, bir süre önce de müzeye dönüştürüldü, 'Utanç Müze'sine. Şimdi müze olduğuna bakmayın, at tavlası olarak inşa edilen binanın yapısı gibi kaderi de kötü. Kolay değil, yıllarca acılara ev sahipliği yaptı. Vehbi Camgöz farklı zamanlarda tam beş kez bu cezaevine müdür olarak atandı, o da çok şeye şahit oldu. 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerinde Ulucanlar'da müdürdü. 12 Eylül'de Solcu Necdet Adalı, sağcı Mustafa Pehlivanoğlu, Erdal Eren, gözleri önünde, bu cezaevinde asılarak idam edildi. Her 12 Eylül'de gazetecilerin onu hatırladığını söyleyen Camgöz bu kez erken davrandı ve Ulucanlar'da geçirdiği toplam 10 yılı anlatan bir kitap yazdı;
İdamlar ve Olayların Gölgesinde Ulucanlar. Camgöz, Pazar SABAH'a konuştu.
- Nasıl böyle bir iş yapmaya karar verdiniz?
- İmtihana girerken, mülakatta sordular: 'Neden bu işi tercih ettin?' diye. Herkes 'İnsanları çok seviyorum, hizmet edeceğim,' gibi şeyler söyledi. Ben dedim ki, 'Daha iyi bir iş bulamadım.'
-
İş sizi nasıl değiştirdi?
- İşi tecrübeli gardiyanlardan öğrendim. Derme çatma bir idareydi. Gardiyanları amele pazarından seçerdik; iri adamları seçerdik, iyi sopa atabilen... Islahın tek vasıtası sopaydı. Bakanlık da bunu benimsemişti. İyi sopa atan, iyi müdürdü. Çünkü insanı başka bir vasıtayla eğitmeyi öğrenememişlerdi. Ailenin terbiye metodu ne? Kulağını çekeceksin, sopa atacaksın. Böyle bir şey olmaz. O zaman da biliyordum. Köyümüzde sopa yediği için, kabiliyetli olduğu halde okumayan çocuklar vardı.
-
Ulucanlar'a geçişiniz nasıl oldu?
- Her konuyu dışarıdan öğrendim, araştırdım. Kurumların altyapısında eğitime, ıslaha yönelik birikim yoktu. Her şeyi tek tek yaptım. Gayretli olunca sivriliyorsunuz. Bakanlık 'Bu bir şeyler yapıyor,' diye düşündü ve beni Ulucanlar'a aldı. 1980'in 1 Ocak'ında geldim, 81'in sonuna kadar orada görev yaptım. Meşhur idamlar falan o dönemde oldu.
-
Çok talihsiz zamanlar...
- Evet, gerçekten. Ama Allah'a hamd ediyorum. O dönemleri yaşadım, bunu kitapta da anlattım. 12 Eylül'de işkence yapılmayan tek cezaeviydi orası.
-
Cezaevine 'eza evi' diyorsunuz, koşullar nasıldı?
- Cezaevlerinin büyük bölümü öyleydi o dönem. E tipi cezaevi iki-üç tane vardı. Okul, eski bir kilise gibi yerler cezaevine çevrilmişti. Cezaevi şartlarına haiz olmayan, insan barındırmaya müsait olmayan yerlerdi. Ulucanlar da bunlardan birisiydi. Altı koğuş vardı, ihtiyaç oldukça ilaveler yapılmış, resmen gecekondu. 600 kişiye hitap etmesi gereken bu hapishanede 2 bin-2 bin 500 kişi barındırdığımızı bilirim. Bir yatağa üç kişiden fazla düşüyordu. Sekizer saat vardiyalı uyuyordu insanlar. Koğuşlara girince kokudan başım dönerdi. Bu da insanlara ekstra bir ceza gibiydi. Cezadan ezaya dönüşürdü.
-
Dünden bugüne düzelen ne var?
- Dediğim gibi gardiyanları amele pazarından seçerdik. İyi sopa atan, mümkünse bıyıklı falan. Sonra işsizlik biraz şansımız oldu; okumuş, kaliteli çocuklar gardiyan olmaya başladı. Eskiden adamın eline sopayı verdiğinde gidip haşat ediyordu bir koğuşu; şimdi böyle bir şey dersen 'Aman efendim, kanun var, nizam var,' diyen çocuklar var.
