"Aşk bitti, şiir bitti, gizem bitti
Söz, gülümseyerek boynunu yağlı urgana uzattı
Kadınlar her şeye rağmen doğurmaya devam ettiler
Yeni doğan çocuklar, ciğerlerine çektikleri soluğun ilk zerresinin tadına varmaksızın intihar ettiler
Sokak çocuklarının peygamberi, gelişini erteledi
Tedbirsiz ve temkinsiz aşk, başını secdeden kaldırıncaya kadar
Her kadın ilk doğan çocuğunu kendi elleriyle toprağa verdi
Çocuklar intihar etmeye devam ettiler."
Yukarıdaki dizeler, yeni Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in yıllar önce yazdığı
Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları adlı uzun şiirden. Mukayese için söylemiyorum ama şair Sezai Karakoç'un
Monna Rosa'sı türünden bir şiir
Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları. Bir Kültür ve Turizm Bakanı'nın vaktiyle şiir yazmış olmasında şaşılacak bir şey yok elbette. Burada kayda değer olan, dolayısıyla haber değeri taşıyan, vaktiyle
Tezkire adlı bir dergide yayımlanmış olsa da çok az kimse tarafından bilinen bu şiirin, Çelik'in duygu ve düşünce dünyası hakkında ipuçları içeren enteresan imgelerle süslü olması. Şiir; ancak iddialı sanat eserlerinde görüldüğü üzere aşk, ayrılık, yaşam, ölüm, tanrı, dinler gibi pek çok temayı aynı anda işliyor. Sanıyorum Çelik, şiir türünde pek eser vermemiş, daha çok makale yazmış bir yazar olarak
Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları'nı kendi şiirinde bir başyapıt olarak görüyordur.
TİPİK BİR ADANALI
Çelik, entelektüel birikimini biraz da, pek çok yazar ve aydın yetiştirmiş olan Adana'da doğup büyümüş olmasına borçlu. 15 Haziran 1968 tarihinde doğmuş. Babası Yusuf Ziya Bey, Tarsus yolu üzerindeki Zeytinli, annesi Dudu Hanım ise Karslı köyünden. Çelik, mücadeleciliğini babasından, entelektüel yönünü ise annesinden aldığı söylüyor. Annesi Sosyal Sigortalar Kurumu'nda memurluktan ayrılmış bir ev hanımı. Baba ise Devlet Su İşleri'nden (DSİ) emekli. Ömer Çelik, Namık Kemal Mahallesi'nde büyüdü. Çocukluğu yokluk içinde geçti. Öyle ki motosiklet tamircisinde çıraklık bile yaptı. Adana Motor Teknik Meslek Lisesi'nde okudu. Matematiği çok iyiydi, o yüzden dördüncü sınıfta teknik liseye geçti ve buradan mezun oldu. Arkadaşlarının verdiği bilgiye göre Çelik, lise yıllarında, henüz 15 yaşında iken Tevrat, İncil, Kuran ve Das Kapital'ı aynı anda okuyordu. 1980'li yılların başında gittiği kitapçılardan aldığı kitapları okuyarak İslami düşünceye yaklaştı. Ayrıca benim de çocukluğumun bir bölümünün geçtiği (Babamın çaycı dükkanı oradaydı) Ulu Camii'nin orada İslami çevrelerden, camii cemaatinden ağabeylerle çay içerek bu çevreyle ilişkilerini geliştirdi. Ömer Çelik, liseden sonra Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'ne girdi, buradan mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Siyaset Bilimi alanında yüksek lisans eğitimi aldı. Öğrencilik yıllarında Ankara'da önce özel bir yurtta, ardından Demetevler'de bir öğrenci evinde kaldı. Bu evdeki arkadaşları, profesör Hicabi Kırlangıç, Vakıflar Genel Müdürlüğü daimi üyesi Arif Dülger ve mali müşavir İrfan Can'dı. Adana Erkek Lisesi mezunu Can, Çelik'in aynı zamanda Adana'dan arkadaşıydı. Sonradan Ankara'da Faruk Koca, Mücahit Arslan, Agâh Kafkas, Salim Uslu ve Serdar Aydın gibi isimlerle arkadaşlık kurdu. Çelik, o dönemde samimi olduğu Mücahit Arslan'ı Başbakan Erdoğan'la tanıştıran isim. Türkiye'nin yeni bir siyasete ihtiyacının olduğu fikrinin yeşerdiği mekanlardan biri olan Ankara Kızılay'daki Girgin Kafe'ye sık giderdi. Kafe Miz de gittiği mekânlardan biriydi. Ömer Çelik, Ankara yıllarında Yaşar Kaplan'ın
Aylık Dergi adlı dergisinde ve sonra
Hüner dergisinde yazdı. İstanbul'da ise Ali Bulaç'ın
Bilgi ve Hikmet dergisinde... Zaten Çelik'i Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la tanıştıran isim de Ali Bulaç. Ömer Çelik, kahir ekseriyetin paraya yatırım yaptığı ve maddi tatmine yöneldiği bir devirde bilgiye yatırım yapmış ve bundan kaynaklanan manevi tatmine önem vermiş azınlığa mensup insanlardan biri. Emeğinin karşılığını da fikre değer veren bir siyasi hareketin içinde güçlü bir rol üstlenerek ziyadesiyle aldı. Yazıya, Çelik'in, hemen hiç bilinmeyen şiiri
Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları'ndan bir bölümle girdik. Yazıyı, yine aynı şiirden bir bölümle bitirelim. Ömer Çelik'in, üstteki kutuda alıntıladığımız yazısından anladığımız kadarıyla 'güzel aşk' için zorunlu taç olarak gördüğü sessiz ayrılık nidaları -olmaz demeyin, nidanın da sessizi olur- içeren bir bölümle...
