Kutluğ Ataman, uluslarası alanda Türkiye'nin yetiştirdiği en kıymetli çağdaş sanatçılardan biri. Eserleri birçok ülkede sergilendi, önemli koleksiyonlara dahil edildi. Ki sadece sanatçı kimliği yok, o aynı zamanda bir yönetmen.
Karanlık Sular,
Lola+Bilidikid,
İki Genç Kız ve
Aya Seyahat adlı filmleri bulunuyor. Şu sıralar yeni filmi
Güneye Bakan Duvar üzerine çalışıyor. Filmi memleketi Erzincan'da çekecek. Bunun için de İstanbul-Erzincan arası mekik dokuyor. Ataman'ın Erzincan'a gidip gelme sebebi sadece film değilmiş. Bunu da kendisiyle görüşmek için Erzincan'a gidince öğrendik. O, memleketine yerleşmeye karar vermiş. Artık tüm sanatsal faaliyetlerini memleketinden yürütecek. Ataman bu kararının nedenlerini anlattı. Laf lafı açtı, kickstarter'da başlattığı film proje desteğini, Antalya'daki jüri üyeliğinden çekilme sürecini de konuşmadan edemedik.
- Erzincan'a taşınmaya karar vermişsiniz diye duyduk?
- Evet, sinema ve sanat prodüksiyonlarıma artık bu şehirde devam edeceğim. Ev yaptırıyorum, buraya taşınacağım. İstanbul'da gazetecilerle görüşmüyorum, benimle görüşmek için yurtdışından gelen küratörleri de Erzincan'a davet ediyorum. Burada, ömrümde ilk defa sanatçı stüdyosu açacağım.
-
Ne oldu da böyle bir karar aldınız?
- Bu karar insanlara romantik, idealist ve delice gelebilir. Bunu da çok iyi biliyorum. Ama ben yapı olarak projelere çok inanan bir insanım ve kolay şeylerden her zaman kaçtım. Kolay işler yapınca, çok fazla yol alamıyorsun, kendini tekrar ediyorsun. Ben sanat dünyasına biraz şans eseri girdim. Bilinçli bir tercih değildi. Ama bu dünyayı çok hızlı çözdüm. Ve Türkiye'den önce dünyada gelebileceğim yere kadar geldim. Son iki yıldır, bu başarıların Türkiye'de yansıması oldu. İstanbul Modern'de, Arter'de sergilerim açıldı, SILSEL projesini yaptım. Türkiye'de fazlaca aktivite gösterdim. Şimdi bana yeni bir şeyler gerekiyor. Avrupa'ya geri dönmek istemiyorum. İstanbul'un var olan sistemi içerisinde kendimi tekrarlayarak, taklit ederek yaşlanmak istemiyorum. Erzincan gibi bir ortama gelip, yüksek sanatın ve sinemanın sıfır noktasında bir iş başlatmak istiyorum. Ki zaten bunu başlatmıştım. Kasım ayında, burada yaptığım işler New York'ta sergilenecek. Kişisel açıdan bu yeni durum da beni tatmin ediyor.
- Erzincan'ın köklü bir ailesine mensupsunuz. Burasının baba ocağı olması kararınızda etkili oldu mu?
- Aile fertlerinin bu bölgede yapmış olduğu, yaratmış olduğu eserler var. Kimi cami yaptırmış, kimi Hicaz Demiryolu'nu yaptırmış... Tuhaf bir şekilde insan, ailesinin yarattığı eserleri devam ettirme şansı eline geçince 'Neden olmasın?' diye düşünüyor. Sonuçta burada topraklarım var.
KENDİMLE ÇELİŞMEK İSTEMİYORUM
- Erzincan'ın yarısı sizin miydi?
- Daha fazlası bizimdi. Artık değil. Hibe edildi. Hâlâ da ediliyor. Ama taşınma kararımın bir yönü daha var.
- Nedir?