-
Cezaevi çalışanlarının belli bir eğitim düzeyi olması gerekiyor.
- Tabii. Eğitim ve infazcılığın malzemesi insandır. Marangoz hata yaparsa bir ağacı öldürür, ama bir insana şekil vermek, hele hele ıslah etmek durumda olan insanların ıslah etme iddiasında oldukları kişilerden daha üst seviyede olmaları lazım. Büyük bir handikaptı bu. Adam geliyor ODTÜ'den, Hacettepe Tıp Fakültesi'nden, hasbelkader suça bulaşmış. İlkokul mezunu, okuma yazma bilmeyen adama diyorum ki 'Bunu ıslah et.' O, onu dönüştürüyor.
-
Cezaevinde siyasi mahkumlar var, sizin de siyasi bir görüşünüz var, bu durum problem yaratıyor muydu?
- Valla devlet için öyle, benim için bütün görüşler muhteremdir. Şunu derdim solculara 'Beni ikna edin, sizden olayım.' Ben mutlak doğruyu savunmuyorum ki. Mutlak doğru benim imanım, o da fikirden ayrı bir şeydir. Ülkücüler bana yeşil komünist, solcular da faşist derdi (gülüyor). Sonra solcular 'Ya bu faşist değil,' diğer tarafta da 'Namazında abdestinde, ne komünisti,' demeye başladılar.
-
Kitabı okurken hissettim, solculara karşı daha eleştirel bir diliniz, tarzınız var.
- Düşünceye değil de, kişilere. Fikirler eleştirilebilir, tabu değildir. Solcuysan solcu gibi ol ama. Milliyetçiysen milliyetçi gibi, Müslüman isen Müslüman gibi. Bunu eleştirmek de herkesin hakkı.
-
Adi suçlular sizi bayağı uğraştırıyormuş.
- Ooo sormayın. Mesela haber geliyor: 'Uyuşturucu var.' Arıyoruz, bulamıyoruz. Deli olacağım! Haber getireni çağırdım, kızdım. Meğer biz koğuşa girince, yankesiciler zulalarını bizlerin cebine koyuyor, biz çıkarken de alıyorlarmış.
- Bütün bunların ardından ne söylemek istersiniz?
- Bütün suçların yok olduğu toplumu hayal bile edemiyoruz, yok öyle toplumlar. Suç ve suçlu, insanlık var oldukça olacak. Dün suçluya uygulanan cezalar, bugün yüzümüzü kızartıyor. Öyle tedbirler uygulayalım ki, yeni nesiller bize lanet etmesin.
İŞKENCE YAPMADIM
-
12 Eylül'de Ulucanlar'da gerçekten işkence yapılmadı mı?
- Gerçekten yapmadım. Bırakın işkenceyi, kimse diyemez ki 'Bana çirkin bir laf söylediniz' veya benim personelim böyle bir şey yaptı diye. Müsaade etmezdim. O dönem iyi bir ekip vardı, başsavcımız iyi bir insandı. Hep şunu telkin ederdi: 'Kul hakkıyla gelmeyin. Öldüğümüzde hesabını nasıl veririz?' İnsanın ciğerine işleyen bir mesajdı. Zaten Anadolu'dan fakir bir aileden geliyorsunuz, zengin olma ihtimaliniz yok, bu dünyanız gitmiş yani. Bir de öbür dünyamızı yitirmeyelim. Bu beni çok korkutmuştu.
-
Allah korkusuyla mı yapmadınız?
- Başkasının hakkına tecavüz etmek kötü bir şey. Allah korkusu olmayan da böyle bir şey yapabilir, vicdan meselesidir. Allah'a inanmayan birinde de böyle bir vicdan olabilir.
-
Diğer cezaevleri ne durumdaydı, orada işkence vardı değil mi?
- Duyardık. Hiç şahit olmadım. Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda, işkence yapanlar işkence gören milletvekilleriyle konuştu. Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar ortada. Metris'te yaşananları herkes biliyor.
-
Ulucanlar'da işkence yapıldığına dair bir fikir var insanlarda.
- Mamak'la karıştırıyorlar. Ama illa öyle bir his varsa, gelsin bana sorsunlar sizin gibi... Sorulmasından gocunmuyorum, iftihar vesilem aslında. 30 sene sonra bakıyorum, siz böyle sorduğunuzda eğilip bükülmek de vardı. Suç işlemekle insan insanlığından çıkmaz. Yarın o insanların topluma faydalı olmayacağını nereden biliyorsun?
