Turkuvaz Dergi Grubu bünyesinde çıkan Sinema dergisi, Haziran sayısında sinema tarihinin en iyi 75 erkek oyuncu performansını seçti. 1. Malcolm McDowellFilm: Otomatik Portakal/A Clockwork Orange (1971)Karakter: AlexÖdül: Altın Küre (adaylık).Malcolm McDowell, Stanley Kubrick ile çalışma şansını elde etmiş oyunculardan birisi. Aynı zamanda mükemmelliyetçi ustanın “işkence”lerinden nasibini alanlardan da...“Otomatik Portakal”da canlandırdığı karakterin göz kapaklarına takılan klipsler yoluyla zorla film izlettirildiği sahnelerde kör olmanın ucundan dönen, ayrıca başka bir sahnede dayak yerken kaburga kemikleri çatlayan ve bir diğerinde boğulmaktan son anda kurtulan McDowell’a sadece bu sebeplerden dolayı saygı duymuyoruz. Oyuncu seçimi konusunda her zaman son derece başarılı tercihleri olan Kubrick, elbette ki McDowell’ın kendine has fiziğinin filme müthiş uyum sağlayacağının bilincindeydi. Hatta bir iddiaya göre, eğer oyuncu rolü kabul etmese bu filmi asla çekmeyeceğini dahi söylemişti. Açıkçası McDowell, Alex karakterinin manik enerjisini yorumlarken başta gözleri olmak üzere bedenini okadar kusursuzca kullanıyor ki, bahsettiğimiz kendine has fiziği “Otomatik Portakal”ın unutulmaz görselliğinin bir parçası olup çıkıyor. Bu bağlamda söz konusu performans bir oyuncunun bedenini tuval misali yönetmene teslim edişinin müthiş bir örneği. Fakat McDowell’ın bir kukla olduğunu iddia ediyor da değiliz. Bahsettiğimiz son derece kontrollü, zekice ve işlevsel bir teslimiyet. Zira en nihayetinde “Otomatik Portakal” sinema tarihine geçen sayısız özelliği ve bir diğer Kubrick başyapıtı olmanın ötesinde, bir Malcolm McDowell filmi olarak da hatırlanıyor. Sanıyoruz egosuyla filmi ezmeden (bir Kubrick filminde mümkün mü?), hatta yer yer bilinçli şekilde kendisini geri çekmesine rağmen ortaya çıkan işe damgasını vuran böylesi bir oyuncu performansı daha bulmak çok zor. 2. Robert De NiroFilm: Taksi Şöförü/Taxi Driver (1976)Karakter: Travis BickleÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık), Altın Küre (adaylık).Sinema tarihinin en unutulmaz antikahramanlarından birisi olan Travis Bickle, başka bir oyuncu tarafından canlandırılsa kuşkusuz aynı etkiyi yaratmazdı. De Niro bu role hazırlanmak için bir ay boyunca günde 12 saat taksi şöförlüğü yaptığı gibi, uzun süre ruh hastalıklarını araştırmıştı. En nihayetinde, muhtemelen Vietnam’da savaşmış denizci eskisi Bickle’ın yalnızlığı ve depresyonu, oyuncunun bedeninde eksiksiz şekilde hayat bulmuştu. Kız arkadaşını porno filmlere götürmeye çalışan içine kapalı ve anti sosyal bir adamdan, Mohawk tarzı saçlarıyla ortalığı kan gölüne çeviren bir katile dönüşmesini izlemek gerçekten de ürkütücü olduğu kadar, hayranlık uyandırıcıydı. De Niro’nun doğaçlama sonucu filme kattığı “Benimle mi konuşuyorsun?” repliğiyse çabucak unutulmazlar arasına girmişti. Tüm bunları düşününce, oyuncunun sinema tarihine armağan ettiği müthiş performanslar arasında Travis Bickle’ın çabucak öne çıkması hiç şaşırtıcı değil. Çoğu meslektaşının kolaya kaçarak abartılı şekilde yorumlayacağı bu karakterin değişimini kademe kademe filme taşıyan De Niro, metot oyunculuğunun kusursuz örneklerinden birisini sergiliyor ve kendi kuşağının en iyi aktörleri arasındaki yerini sağlamlaştırıyordu. 