"Türkiye'nin
Joan Baez'i kim?" diye sorarsanız, akla ilk gelen isimdir İlkay Akkaya. Tam 25 yıldır müzik hayatının içinde. Grup Yorum'la başlayan, Grup Kızılırmak'la devam eden ve solo albümleriyle de yol aldığı müzik hayatında kimi zaman bir grev çadırında, kimi zaman bir insan hakları ihlalinin tam ortasında, bütün cesaretiyle 25 yıl geçirdi. Konserlerine giderken gözaltına alınacağını düşünerek, her zaman diş fırçasını yanına aldı. Konserleri yasaklandı, albümleri toplatıldı, konserlerine giden insanlar gözaltına alındı. Akkaya, geride bıraktığı çeyrek asrı önümüzdeki günlerde yayınlanacak son albümü
Umut'la karşılamaya hazırlanıyor. Albümüne koyduğu isim gibi umutlu, daha doğrusu umutlu olmak istiyor. Üniversite dönemlerimden yetişkin yaşlarıma kadar 'su gibi' sesiyle dinlemekten büyük zevk aldığım, dünyanın en esprili insanlarından İlkay Akkaya'yla 19 kedisi ve iki köpeğiyle yaşadığı evinde buluştuk, 25 yılı konuştuk.
- 25 yılda geriye dönüp baktığınızda aklınızda neler kaldı? Müziğiniz bir tanıklık çünkü...
- Evet, Türkiye'nin resmi olmayan tarihinin müziğini yaptık. Fakat geriye dönüp baktığım zaman, "İyi ki öyle geçmiş," diyorum. Şu anda bazı noktalarda farklı düşünsem de bugünkü beni oluşturduğu için yürüdüğüm yolu hep sevdim. Ve o yolda bir an bile olsa benimle birlikte yürüyen, ölümün ayırdığı, hayatın ayırdığı bütün insanlara teşekkür borçluyum.
SINAVDA DOĞURUYORDUM
- Herkes sizi, yaptığınız müzikle paralel olarak belki de, hep Kürt sandı. Ama siz tabiri caizse Beyaz Türksünüz...
- Kürt de değilim, Alevi de. Gördüğüm hak ihlallerinin hepsiyle ilgilendim, en bariz olanları da Alevi ve Kürt sorunuydu. Onlardan yana söz söylenmezken, deyişler ve Kürtçe şarkılar söyledim. Sanırım ondan dolayı. Şu anda bütün canlıların ve cansızların eşit olduğuna inanıyorum. Babam İl Özel İdaresi'nde çalışırdı, Antalyalıydı. 1956'da İstanbul'a gelmiş, annemle tanışmışlar ve burada kalmış. İstanbul'da doğdum, büyüdüm, bütün hayatım burada geçti. Bir memur ailesinin çocuğu nasıl yaşarsa, ben de öyle yaşadım. 1970-80 arası geçen bütün çocukluklar gibi renkli bir çocukluktu.
- Politikleşme süreciniz nasıl başladı?
- Lise 2'deydim. Ama ilkokuldan beri bütün yıl sonu gösterilerinde kendisini sahneye atan bir çocuktum. Lisedeyken konservatuvara girmek istedim ama ailem rıza göstermedi. 1981'de Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü'ne girdim. Gazeteci olmak, yolsuzlukları ortaya çıkarmak istiyordum (Gülüyor). Bir yandan da müzik yapmak istiyordum. Üniversitelerde 12 Eylül'ün yarattığı korkunç bir ortam vardı. Bütün kulüpler, matbaa dahi bildiri basılır diye kapatılmıştı. Kulüpler ve korolar kurduk. O günlerde ilk tanıdığım isimlerden biri Ahmet Kaya'dır. Henüz ikimizin de albümü yoktu, Cihangir'de bir bodrum katında günlerce gecelerce çalıştık.
- Üniversitedeyken mi evlenmiştiniz?
- Evet, üçüncü sınıftaydım. Hatta son girdiğim ceza hukuku sınavında sancılarım tuttu, az daha sınav salonunda doğuruyordum, neyse ki sınavdan geçmişim (gülerek). Bu arada Grup Yorum kuruldu, ben ilk 18 ay kızım Özge'yi büyütmek istediğim için çalışmalarına katılamadım. Yorum'un kurucularından Tuncay Akdoğan'ın önerisiyle gruba katıldım ve ilk iki albümde yer aldım. Yorum'dakilerle müzikalite ve ideolojik anlamda farklı düşünmeye başlayınca, Tuncay'la yollarımızı ayırdık.
MAGAZİN MUHABİRLİĞİ YAPTIM
- Sonra neler yaptınız?