-
Cezaevi personeli zulüm etmiş olabilir mi?
- Edemez. Müdürün haberi olmadan olmaz o işler.
HAYATA DÖNÜŞ'TE BOŞUNA İNSANLAR ÖLDÜ
-
F Tipi cezaevlerine karşısınız.
- İnsanları toplumdan soyutluyor.
-
Bu soyutlanmanın insanlara etkisi ne olur?
- Psikopat olur insanlar! Türk milletiyiz, bir toplumsal yapımız var. Yalnız başımıza kalırsak, konuşmazsak, dilimiz şişer. Şartlar çok iyiymiş! Ben sıhhi şartların da öyle çok iyi olduğu kanaatinde değilim. Eleştirilmesi gereken bir sistem. Dezenformasyonla topluma yaydılar bu projeyi. Bunda 28 Şubat idarecilerinin, özellikle askerlikten başka her şeye teşne paşaların çok büyük vebali var. Allah adildir, bugün oralarda kendileri kalıyor.
-
Hayata Dönüş operasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- 1996 Kasım'ında beni Ulucanlar'dan sürdüler, o dönem Ulucanlar'da değildim, fakat bir toplantıda itirazlarımı söyledim. Açlık grevlerinde, Hayata Dönüş operasyonunda pisi pisine 100'ün üzerinde insan öldü. Bir insan F Tipi'ne gitmemek için canını veriyor, bir dinle! Bu adam deli mi, o kötü şartlarda kalmayı tercih ediyor?
İYİ Kİ 12 EYLÜL'DE, 28 ŞUBAT'TA MÜDÜRDÜM
-
Yaptığınız işin ağır geldiği oldu mu?
- Hem de nasıl. 'Değer mi?' dediğim zamanlar oldu. Pişman değilim. Hiç olmazsa 28 Şubat'ta, 12 Eylül'de gelenlere işkence edilmedi, bu bile benim için büyük bir kârdır.
-
Çok tayin yaşamışsınız, neden?
- 28 Şubat'ta, Adalet Bakanı Şevket Kazan özel bir araçla ziyarete geldi, ayaküstü Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız ve arkadaşlarıyla görüştü. Ben bakanı nasıl cezaevine almayayım? İki saat sonra olay TV'lere yansıdı. Hakkımda soruşturma açıldı. Adli suç yoktu. Bu olay Refah Partisi'nin kapanma gerekçelerinden biri oldu.
ECEVİT SİYASİ MAHKUMDU
"Tam ayrılıp askere gidecektim, Ecevit geldi. Revirde özel bir oda tahsis edildi. Askerliğim Ankara'da olduğu için sık sık gelip giderdim, rahmetli terbiyeli, nezaketliydi. Kim gelse tokalaşır, ayağa kalkardı. Gerçek bir siyasi mahkumdu."
O ÇOCUKLAR BUGÜN HAYATTA OLABİLİRDİ
-
Çok sayıda idam gerçekleşmiş Ulucanlar'da...
- Evet, ama ben Deniz Gezmiş'i ve arkadaşlarının da, daha sonra idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu, Erdal Eren ve Necdet Adalı'nın da iyi savunulsalardı kurtarılabilecekleri kanaatindeyim. Avukat Halit Çelenk öldü gitti, Allah taksiratını affetsin.
-
Savunma ile kurtulabileceklerini düşünüyor musunuz gerçekten?
- Kurtulabilirlerdi! 59 diye bir madde vardı, hakim mahkemedeki tavrına bakıp müebbete çeviriyordu cezayı. Ondan istifade ettirselerdi, bugün mezarda olmazlardı. Ama bunlardan birer Che Guevera yaratmak istediler. Sağdan da, soldan da harcanan çok oldu maalesef.
-
İdam geri gelsin tartışması var. Ne düşünüyorsunuz?
- 'Asacaksın üç-beş kişiyi, bak bir daha oluyor mu!' Aynen böyle düşünüyordum. İş ciddiye bindi, 8 Ekim'de Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun idam kararlarını önüme koydular, bacaklarım titredi, elim ayağım birbirine dolaştı. O idamları yaşadıktan sonra, bugün idam cezasına kesinlikle karşıyım! İnsani değil. Hele adli hataların bu kadar çok olduğu bu sistemde! Suçu ve suçluyu düşman olarak algılamaktan kaynaklanıyor bu.