3. Marlon BrandoFilm: Paris’te Son Tango/ Ultimo tango a Parigi (1972)Karakter: PaulÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık).Tamamen bir varsayımdan ibaret ama Marlon Brando bir önceki yıl “Baba” ile En İyi Erkek Oyuncu dalında Akademi ödülüne layık görüldüğünde olaylı şekilde reddetmemiş olsa, “Paris’te Son Tango” ile üçüncü Oscarını kazanması an meselesiydi. Açıkçası filmin kopardığı onca skandal ve Brando’nun henüz taze sayılacak protestosuna rağmen gelen adaylık bile, farklılığa pek açık olmayan Akademi’nin bu inanılmaz performans karşısında kifayetsiz kaldığının bir göstergesi. Metot oyunculuğunun simge ismi Brando, Paul karakterinin tüm agresifliğini ve aynı zamanda kırılganlığını âdeta yaşayarak filmi baştan sona taşıyordu. Perdede tanık olduğumuz her şey o kadar kanlı canlıydı ki, kimileri sevişme sahnelerinin bile gerçek olduğunu düşünmüştü. Brando’nun filme doğaçlama yöntemiyle kattıklarınınsa (rol arkadaşı Maria Schneider’in iddiasına göre meşhur tereyağlı anal seks sahnesi bunlardan birisiydi) söz konusu gerçekçilikte büyük payı vardı. Brando’nun performansının en etkileyici yönüyse, âdeta kapalı bir kutu olan Paul karakterinin iç dünyasını çeşitli anlara yedirerek açığa çıkartmasıydı. Bazen geçmişe dair bir olayı anlatırken, bazense (örneğin finaldeki tango sahnesinde olduğu gibi) tüm öfkesini dışarıya kusarken oyuncunun yüzünde canlandırdığı karakterin neredeyse tüm hayat hikâyesini okuyabiliyorduk. 4. Alain DelonFilm: Kiralık Katil / Le Samouraï (1967)Karakter: Jef CostelloÖdül: YokJean-Pierre Melville’in bu melankolik noir başyapıtı mesafeli yönetmenliği, eşsiz stili, şehri muazzam şekilde kullanışı, enfes müzikleri ama hepsinden önemlisi Alain Delon ile hatırlanır. Delon soğukkanlı kiralık katil Costello’yu canlandırırken, neredeyse hiç değişmeyen ama ardında pek çok duygu saklı olduğunu hissettiren yüz ifadesiyle âdeta “cool olmanın kitabını yazar”. 5. Peter LorreFilm: M (1931)Karakter: Hans BeckertÖdül: YokFritz Lang’ın ilk sesli filmi olmasına rağmen, “M” çoğu sahnesinde derdini diyalogla değil, görüntülerle anlatır. Peter Lorre’nin çocuk katili rolündeki performansı bu bağlamda gerçekten de filmin bel kemiğidir, zira oyuncu canlandırdığı karakterin yaşadığı tüm ikilemi ve bunalımı dışavurumcu bir tarzda, mimikleriyle perdeye taşır. 6. Bruce CampbellFilm: Kötü Ruh 2/Evil Dead II (1987)Karakter: AshÖdül: Yok“Evil Dead” serisinde yönetmen Sam Raimi kadar, başrol oyuncusu Bruce Campbell’ın dehasından da söz etmek mümkün. Filmin korku ve komedi arasında gidip gelen tonu, büyük ölçüde Campbell’ın performansından kaynaklanıyor ne de olsa. Özellikle de serinin ikinci filminde... Campbell film boyunca slapstick başta olmak üzere farklı komedi geleneklerini yorumluyor, harmanlıyor ve son noktada muazzam bir fiziksel oyunculuk sergiliyor. Neredeyse hiç konuşmasına gerek kalmadan, yer yer kocaman açtığı gözleri, bazense muzip sırıtışıyla... Hele kötü ruhun tek elini ele geçirdiği ve kendisini öldürmeye çalıştığı sahne var ki, tek kelimeyle antolojik. 7. Al PacinoFilm: Köpeklerin Günü/Dog Day Afternoon (1975)Karakter: SonnyÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA, Altın Küre (adaylık).Travesti sevgilisinin ameliyat masraflarını ödeyebilmek, hayattan intikam almak ve Küba’ya kaçıp hayatını orada sürdürmek gibi amaçlarla, çalıştığı eski bankayı soymaya karar veren Sonny’nin hayatla arasındaki tüm köprüleri yıkan, bazen ölesiye komik bazense feci halde trajik durumunu Al Pacino’dan başkası nasıl bu kadar etkileyici yansıtabilirdi. Sadece bir yıl önce alemin en büyük mafya liderini canlandırmış birinin böyle bir rolle izleyici karşısına çıkması bile başlı başına bir olaydı kuşkusuz... 8. Jack NicholsonFilm: The Shining/Cinnet (1980)Karakter: Jack TorranceÖdül: YokAilesiyle birlikte kasvetli bir otelde yapayalnız kalan başarısız orta sınıf yazar Jack Torrance rolünde Nicholson deliliğin sınırlarında gezen bir performans sergileyerek listenin onur konuklarından biri olmayı hak ediyor. Kubrick’in zorlayıcı oyuncu yönetiminin, yıpratıcı etkisiyse hemen her sahnede aktörün yüzünden okunuyor. Muhtemelen Nicholson, aylarca süren çekimlerde Kubrick’ten gördüğü eziyeti kimseden görmemiştir. Gerçi aynı sette aktör Scatman Crtohers’ın kameralara ağlayarak anlattığı daha vahim olaylar da yaşanmıştı, Jackie şanslı sayılır… 9. Charles ChaplinFilm: Büyük Diktatör/The Great Dictator (1940)Karakter: Hynkel-Tamonia Diktatörü, Yahudi BerberÖdül: Oscar (adaylık)Tüm dünyanın kendisine duyduğu nefreti Hitler’in yüzüne kusmayı becermiş nadir sanatçılardan olan Chaplin -filmi Hitler de izlemişti-, özellikle Almanca nutuk atıyormuş gibi yaptığı, berberlik ediyormuş gibi davrandığı, el bombası atıyor-muşcasına oynadığı sekanslarda tekrar edilemez performanslar sergiliyordu. 