- Erzincan'a taşınma kararı vermemin en önemli yönü bu. Ben yıllarca, Türkiye'de var olan zenginliğin, elit bir tabakanın elinde tutulmasının ülkemizdeki çoğunluk sorununun, semptomu olduğu gibi nedeni olduğunu da savundum. Bu zenginlik ülke sathına yayılmadığı sürece, bu ülkenin sorunlarının çözülemeyeceğini söyledim. Son 10-15 yıldır bu zenginliğin, ülke sahtına yayıldığını ve lokal burjuvazinin yeşermeye başladığını görüyoruz. Ben eğer böyle düşünüyorsam İstanbul'daki elit ortamı kırıp, ki ben de o elit ortam içerisinde büyüdüm, çıkmam gerekiyor. Yoksa kendi kendimle çelişirim.
- İyi geldi mi burada olmak size?
- Çocukluğum burada geçti. İlkokula burada başladım. Çok hoşuma gidiyor Erzincan'da olmak. Doğayı çok seviyorum ve bu bana iyi geliyor. Tabii buradaki insanların, benim ne konuştuğumu, ne de yaptığımı anlamadıklarını biliyorum. Onlara göre bu anlamda Marslıyım. Ama Herzog hikayesi gibi Amazon'un ortasına opera binası kurmak gibi delice bir projenin içinde olduğumu da düşünmüyorum. Erzincan'da bir değişim ve dönüşüm başladı. Mesela geçenlerde bir grup çıktı, Erzincan'da sinema festivali yapılmasını istedi. 35 bin kişilik üniversite kampüsü açılıyor. Bu öğrencilerin çoğu Ankara, İstanbul, İzmir'den gelecek. Yani burada hayat değişiyor ve değişecek. 10-15 yıl içerisinde başka bir Erzincan olacak. Ben, Erzincan'da tam da bu dönüşüm sürecinde aktif olabilirsem, benim de bu dönüşüme bir katkım olur diye düşünüyorum. Hal böyle olunca bu aldığım karar hem siyasi, hem aile kimliğim hem de profesyonel açıdan düşündüğüm de bana akıllıca geliyor.
- Hacı İzzet Paşa'nın da torunuymuşsunuz...
- Açıkçası paşa torunu olduğumu 28 yaşında babam Hacı İzzet Paşa deyince, 'A, o Hacı İzzet Paşa bizim akrabamız mıydı?' diye sorunca öğrendim. Ben paşazade torunu olarak büyümedim. Ailem, o zenginlik içerisinde normal yaşayan bir aile oldu her zaman. Paralı, varlıklı olmak hiç önemli olmadı. Bu anlamda burjuva bir aile değiliz, toprakla iç içe yaşayan daha aristokrat bir aileyiz. Her zaman çalışanlarımızla aynı masada yemek yedik ve yiyoruz.
JÜRİ ÜYELERİ DEĞİŞTİ, BEN DE ÇEKİLDİM
- Antalya Film Festivali'ndeki jüri üyeliğini neden kabul etmediniz?
- Hülya Avşar, Türk sinemasında, sevdiğim nadir oyuncularından biridir. Onun jüri başkanı olmasına çok sevindim. Festival bana jüri üyeliği teklif ettiğinde, Hülya Avşar'ın başkanlığındaki jüride yönetmen Reis Çelik, Gülse Birsel gibi isimlerin olacağını söyledi. Ben de Hülya ile fazla vakit geçireceğim için heveslendim. Sonra asistanım Tacım'ı aradılar, jüride yer alacak başka isimler saydılar. Ben şok geçirdim. Çünkü biri, hakkımda iftiralarla dolu yazı yazdığı için tekzip yayınlamak zorunda kaldı. Ayrıca diğer iki jüri üyesi de politik açıdan son derece angaje, Ergenekoncu zihniyetinde kişiler. Bu isimlerle aynı masada oturmam mümkün değildi. Ayrıca Erzincan'da filmime yoğunlaşmam gerekiyordu. Bunun için jüriden çekildim. Antalya'yı dışladı, Hülya'yı yalnız bırakıyor izlenimi çıkmasın diye festivale katılacağım.