-
Solcularla sağcıları bir araya koydukları 'Karıştır Barıştır' uygulamasında ne yaptınız?
- Benim zamanımda olmadı, askere gitmiştim o dönem. Olsaydım, müsaade etmezdim. Mantıklı da, doğru da değil. Büyük işkence.
-
Görevde olsaydınız, böyle bir emir gelse, yapmayacak mıydınız?
- Bir mazeret bulur, yerine getirmezdim. Bize 'Koğuşlardan tüpleri toplayın,' dediler. Çamaşırını, bulaşığını nasıl yıkayacak adam? Başsavcı ile karar verdik ve bu emri yerine getirmedik.
-
Bu sıkıntılar askerin yönetimde olduğu zamanlara mı özgü?
- Biz askeri Ulucanlar'a sokmadık. Başka cezaevlerine asker girdi; bizde gerek görülmedi, çünkü askeri cezaevlerinden bile adam kaçıyordu, biz 2 bin kişiyi okuma bilmeyen gardiyanlarla muhafaza ettik. Asker girseydi sıkıntı olurdu.
ÜÇÜNÜN DE CELLATLARI AYNIYDI
-
Solcu Necdet Adalı ve Sağcı Mustafa Pehlivanoğlu aynı gece asıldı. Neler oldu o gece?
- 25 yaşımdaydım. Yaşadıklarımı hiçbir şey ilave etmeden anlatmaya çalıştım. Çocukların yaşı küçüktü büyüktü tartışmaları var. Yaşı büyük olsa ne olur! Düşünün Erdal Eren, Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu'nun işlediği iddia edilen olayların failleri bugün ortaya çıksa, bunu neyle telafi edersiniz?
-
Kitapta anlattıklarınızdan Adalı, Pehlivanoğlu ve Erdal Eren'in aynı iple asıldığını çıkardım, doğru mu?
- Düşündüm de evet, aynı iple asıldılar. 20 metre civarında ip aldık, kaygan olsun diye zeytinyağına yatırdık. Cellat da aynıydı.
MEZARCI KRİZ ÇIKARDI
- Hasan Mezarcı da Ulucanlar'da yatmış...
- İstanbul'dan, bize yolladılar. Israrla milletvekilleri koğuşunda kalmak istediğini söylüyordu. Zannediyor ki milletvekillerine özel bir koğuş var, oraya gelecek, çayı kahvesi önüne getirilecek. Geldi sonunda. DEP'lilerin yanında kalmak istiyor. Orhan (Doğan) Bey'e dedim ki: 'Sizinle kalmak istiyor.' 'Abi nasıl olur, hiç ortak yönümüz yok. Biz sürekli çalışıyoruz, savunmalarımızı hazırlıyoruz, bu adam bizim içimizde olmaz,' dedi. Ben de 'Sen yüzüne söyle,' dedim, söyledi.
LEYLA ZANA ÇOK ZEKİ BİRİYDİ
-
DEP milletvekilleri de Ulucanlar'da kalmış sizin zamanınızda, kişisel bir sorununuz var mıydı?
- Yok canım, neden olsun ki? Beni çok severler. Allah rahmet eylesin Orhan'la (Doğan) çok görüşürdük. İyi biriydi. Avukattı, onun için Orhan'ı temsilci seçmişti milletvekilleri, gelir gider benimle görüşürdü. Allah var, yasal olmayan hiçbir şey istemediler. Tabii diğerleriyle aynı tutamıyorsunuz bu insanları. Onlar halkın oyuna mazhar olmuş, yüz binlerce oyla seçilmiş.
-
Leyla Zana'dan pek hoşlanmıyorsunuz anladığım kadarıyla...
- Hoşlanmamak değil, pek görüşmezdik, bayan olduğu için. Ama bence diğerleri onun etkisindeydi. Yanılıyor olabilirim. Ama en akıllısı oydu. Bildiğim kadarıyla öyle çok tahsilli de değil ama zeki bir kadındı. Onun da hiç kötülüğünü görmedim. Olsaydı söylerlerdi bana. Personel kullanmak isterdi böyle bir durumu, çünkü adamlar senin fikrini zikrini biliyor, ama Allah şahit fikrimi zikrimi hiçbir zaman içeriye aksettirmedim. Benim gibi düşünmüyor diye kimseyi karşıma almadım.