10. Dustin HoffmanFilm: Geceyarısı Kovboyu/Midnight Cowboy (1969)Karakter: Ratso RizzoÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA, Altın Küre (adaylık).Bukalemun Dustin Hoffman’ın canlandırdığı sayısız unutulmaz karakter arasında Ratso Rizzo’nun apayrı bir yeri var. Hoffman ancak Texas’tan New York’a kaçan naif bir genç adamı kandırabilecek kadar başarısız bu dolandırıcıya hayat verirken, kendisi de rol yapan bir karakteri abartıdan uzak bir performansla realize ediyor. Üstelik, özellikle filmin ikinci yarısında abartılı ve dışa dönük bir performansa açık kapı bırakan pek çok ana rağmen... Ratso’nun topallayışı giderek artar, bedeni ve ses tonu daha da titremeye başlarken, Hoffman karakteri daha da derinleştirmeyi başarıyor. Unutulmaz finali kadar, Ratso’nun karşıdan karşıya geçerken bir şöförle girdiği ağız dalaşı da “Geceyarısı Kovboyu”nun Hoffman’ın performansı sayesinde sinema tarihine geçmiş. 11. Michael CaineFilm: Yüzleşme/Get Carter (1971)Karakter: Jack CarterÖdül: Yokİngiliz ustanın kariyeri boyunca düşük performans sergilediği bir rolü yok gibi. Neredeyse rol aldığı her filmi alıp yukarılara taşıyan ve belli bir standardın altına hiç düşmeyen Caine, “Get Carter” gibi bir polisiyede kariyerinin en ayrıksı rollerinden birini canlandırmıştı. Aktör, Carter’ın içindeki tüm kini ve hırsı izleyiciye tek bir saniyede dahi geçirebiliyor, sıradan bir polisiye olabilecek bu filmin kalitesini tek başına göklere çıkarıyordu. Mutemelen “Get Carter”ın 2000 yapımı Stallone’li yeniden çevrimi, Caine’in ilk versiyonda ne kadar devasa bir oyun çıkardığını ispatlamak için çekilmişti. Zira ilk filmde Caine’nin ceketi bile, yeni filmdeki Stallone’den daha iyi oynuyordu. 12. Gérard DepardieuFilm: 1900/Novecento (1976)Karakter: Olmo DalcoÖdül: YokKariyeri boyunca dur durak bilmeden çalışan ve kariyer planını “sana hangi rolü önerirlerse kabul et” gibi bir mantığa oturtmuş olabileceği izlenimi uyandıran Depardieu’nun en incelikli, en vurucu, en görkemli performanslarından biri Bernardo Bertolucci imzalı politik epik 1900”e kısmetmiş… Aktör filmde, görmeyenin çok şey kaybedeceği, görenin bir kez daha görmek isteyeceği, olağanüstü bir oyun çıkarıyordu kesinlikle. 13. Marcello Mastroianni Film: Özel Bir Gün/Una giornata particolare (1977)Karakter: GabrieleÖdül: Oscar (adaylık), Altın Küre (adaylık)Baştan sona iki oyuncu arasında gerçekleşen bir gövde gösterisi olarak tasarlanan bu çarpıcı dram, Mastroianni’nin en katmanlı performanslarından birisine de kaynaklık etmişti. Faşist İtalya döneminde geçen “Özel Bir Gün”de, cinsel tercihi ve politik görüşleri nedeniyle dışlanan radyo spikerini canlandırırken, Mastroianni karakterin karamsarlığıyla hayata devam etme isteği arasındaki ikilemini kusursuz şekilde yorumluyordu. 14. Russell Crowe Film: Köstebek/The Insider (1999)Karakter: Jeffrey WigandÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık), Altın Küre (adaylık).Russell Crowe “Köstebek”te kendisinden yaklaşık 17 yaş büyük bir karakteri canlandırırken, sıradan bir makyajın arkasına saklanmamış, uzun süren bir hazırlık aşamasıyla Jeffrey Wigand’e dönüşmüştü. Bu rol için yaklaşık 16 kilo alan oyuncu, saçlarını defalarca boyamış, ayrıca cildine günler boyunca eklenen kırışıklıklar ve lekelerle yaşlandırılmıştı. Fakat bu fiziksel değişimi bir yana bırakırsak, Crowe son derece kontrollü performansla karakterin kıstırılmışlığını ve çaresizliğini perdeye taşıyordu. Her zamanki dışa dönük performanslarından birisini veren Al Pacino’nun karşısında bir an bile ezilmiyor, alçak ses tonu, konuşmalarındaki bölünmeler ve mimikleriyle Wigand’i her yönüyle tanımamızı ve anlamamızı sağlıyordu. 