- Amacım gazeteciliğe dönmekti. Daha önce gazetecilik deneyimim olmuştu.
Ses mecmuasında magazin muhabirliği dahi yaptım. Gazetecilikten aldığım ilk maaşla babama Edip Akbayram uzunçaları almıştım. Fakat o günlerde Unkapanı'ndan sürekli albüm teklifleri gelmeye başladı. Bu arada İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı'nın Batı müziği bölümüne girdim. Aynı anda Tuncay'la birlikte bana albüm yapmaya başlamıştık, ama tek başıma öne çıkmak istemedim, grup kurmayı önerdim. Grubun adına da Hasan Hüseyin Korkmazgil'in
Kızılırmak şiirinden esinlenerek karar verdik.
- Grup Kızılırmak olarak önemli bir misyon edindiniz sanırım?
- Tam olarak 1990 yılının ocak ayında
Ölüme de Tilili albümüyle ilk kez dinleyicilerin karşısına çıktık. O yıllar Türkiye'nin karanlık yıllarıydı. Ben bir yandan İnsan Hakları Derneği'nde çalışıyordum. O kadar büyük hak ihlalleri ihbarları geliyordu ki; gözaltında kayıpların, faili meçhullerin olduğu yıllardı.
Newala Kasaba şarkısını yaptığımda, orada köpeklerin ağzında bulunmuştu insan uzuvları. Şimdi açılıyor işte o toplu mezarlar.
- Bu arada albümleriniz toplatıldı, konserleriniz yasaklandı...
- Bütün konserlerimiz yasaklıydı neredeyse 10 yıl boyunca. 2002'ye kadar bütün albümlerimiz toplatıldı. Konuk olarak sahneye çağrılıyor, fiili durumlar yaratıyorduk. Hemen hemen bütün konserlerden sonra gözaltına alındık, evlerimiz basıldı, havaalanından hava korsanı diye alındık, evlerimizde bomba yaptığımız ihbarları yapıldı. Çok absürt şeylerle karşılaştık. Dinleyicilerimiz, konserlerimize eyleme gider gibi geliyorlardı.
- Ama buna rağmen albümlerinizin çok sattığını biliyorum. Bunu neye bağlıyorsunuz?
- O zaman bandrol henüz oturmamıştı Türkiye'de, ama
Pir Sultan albümümüz 300 bin sattı, diğerleri de bu rakama yakındır. Albümlerimiz her dönem satılıyor. YouTube'da 5 milyon kez tıklanan şarkılarımız var. Çok acı bir çığlık vardı ama kimse duymuyordu, dinleyicilerle aramızda oluşan bir kardeşlikti. Birbirimize yaramızı gösterecek hale geldik, ben ailemizin bizi sahiplenmesi diye yorumluyorum albümlerimizin bu kadar satılmasını.
- Kürtçenin yasak olduğu dönemlerde Kürtçe şarkılar söyleyen biri olarak, bu dilin meşruiyet kazanacağını hayal ediyor muydunuz?
- Meşruiyet kazansın diye söylüyordum, olması gereken buydu. Çok geç kalındı. Aslında yasaklanması korkunç bir şeydi. Bir dilde şarkı söyleyebilmek için 15 sene mücadele etmek çok ayıp bir şey. Benim için değil, devlet açısından. Çok temel haklar için bir savaş sürdürülüp, 50 bin insanın hayatını kaybetmesi de çok korkunç. Barışı tesis edebilirsek eğer, dönüp sarmamız gereken çok yaramız var, çünkü en az üç kuşak çok yaralı. Yılların suçluluk duygusu var toplumun üzerinde, bunu atlatmanın tek yolu da yüzleşmek.
GÖZALTINDAYKEN POLİSTEN İSTEK ŞARKISI GELDİ
- Başınıza bir sürü şey geldi, hiç korkmadınız mı?
- Hiç korkmadım, çünkü korkunun ecele faydası yoktu. Ölüm tehditleriyle da karşılaştım defalarca. Ama ben kaderciyim. Endişelendiysem bile, o duygu yapmam gerekeni yapmaktan alıkoymadı, alıkoyamaz.
- Kaç kere gözaltına alınmışsınızdır? 20-30?
- Çok daha fazladır, inanın saymadım.
- Gözaltında komik anılarınız da olmuş...