- Altın Portakal'ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Antalya Film Festivali'ni destekliyorum. Bazen insanı çıldırtabilecek uygulamalarına, aksaklıklarına rağmen. Bence festivalin bürokratların elinden alınıp film endüstrisinin eline verilmesi gerekiyor. Ayrıca festivalde, belediyenin etkisiyle bariz bir, anti Ak Parti, anti hükümet durumları hissediyorum. Hal böyle olunca festival, festival olmaktan çıkıyor politik enstrüman haline geliyor. Bu kadar eski festivale yapılan büyük bir haksızlık. Bu kadar ucuzlamamalı bir şey.
SİNEMA DÜNYASINDAN ÜÇ DOLAR DESTEK
- Yeni filminizin geliştirme sürecine destek için internette bir kampanya başlattınız.
- Sinemada yönetmen filme para yatırmaz, yapımcı yatırır. Türkiye'de sanat festivalleri yoluyla uluslararası alana açılan bağımsız sinema yaptığınız zaman, sadece Kültür Bakanlığı ile Eurimages'dan aldığınız destek ve TV, sinema ön satışlarıyla elde ettiğiniz gelirle finansman sağlayabiliyorsunuz. Eğer ulusal ya da uluslararası alanda önemli bir festivalde ödül almazsanız vay halinize.... Sistem bu şekilde kendi kendini kurtarıyor. Sanat sineması yapan Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz benim gibi yönetmenlerin, hep başka türlü film yapma yöntemleri var. Ve hep birtakım yöntemler bularak hayatta kalıp, filmler yapmaya çalışıyoruz. Dünyada yeni finansman enstrümanları ortaya çıkıyor. Bunlardan biri de Kickstarter. Ben de bundan yararlanıyorum. Hepsi bu.
-
Kickstarter'da ki kampanyaya Güler Sabancı, Oya Eczacıbaşı gibi önemli isimler de bağışta bulundu.
- Çok şanslıyım. O da sanat kariyerimden dolayı. Güler Sabancı, benim Sabancı Müzesi, Eczacıbaşılar da İstanbul Modern'deki kolektörüm. Sanat dünyasındaki gücümü, ağımı, sinema için yaratıcı bir şekilde kullanmış oldum. Sinema dünyasından film projeme herhalde üç dolar destek gelmiştir. (Gülüyor)
YİNE, AK PARTİ'YE OY VERİRİM
- Siz Ak Parti'yi destekleyen sanatçılardandınız. Sonra bir söyleşinizde kırgınlığınızı anlattınız.
- Ben AK Parti'ye AK Partili olduğum için destek vermedim. AK Parti'nin Türkiye'yi dönüştürmek için attığı adımlar, benim Batı'da alışmış olduğum refah ve demokrasi toplumuna uyduğu için destek verdim. Fakat son zamanlarda ortaya çıkan otoriter dil beni rahatsız ediyordu. Özellikle İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in kullandığı dil, söylem, Türkiye'nin hak etmediği bir dil. Ayrıca Prof. Dr. Büşra Erşanlı, Erzincanlı ve benim akrabam. Onun içini dışını bilirim ben. Öyle bir suçlamayla hapse atılmasını, son derece yersiz, gereksiz ve politik buluyordum. Bütün bunlar benim demokrasi idealimle uyuşmadığı için o dönem bu kırgınlığımı anlattım. Ama, 'Şimdi seçim olsa kime oy verisiniz?' diye sorsanız, ben yine AK Parti'ye oy veririm.
- Neden?
- Hali hazırda en doğrusunun AK Parti olduğunu düşündüğüm için. Alternatif olarak ortaya çıkanlara bakarsak elde ne var: Stalinist ve milliyetçi bir parti, aşırı milliyetçi bir MHP söylemi ve devletçi, Ergenekoncu söylem içerisindeki CHP. Şu an EDP ile Yeşiller birleştiler yeni bir oluşum var. Buradan güzel bir söylem çıkar mı, onu takip ediyorum. Bu tablo içinde akılcı bir insan kime oy verir? Bence AK Parti'ye.
KÜFÜR EDENLERİ BLOKLUYORUM
- Twitter'ı aktif bir şekilde kullanıyorsunuz. Ama size çok sataşma da oluyor. Nasıl yorumluyorsunuz?