15. Klaus KinskiFilm: Aguirre, Tanrı’nın Gazabı / Aguirre, der Zorn Gottes (1972) Karakter: Don Lope de AguirreÖdül: YokWerner Herzog ve Klaus Kinski arasındaki işbirliği için “tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş”, demek mümkün. Herzog, Peru’da gerçek mekânlarda çekeceği bu proje için cesur bir oyuncuya ihtiyacı olduğundan Kinski’ye teklif götürmüş ve istediği sonucu almıştı. İki delinin setteki çatışmaları ekipten başka kişilerin fiziksel şekilde yaralanmalarına kadar uzanan olaylara yol açmış, bu arada Kinski de Aguirre karakterinin megalomanisini kusursuz şekilde filme taşımıştı. 16. Peter Sellers Film: Bir Yerde / Being ThereKarakter: ChanceÖdül: Oscar (aday), BAFTA aday), Altın Küre (kazandı)Hal Ashby’nin bu komedi/draması, uyarlandığı Kosinski romanının karanlık tonunu baştan sona taşıyor, diğer yandan iç burkucu bir satir olmayı da beceriyordu. Filmin bu alışılmadık yapısında başroldeki Peter Sellers’ın da büyük etkisi vardı. Sellers, dış dünyayı tanımayan ve hayatı televizyon izleyerek öğrenmiş Chance’in algısına başarıyla hayat veriyor, kendisinden beklenen “sonuna kadar” komik bir performanstan özellikle uzak duruyordu. 17. Peter FinchFilm: Şebeke/Network (1976)Karakter: Howard BealeÖdül: Oscar, BAFTA, Altın KüreBirdenbire bir medya peygamberine dönüşen Howard Beale karakterinin yaşadığı şaşkınlık ve bunu hemen takip eden megalomani, Peter Finch’in performansıyla eksiksiz şekilde seyirciye sunuluyordu. “Şebeke”nin medya ve özellikle televizyonun geleceği nokta konusundaki öngörüsüne ek olarak, Finch’in canlandırdığı bu kurmaca karakterin zamanla televizyonun gündeliğine dönüşmesini göremediğini hatırlatmak gerek. Finch, “Şebeke”deki performansıyla öldükten sonra Oscar kazanan ilk oyuncu olarak sinema tarihine geçmişti. 18. Anthony PerkinsFilm: Sapık/Psycho (1960)Karakter: Norman BatesÖdül: YokÖdipal sorunlardan mustarip seri katillerin en unutulmazı Norman Bates, Perkins’in performansı sayesinde sinema tarihindeki pek çok benzerinden farklı bir yere sahip. Bates’in gerçek dünyayı algılayışındaki kaymalar veya çift cinsiyetliliği konusunda, filmin çekildiği dönemin çok ötesinde pek çok inceliği Perkins’in oyununda sezmek mümkün. Özellikle Marion Crane’in cesedini bulduğu” anda verdiği tepkiler bunun en müthiş örneği. 19. Max SchreckFilm: Nosferatu/Nosferatu, eine Symphonie des Grauens (1922)Karakter: Kont OrlokÖdül: YokF.W. Murnau, Bram Stoker’ın ünlü romanı “Dracula”yı sinemaya uyarlarken izin alamamış ve telif hakları nedeniyle kimi değişiklikler yapmak zorunda kalmıştı. Örneğin Kont’un adı Orlok’a dönüşse bile, Max Schreck bu rolde o kadar etkileyici bir performans verdi ki, daha sonra vampir canlandıracak oyuncular için bir nevi arketip oluşturdu. 20. Aleksei KravchenkoFilm: Gel ve Gör/Idi i Smotri (1985)Karakter: Floria GaishunÖdül: YokGelmiş geçmiş en sert, en iyi İkinci Dünya Savaşı filmlerinden biri, belki de birincisi olan “Idi i Smotri”de Aleksei Kravchenko’nun sergilediği performansa oyunculuk deyip geçmek ayıp olur. Kravchenko’nun neredeyse hayatını ortaya koyduğu, yüzünü ve bedenini adeta hırpalayarak imza attığı bu iş gerçekten de inanılmaz. Aktörün bu filmin çekimleri sırasında henüz 16 yaşında olduğunu da belirtelim. Bu öyle bir çocuk oyuncu performansı ki, Schindler’s List”teki Liam Neeson yanında Susam Sokağı’ndaki Kırpık gibi kalıyor… 21. Gary OldmanFilm: Sid and Nancy (1986)Karakter: Sid ViciousÖdül: YokGary Oldman ve Chloe Webb’in Alex Cox’un müthiş biyografik filmi “Sid and Nancy”de canlandırdıkları karakterlere dönüşmeleri sadece bir makyaj mucizesi olarak açıklanamaz. Özellikle Oldman, Vicious’ın kendine zarar veren naifliğini kadar iyi kavramış ki, filmin tek bir karesinde dahi falso vermiyor. Beden dili, bakışları, hafif yalpalayan hali ve hiperaktif enerjisiyle Vicious’ın kendisini izlediğinizi düşünüyorsunuz 22. Dirk BogardeFilm: Genç Hizmetçiler/The Servant (1963)Karakter: Hugo BarrettÖdül: BAFTAHarold Pinter ve Joseph Losey’nin unutulmaz işbirliğinin ilk örneği olan “Genç Hizmetçiler”, büyük bölümü iç mekânda geçen, klostrofobik bir dramaydı. Bu teatral tarz doğal olarak oyuncuların performanslarını da öne çıkartmaktaydı. Aslında filmde kusursuz bir grup oyunculuğu olduğunu söylemek de mümkün, ancak Dirk Bogarde’ın sinsi ve gücü yavaş yavaş eline geçiren uşak rolündeki performansı unutulacak gibi değil. Özellikle bakışlarıyla hissettirdiği nefret ve aşağılama duygusu, Bogarde’ın kendine has sinik oyunculuk tarzının doruk noktası. 23. Albert FinneyFilm: Giydirici/The Dresser (1983)Karakter: SirÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık), Berlin (Gümüş Ayı), Altın Küre (adaylık).Ronald Harwood’un meşhur oyunu “Giydirici” tiyatro dünyasının sahne arkasını en etkileyici şekilde tarif eden metinlerden birisine sahiptir. Oyunculuk üzerine bu tiyatro eserinin iki başkarakteri de şaşırtıcı olmayacak şekilde pek çok aktör için geniş bir malzeme sağlar. “Giydirici”nin sinema uyarlamasında da başrollerdeki Albert Finney ve Tom Courtenay iki saat boyunca aralıksız döktürüyorlar. Özellikle Finney, saygınlığı korumaya çalışırken itibarı giderek düşen isimsiz aktör rolünde inanılmaz. Metnin de içeriğiyle bizlere bir Shakespeare karakterleri toplaması sunuyor ve bu unutulmaz performans oyunculuk mesleğine bir saygı duruşuna dönüşüyor. 24. Jon VoightFilm: Geceyarısı Kovboyu/The Midnight Cowboy (1969)Karakter: Joe BuckÖdül: Altın Küre, Oscar (adaylık).Anti-Amerikan rüyası filmlerinden “The Midnight Cowboy”un en hüzünlü siması, içine düştüğü durumu kabul etmeyen, neşeliymiş gibi görünmeye, hayatından memnunmuş gibi davranmaya çalışan isyankar Joe’ydi desek yeri. Jon Voight, karşısındaki Dustin Hoffman’ın da katkılarıyla kariyerinin en vurucu, sinema tarihinin en etkileyici performanslarından birine imza atıyordu. 25. Gene HackmanFilm: The Conversation (1974)Karakter: Harry CaulÖdül: Bafta (adaylık), Altın Küre (adaylık)Hackman, Coppola’nın Hitchcock esintileri taşıyan filmi “The Conversation”da son derece incelikli ve aynı anda gösterişli olabilen bir performans sergilemeyi başarıyordu. Karakterin suçluluk duygusunu, endişelerini ve paranoyasını izleyiciye geçirmeyi başarması ve Coppola’yla seyirci arasında adeta bir katalizör işlevi görmesi de cabası. The Conversation” altın yıllar olarak anabileceğimiz 70’lerin en iyi filmlerinden biriyse eğer, Hackman’ın bundaki payı büyüktü. 26. Richard BurtonFilm: Kim Korkar Hain Kurttan?/Who’s Afraid of Virginia Woolf? (1966)Karakter: GeorgeÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA, Altın Küre (adaylık).Kimilerine göre drama, kimilerine göre dört başı mamur bir korku filmi, kimilerine göreyse camp bir komedi olan “Kim Korkar Hain Kurttan?”, açıkçası bu türlerin hepsine yer yer bulaşıyor veya yakın duruyor. Bunun en önemli sebebiyse dışa dönük ve yıpratıcı oyuncu performansları. O dönemde gerçek hayatta da evli olan Elizabeth Taylor ve Richard Burton, filmde de sıyırmanın eşiğinde bir çifti canlandırıyorlardı. Taylor sinir krizleri geçirip ortalığa saldırırken, Burton da durumu idare etmeye çalışıyor ve bir noktadan sonra dayanamayarak patlıyordu. Belki her iki ucu da eksiksiz şekilde