- Sahiden komik anılarım var. Birinde hücrede birlikte kaldığımız arkadaş protesto amacıyla şarkı söylüyordu. Fakat sesi çok kötüydü. Polisler önce kibarca uyardı, arkadaş daha fazla bağırmaya başlayınca bu kez daha sert davrandı. Destek amacıyla ben de şarkı söylemeye başladım. Bir süre sonra o sustu, ben devam ettim ve bir eylem biçimi olarak şarkı söylediğim için susamadım. Ne zaman susacağımı da kestiremezken, epey bir süre sonra koridordan ayak sesleri duydum. Polis şarkımı bitirmemi bekledi, ben de profesyonelce bir final yaptım. Daha sonra hücre penceresinden bana bir kağıt uzattı, açtım baktım istek yapmış. Kağıtta 'Kul olayım kalem tutan ellere' yazıyordu. Hatırladıkça hâlâ gülerim.
- Herkes sizi çok hüzünlü bilir ama aslında çok da esprili birisiniz.
- Gülmeyi çok seviyorum, hüzün ile neşe kardeş duygular bence. Birbirini besliyor. Yaşadığımız en travmatik anlardan bile aklımda kalanlar hep komik olanlardır. Eskişehir'de bir konser sırasında, kuliste imza alanlarla birlikte gözaltına alınmıştım. O zaman Gaffar Okkan, Çevik Kuvvet müdürüydü. Gözaltında açlık grevine başlamıştım ama açlık grevinde su ve şeker alındığını bilmiyordum. Polisler bana açlık grevinde şekerli su içildiğini, ölüm orucunda içilmediğini söylediler, inanmadım. 'Arkadaşların şekerli su içiyorlar' diyorlar ama ben 'Arkadaşlarım öyle şey yapmaz,' diye inat ediyordum. Üç gün öyle gözaltında kaldım, en son Gaffar Okkan 'Bu kız ölüp gidecek' diye erkenden adliyeye göndertmişti bizi. Meğer polisler doğru söylüyormuş, su ve şeker almam gerekiyormuş (Gülüyor).
VEJETARYENİM, 19 KEDİM, İKİ KÖPEĞİM VAR
- Bütün canlılara-cansızlara eşit mesafede olduğunuzu söylüyorsunuz? Ne demek bu?
- Tanık olduğumuz olaylar, daha yufka yürekli bir insan olmama neden oldu. Bir tarafıyla da güçlendirdi. Hayvanları her zaman çok seviyordum, mesela turnedeyiz klip çekiyoruz, kuzular var, onları seviyoruz. Sonra yemeğe oturuluyor, kuzu şiş isteniyor. Bunlar bana garip gelmeye başladı; az önce sevdiğin şeyi yiyorsun. Ardından endüstriyel et sektörüne kafa yormaya başladım ve otomatikman vejetaryen oldum.
- Ne kadardır vejetaryensiniz?
- 12 yıl oldu. Öldürmemeyi seçmek doğru geliyor bana. Vicdani reddi de bu nedenle çok önemli buluyorum. Bütün canlıların duyguları var, bizim gibi acı çekiyorlar, balıkları dahil ediyorum buna. Biz boğulurken ne yaşıyorsak, onlar da dışarı çıkınca aynı şeyi yaşıyor. O nedenle bir payım olsun istemiyorum onlara uygulanan zulümde. Baktığımız zaman hemen bütün sistemler insanı daha üstün görmüşler. Dünyanın vardığı yere bakar mısınız? Ne kadar kötü. Hâlâ savaşlar var, üstelik sanki odamızın ortasındaymış gibi her anını izliyoruz. Ben diğer türlerden daha üstün olduğumuza inanmıyorum. Bütün kazanılar zaferler, yeni bir savaş için yapılıyor. Zaferin olduğu yerde barıştan söz edilemez. İnsanın iyi olabilmesi için, kendisine emek vermesi lazım.
- Vejetaryen olmaya karar verdikten sonra mı hayvanlarla yaşamaya karar verdiniz?
- Hayır, önce de bir kedim vardı. Ama sayılarının çoğalması kendiliğinden oldu. Farkındalığımın artmasıyla, dışarıdaki bütün kedilerin farkına varır oldum. Evdekilerin kimi kör, kimi böbrek hastası, sokakta yaşayamayacak hayvanlar. Şimdi 19 kedi ve iki köpekle yaşıyoruz. Evde olup olmadıklarını kontrol etmek için yoklama listesi hazırladım, her akşam yoklama yapıyorum (Gülerek). Burada olanların yanına artı koyuyorum.Yaşadıkları odada bir kedi kapısı var zaman zaman bahçeye de çıkıyorlar.
- 25. yıl dilekleriniz neler?
- 1. Dünya Savaşı'nda hayatını kaybeden bir şairin sözüyle yanıt vereyim: 'Yitirme sakın cesaretini, güneşin olsun gönlünde, her şey iyi olacak.'