"Lübnan'dan getirdiğim sevdaların kadını Bana en hain sensin Bana en hain olan sen İhanetin arttıkça bağlılığım artıyor Şeytanla tanışmadan hiç olan Âdem Yasağın koynuna salınca kalbini Hep olmanın eşiğine, isyanla geldi Yaratılışta sırrına eremediğin Hayatta da cahilim sana Lübnan'a... Kan ve barut cehennemine Götürdüğüm hüzünlerin kadını Hoşçakal."
DIŞ POLİTİKANIN MİMARLARI ARASINDA
Kuruluşundan beri AK Parti Merkez Karar Yürütme Kurulu (MKYK) üyesi olan Çelik, üç dönemdir Adana milletvekili olarak parlamentoda. Partide uzun yıllar Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı. Dış politika konusunda uzman bir isim. Özellikle Avrupa Birliği ve Ortadoğu konusunda çalışmalar yürüttü. Çelik, geçtiğimiz hafta yapılan kabine değişikliğinde Ertuğrul Günay'ın yerine Kültür ve Turizm Bakanı olarak atandı. Makamı, yurtdışından Türkiye'ye ait tarihi eserleri, Kanatlı Deniz Atı Broşu'nda olduğu gibi dedektif titizliğiyle yapılmış araştırmalarla bulduran ya da kültür diplomasisi ile Türkiye'ye getirten Günay'dan devraldı. Çelik, bakanlığındaki ilk törende Türkiye'nin zengin bir tarih mirasına ve sosyal yapıya sahip olduğunu ve devletin özgürlükler alanını kültür politikaları ile koruması gerektiğini belirterek, bakanlıkta izleyeceği siyasete dair ipucu verdi.
AŞK YAZILARINDA AYRILIĞI ÖVERDİ
Yeni kabinenin hiç evlenmemiş tek bakanı olan Ömer Çelik, 1990'lı yılların sonunda ve 2000'li yılların başında, o vakitler benim de çalıştığım
Yeni Şafak gazetesinde 'aşk yazıları' yazardı. Benzetme ne kadar yerinde olur bilemem ama şimdilerde Haşmet Babaoğlu kendi okurları için neyi ifade ediyorsa Ömer Çelik de o dönemde Yeni Şafak okurları için aşağı yukarı aynı şeyi ifade ediyordu. Çelik, genç yaşta olmasına rağmen o döneme gelene kadar, ta lise yıllarından beri yaptığı okumalarla entelektüel perspektifini derinleştirmişti. Farklı bir bakışı vardı. Misal ayrılığı, sevmemek şöyle dursun, övüyordu: "Tutkunun gövdeleşmesinin tek silahı ayrılıktır. Kıyasıya ayrılık... Tavizsiz, yakıcı ve fütursuz bir ayrılıktan bahsediyorum. Her güzel aşk böyle bir ayrılıkla taçlanmalı diyorum. Çünkü sadece böyle tutkuyu ebedileştirebilir insan."
'JOHN FOWLESSEVER'
Ömer Çelik, iyi bir felsefe ve edebiyat okuru. Marx'ı da okudu, Nietzsche'yi ve Heidegger'i de... Kafka'yı da okudu, John Fowles'u da... Bir 'Fowlessever' olduğunu
Yenilmiş Tanrı'nın Çocukları adlı şiirinden anlamak mümkün. Şiirinde John Fowles'un, "Her olgun erkeğin içindeki çocuk, gizli örgütler kurar," sözünü alıntılamış. Ayrıca şiirde Fowles'un başyapıtlarından
Fransız Teğmenin Kadını adlı romanın kadın kahramanı Sarah'a göndermeler var. Çelik, şiirinde ayrıca Gennadi Aygi'nin, şu hikmetli sözünü de kullanmış: "Bizi hiç kimse sevmediği zaman başlarız sevmeye annelerimizi."