canlandırışıyla ikiliden filmi esas olarak taşıyan Burton idi. 27. Harvey Keitel Film: Kötü Polis/Bad Lieutenant 1992)Karakter: KomiserÖdül: YokZamanında epey sansasyon yaratmış bu Abel Ferrara klasiği, suç dünyasını ve polis teşkilatı içerisindeki yozlaşmayı anlatırken şoke edici bir sertliğe ve gerçekçiliğe ulaşıyordu. Başroldeki Harvey Keitel ise bu yozlaşmayı sembolize eden isimsiz karakterle beraber New York’un sokaklarında kayboluyor, kiliselerle batakhaneler arasında gidip gelirken ahlaki bir çözülme yaşıyor ve en nihayetinde çırılçıplak kalıyordu. Keitel’in performansı bağlamında bu çıplaklık hem soyut, hem de somut anlamıyla mevcut. Bir karakterin içten algılanıp, neredeyse ona dönüşerek canlandırılışının en müthiş örneklerinden birisi. 28. Donald Sutherland Film: Kazanova/Il Casanova di Federico Fellini (1976)Karakter: Giacomo CasanovaÖdül: YokFellini, Giacomo Casanova’nın anılarını sinemaya uyarlarken, neredeyse alaycı bir yaklaşımı tercih etmişti. Tüm filmi başkarakterin geçmişi hatırlaması şeklinde inşa ediyor, böylece seyirciyi onun algısı ve hayalleriyle baş başa bırakıyor, bir bakıma hikâyelerin gerçekliğine itimat etmiyordu. Üstelik Kazanova’nın yüzünü bir tablo gibi kullanıyor ve ağır bir makyaja buluyordu. Bu yaklaşıma kusursuz şekilde uyum sağlayan Donald Sutherland ise neredeyse 3 saat süren bu görkemli filmi üstleniyor, şekilden şekle girerken drama ve komediyi bir potada eritiyor ama asla küçük düşmeden, dudak uçuklatan bir performans veriyordu. 29. Peter O’Toole Film: Ecelle Yarış/The Stunt Man (1980)Karakter: Eli CrossÖdül: Oscar (adaylık), Altın Küre (adaylık).Film içinde film numarasının en akıllıca kullanıldığı örneklerden birisi olan bu kara komedide Peter O’Toole neredeyse dahiyane bir performans sergiliyor. Kendi işinden başka hiçbir şey düşünmeyen, megaloman, hatta sadist yönetmen rolünde o kadar başarılı ki, sanki yıllar yılı oyuncuların yönetmenlerden çektiklerinin intikamını alıyor. 30 . Jeff Bridges Film: Büyük Lebowski/The Big Lebowski (1998)Karakter: Jeffrey LebowskiÖdül: YokCoen kardeşlerin eksantrik karakter yaratma konusundaki yeteneği malum. Bu bağlamda tam bir galeri olan “Büyük Lebowski” nin yıldızıysa hiç kuşkusuz Jeff Bridges. Gün boyu ot içen bu “heybetli” kaybedeni o kadar kusursuzca oynuyor ki, Bridges’in fiziksel hareket hızı bile canlandırdığı karakterin algısında gelişiyor. Sinema tarihi hiç bu kadar rahat ve tasasız bir karakter görmemişti. 31. Willem DafoeFilm: Shadow Of The Vampire (2000)Karakter: Max SchreckGelmiş geçmiş en iyi ve en etkileyici Dracula uyarlamalarından biri olan “Nosferatu”nun çekimlerine bir yolculuk vaat eden “Shadow Of The Vampire”, sadece küçük bir değişikliğe gidip, aktör Max Schreck’in gerçekten vampir olduğu kurmaca bir çekim öyküsü anlatıyordu. Hem aktör hem de gerçek bir vampir olan alternatif Max Schreck’i canlandıran Willem Dafoe’yse, kariyerinin en grotesk ancak en müthiş oyunlarından birini, belki de en iyisini sergiliyordu. 32. Emil JanningsFilm: Son Adam/Der letzte Mann (1924)Karakter: Otel kapıcısıÖdül: YokSinema tarihinde hareketli kamera kullanan ilk filmlerden birisi olan “Son Adam”, bu ve benzeri teknik özellikleriyle başrol oyuncusu Emil Jannings’e de geniş bir imkân tanıyordu. Usta oyuncu sadece canlandırdığı karakterin yaşadığı psikolojik çöküntüyü eksiksiz şekilde perdeye taşıyışıyla değil, o tarihe kadar alışılmış oyunculuk tarzını bu gibi yeniliklere uyarlayışıyla da büyüleyiciydi. 33. Max von Sydow Film: Yedinci Mühür/Det sjunde inseglet (1957)Karakter: Antonious BlockÖdül: YokBergman’ın karamsar harikası “Yedinci Mühür”de sinema tarihine “ölümle satranç oynayan adam” olarak geçen Sydow’un filmdeki rolü, Bergman’ın hikayedeki yansıması gibiydi. Orta Çağ’ı kasıp kavuran veba ve toplu ölümler sonucu hayatı, ölümü, tanrıyı sorgulayan Antonious Block, izleyici için de bu sorgulama seansının lideri gibiydi. 