İSYANI YILMAZ GÜNEY ÇIKARMIŞ
-
Yılmaz Güney, Duvar filmini Ulucanlar çocuk koğuşundan etkilenerek çekmiş...
- İsyanı kendisi kışkırtarak çıkarmıştı. Sonrasında isyanın çıktığı da iyi oldu, bazı şeylerin farkına vardı idare. İsyan sayesinde çocukların durumu düzeldi.
-
Çocuklar çalıştırılıyor, dayak yiyormuş...
- Çalıştırılıyorlardı, 11-18 yaş birlikte kalıyordu. O olay sayesinde büyüklerin küçüklere eziyet ettiği ortaya çıktı. Büyükler ayrıldı.
-
Güney'in isyanı teşvik ettiğini nasıl tespit ettiniz?
- Belgeleyemiyorum, müdürün bize anlattıkları var sadece.
NECDET ADALI TABUREYİ TEKMELEMEK İSTEDİ
"Necdet Adalı ve Mustafa Pehlivanoğlu'nun infazını yapacağımız bildirildi. Önce Adalı, sonra Pehlivanoğlu getirildi. Adalı önce avukatına selam verdi, arkadaşlarına ve ailesine selam söyledi. Dini telkin istemedi. Görevliler üzerine beyaz gömleği giydirdi. Cellat Hüseyin ipi hazırlamış, avludaki kavağın yanında bekliyordu. Her yer sessizleşti, Adalı getirilirken slogan atmaya başladı, kimse müdahale etmedi... Yüzü ve gözleri açık şekilde sehpaya çıktı. Hüseyin ilmeği mahkumun boynuna taktı, sıkıştırdı. Adalı altındaki tabureyi kendisi tekmelemeye çalıştı, fakat Hüseyin tabureyi çekti... O an yaşadıklarımı tarif etmem mümkün değil. 17 dakika mahkumun ölmesini bekledik. Korkunçtu, başı yana düşmüş, kolları uzamış, dili dışarı çıkmıştı. Bir daha sehpaya bakamadım."
MUSTAFA PEHLİVANOĞLU 'SUÇSUZUM,' DEDİ
"Adalı'dan sonra sıra Mustafa'ya geldi. Sürekli suçsuz olduğunu söylüyordu. İtirafta bulunursa, serbest bırakılacağı söylenmiş. Ailesine mektup yazmak istedi. O mektubu 31 yıl sonra Başbakan Tayyip Erdoğan grup toplantısında gözyaşları içinde okudu. Dini telkin istedi, namazını bizim yardımımızla kıldı. Son isteği soruldu: 'Kimseyi öldürmedim, beni haksız yere asıyorsunuz. Bana söz vermiştiniz, ne yaptıysam Allah rızası için, milletime hizmet için yaptım,' dedi. Hüseyin bu kez ilmeği onun boynuna geçirdi. İzleyemedim. Bir gecede iki gencin ölümüne şahit olmuştum, gerekli işleri yaptık, doktor bana bir ilaç verdi, eve geçtim, yattım. Bir hafta boyunca ne yediğimi, ne uyuduğumu bildim. Kendime gelmem uzun sürdü."
ERDAL EREN ÇOK ÇELİMSİZ BİR ÇOCUKTU
"Yaşı küçük iddiası vardı. Erdal Eren çok çelimsiz görünüyordu, incecik bir boynu vardı. Yüzünde ayva tüyleri, böyle şeftali tüyü gibiydi, ince ince... 18 yaşında olsa ne olur, 20 olsa ne olur, genç işte. Ya gerçekten işlemediyse bu suçu? Anlatırken daha kolay ama yaşarken çok zor geliyor. Bir ara 'İstifa edip gideyim,' diye düşündüm. İki kişinin ardından, üçüncü idam biraz daha ağır geliyor. Başsavcı dedi ki 'Hepimiz istifa edip gidelim, sonra ne olacak? Yine bu zalimlik yapılacak. Biz hiç olmazsa burada insan olarak meseleye bakıyoruz, öyle ilgileniyoruz, diğer cezaevlerini görüyorsunuz.' Mamak'tan, Diyarbakır'dan, Metris'ten gelenler oluyordu. İşkence belli olmasa bile çocuklar anlatıyordu. Gencecik insanlar! Bugün bile tesirinden kurtulamıyorum yaşadıklarımın. Gerçekten de zor bir iş."