- Ben yeni olan herşeyi öğrenmek ve denemek istiyorum. Bunun olumlu sonucunu da görüyorum. Dünyanın aktığı bir yer varsa ben de orada olmak istiyorum. Twitter da benim için böyle bir mecra. Arada bir gazeteci olmadan seni izleyenlere ne düşündüğünü söyleyebiliyorsun. Oradan anında yayın yapmak iyi bir şey. Tabii çirkin şeyler de olmuyor değil. Küfürleşmeler, haksızlıklar, bazen yanlış anlamalar, kimi gençlerin ideolojik hücumları olabiliyor. Bunlara kızmıyorum, ben de gençken heyecanlıydım. Sadece küfür edenleri blokluyorum.
EVREN, ÖLSE BİLE CEZA ALMALI
- Siz de 12 Eylül mağdurlarından birisiniz. Kenan Evren'in yargılanacağını öğrenince neler hissettiniz?
- Benim 12 Eylül'de yaşadıklarımın hiç önemi yok. Darbeyi hafif sıyrıklarla atlattım. Ama davaya müdahil olmak istedim, olmadı. Benim derdim Kenan Evren ile değil. Derdim; bu ülkenin politik kültüründe, darbe yapanlar, siviller tarafından cezalandırılacaktır kuralının yerleşmesi. Evren'in hapse girmesi önemli değil. Doğal yollarla ölse bile, mahkum edilmesi gerekiyor ki, bundan sonra darbeler olmasın.
HEDEF GÖSTERİLDİM
- Geçmiş yıllarda yaşananlar düşünülünce, birtakım engellenmelerle karşılaştınız. Bu engellenmelerden vazgeçildiğini düşünüyor musunuz?
- 28 Şubat ile Ergenekon kovuşturması başlayana kadar olan dönem çok korkunç bir dönemdi. Orhan Pamuk'un 301'den yargılandığı dönemi bir hatırlayalım. Mahkeme kapılarında kimler ona saldırıyordu, bir düşünmek gerek. O dönemde yaptığım işlere, bu işlerle ilgili yazılanlara, çıkarılan dedikodulara baktığım zaman tehlikeli bir durumdan da geçmişim. O dönemde bir çok projem engellendi ve hedef gösterildim. Mesela Küba işimden dolayı PKK'lı ilan ettiler beni, ama iki hafta sonra başka bir işimden dolayı cemaatçi ilan edilmiştim. Artık bunları yapan mekanizma neyse, ya yok edildi ya da tasfiye edildi ki ben de son üç, dört yıldır rahat hissediyorum. Artık anlaşıldığımı ve desteklendiğimi hissediyorum.
BİNALİ YILDIRIM: HEMŞEHRİMİ DESTEKLİYORUM
Kutluğ Ataman ile Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım hemşehri. İki hemşehri geçtiğimiz günlerde tanışmışlar. Ataman, Erzincan'a yerleşme kararını anlatmış bakana. İki hemşehri Erzincan'daki Bal ve Kültür Festivali'nde karşılaştığında oradaydık. Binali Yıldırım'a, Ataman'ı, Erzincan'a yerleşme kararını ve film projesini sorduk. Yıldırım da "Kutluğ Ataman'ı, Erzincanlılar pek bilmez ama o dünyanın tanıdığı, bildiği bir sanatçı. Maalesef bizim insanımızın kaderi böyle. Biz, değerini en son anlarız. Başkaları o insanımıza gereken kıymeti verir, kendi insanı onu en geç fark eder. O zaman da geç olur. Allah'tan Kutluğ Bey, genç ve sağlıklı, Erzincan'da uzun süre kalmaya karar vermiş. Yeni tanıştık. Çalıştığı proje çok heyecan verici. Sadece Erzincan'ın değerlerini, yaşam tarzını ele alması yönünden değil, aslında Erzincan merkezli bir senaryoda Türkiye'deki değişimi anlatması açısından önemli. Değişimle, geleneğin nasıl birlikte yaşatıldığını ifade etmeye çalışan bir yapıt ortaya koyacak. Önemsiyorum ve destekliyorum bir Erzincanlı olarak."