34. Jack Lemmon Film: Apartman/The Apartment (1960)Karakter: C. C. BaxterÖdül: Oscar (adaylık), Bafta, Altın KüreSinema tarihinin, ana malzeme olarak kendisini kullanan oyuncularından olan ve –tıpkı Morgan Freeman gibi- neredeyse her filmde sadece kendisini canlandırıyormuş hissi veren Jack Lemmon, “The Apartment”ta içindeki tüm cevheri ortaya seriyordu. Bu müthiş ifşaat, gelmiş geçmiş en iyi kara komedi performanslarından birine sebep oluyordu elbette. 35. Jerry LewisFilm: Kahkahalar Kralı/The King of Comedy (1982)Karakter: Jerry LangfordÖdül: BAFTA (adaylık)Tek tip rollerle ünlenen oyuncular bu izleğin dışına çıktıklarında çoğunlukla bizleri şaşırtırlar. Fakat Jerry Lewis’in “Kahkahalar Kralı”ndaki performansını unutulmaz kılan bunun çok ötesinde bir şey. Lewis’in ciddi bir rolde gözükmesinin alttan alta ne kadar komik olduğunu düşününce, hem oyuncunun hem de Martin Scorsese’nin dehasını takdir etmemek imkânsız. 36. Henry FondaFilm: Batı’da Kan Var/C’era una volta il West (1968)Karakter: FrankÖdül: YokHenry Fonda’nın Sergio Leone’nin epik spagetti westren’inde bir sadisti canlandırmayı kabul etmesi o yıllarda çoğu kişiyi şoke etmişti. Günümüz koşullarında bu şaşkınlığa anlam vermek zor olsa da, Fonda’nın ciddi bir cesaret örneği sergilediğini kabul etmek gerek. Fakat bu özel durumun ötesinde, oyuncu “Batı’da Kan Var”da, neredeyse sadece mimiklerini kullanarak sinema tarihinin en ürkütücü kötü adamlarından birisine hayat veriyordu. 37. John TravoltaFilm: Pulp Fiction/Ucuz Roman (1994)Karakter: Vincent VegaÖdül: Oscar (adaylık), Altın Küre (adaylık), BAFTA (adaylık)Tümden bir oyunculuk gösterisi olarak algılanabilecek “Pulp Fiction”ın en sevindirici tarafı, hiçbir zaman içindeki yeteneği tam anlamıyla yansıtamadığı düşünülen John Travolta’nın sergilediği inanılmaz oyundu belki de. Travolta, dans ettiği, karizmasını konuşturduğu gençlik filmlerini saymazsak eğer, kariyeri boyunca en kayda değer performansını “Pulp Fiction”da sergiledi. İkinci sınıf bir mafya üyesini canlandırdığı filmde insanüstü bir oyun sergilemeyi, karakterinin tüm halet-i ruhiyesini izleyiciye geçirmeyi başardı. Sırf, Uma Thurman’ın oynadığı Mia’nın uyuşturucu krizine girdiği sahnedeki performansı bile bu listeye girmesi için yeterli olabilirdi. 38. Anthony HopkinsFilm: Günden Kalanlar/The Remains of the Day (1993)Karakter: James StevensÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık), Altın Küre (adaylık)Anthony Hopkins’in müthiş bir aktör olduğundan şüphe duymuyoruz. Fakat “Kuzuların Sessizliği” ile gecikmeli yakaladığı şöhret ve kazandığı Oscar sağolsun, son 15 yıldır ekseriyetle bir Hannibal Lecter parodisi olarak izliyoruz kendisini. James Ivory’nin kusursuz dönem filmi “Günden Kalanlar” ise âdeta Hopkins’in gerçek yeteneğini ortaya koyan bir oyunculuk ziyafeti. Kendini mesleğine adamış ve hayatını değiştirme şansını tepmiş uşak rolünde Hopkins, sakin ve eksiksiz bir performans sergiliyor. Muhafazakâr bir toplumun değişime karşı verdiği mücadele, Hopkins’in performansı sayesinde James Stevens karakterinde karşılığını buluyor. 39. Dennis HopperFilm: Mavi Kadife/Blue Velvet 1986)Karakter: Frank BoothÖdül: Altın Küre (adaylık).Sinema tarihinin en korkunç kötü adamları söz konusu olunca, Mavi Kadife”nin sadist Frank’ini unutmak mümkün değil. Dennis Hopper bu karakterin acımasızlığını, sürekli yüzüne dayadığı oksijen maskesiyle öylesine tamamlıyor ki, bir daha unutulmamak üzere akla kazınıyor. Abartılı oyunculuğun işe yaradığı sayılı performanstan birisi; tek kelimeyle eşsiz. 40. Ray MillandFilm: Yaratılan Adam/The Lost Weekend (1945)Karakter: Don BirnamÖdül: Oscar (kazandı), Cannes (kazandı), Altın Küre (kazandı)Billy Wilder’ın yönettiği alkolizm üzerine bu dram çekildiği dönemde olay yaratmış olsa bile, zamana karşı pek dayanabilmiş değil. Bugünün koşullarında fazla naif ve yüzeysel kalan filmi bütünüyle eskimekten kurtaransa Ray Milland’ın performansı. 41. Alec Guinness Film: Yumuşak Kalpler/Kind Hearts and Coronets (1949)Karakterler: Dük/Bankacı/Papaz/ General/Amiral/Genç Ascoyne/ Genç Henry/Leydi AgathaÖdül: Yok Alec Guinness’in “Yumuşak Kalpler” deki performansı çoğunlukla oyuncunun en iyi işi olarak kabul gördüğü gibi, sinema tarihinde de bir dönüm noktası olarak gösterilir. D’Ascoyne ailesinin cinayete kurban giden sekiz üyesini birden canlandıran Guinness, sadece o güne değin benzerine rastlanmamış bir şey yapmakla kalmamış, bu Ealing komedisinin mizah duygusunun da ana kaynağı olmuştur. 42. Robert Mitchum Film: Caniler Avcısı/The Night Of The Hunter (1955)Karakter: Harry PowellÖdül: YokBabalarını kaybeden bir ailenin başına musallat olan vaiz Harry Powell rolünde müthiş serseri Robert Mitchum tam anlamıyla döktürüyordu. İçinde bulunduğu hayatı hiçbir zaman takmamış bir yıldız hüviyetindeki Mitchum’un belki de en gösterişli performansı olmasına rağmen ödülsüz bırakılmasıysa gerçek bir şaşkınlık vesilesi. Gerçi filmin kendisi de ödül törenlerinde es geçilmiş bir başyapıt. 43. William Hurt Film: Örümcek Kadının Öpücüğü/Kiss of the Spider Woman (1985)Karakter: Luis MolinaÖdül: Oscar, BAFTA, Cannes, Altın Küre (adaylık).Hector Babenco’nun yönettiği “Örümcek Kadının Öpücüğü” filmlerin seyirciyi davet ettikleri rüya alemi üzerine bir filmdir. Hurt’ün kusursuz şekilde canlandırdığı Luis Molina, hayallerle yaşayan bir eşcinseldir. Hücre arkadaşına küçükken izlediği bir Nazi propaganda filmini anlatırken, yer yer oradaki kadın karaktere dönüşür. Zamanla film içindeki film ve Luis’in hikâyesi örtüşür. Luis kendinden geçerek en sevdiği filmi anlattıkça, biz seyirciler de izlemekte olduğumuz filmin gerçekliği içerisinde kayboluruz. “Örümcek Kadının Öpücüğü”nün gerçek ve hayal arasında durduğu ince çizginin sınır bekçisiyse Hurt ve unutulmaz performansıdır. 44. Bill Murray Film: Lost In Translation/Bir Konuşabilse (2003)Karakter: Bob HarrisÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA, Altın Küre“Altı üstü bir Saturday Night Live Show komedyeni” olarak görüldüğü için, Hollywood semalarında çok uzun süre prestijli bir aktör olarak anılmayan Murray’nin, prestijli bir oyuncu olarak görülmeyen ve olabilecek en tuhaf mekanda aşık olan bir oyuncuyu canlandırırken müthiş bir performans sergilemesi sizce de komik değil mi! Murray, bu film için en az filme büyük anlam katan Tokyo kadar önemli bir figür… 45. Gregory Peck Film: Bülbülü Öldürmek/To Kill a Mockingbird (1962)Karakter: Atticus FinchÖdül: Oscar, BAFTA (adaylık), Altın Küre30’lu yılların Amerikası’nda, beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlanan siyahi bir vatandaşın savunmasını üstlenir Atticus Finch. Vazifesi, bir salon dolusu beyazın nefretine rağmen mahkeme önünde dimdik durup adaletin yerini bulmasını sağlamaktır. Gregory Peck’ten başkası, buna cesaret edemeyecektir elbet… 46. Jean GabinFilm: Hayvanlaşan İnsan/La bête humaine (1938)Karakter: Jacques LantierÖdül: YokÉmile Zola’nın aynı adlı romanından uyarlanan “Hayvanlaşan İnsan”, işçi sınıfından kahramanları canlandırarak üne kavuşan Jean Gabin’in en unutulmaz performanslarından birisini içerir. Jacques Lantier karakterinin içindeki kötülüğe karşı verdiği mücadele ve buna bağlı olan ahlaki ikilem, Gabin’in performansında eksiksiz şekilde vücut bulur. 47. Morgan FreemanFilm: Yedi/Se7en (1995)Karakter: Detektif William SomersetÖdül: YokBirçok filmde birbirine yakın performanslar sergileyen oyunculardan biri de Freeman. Hatta sözü daha da ileriye götürüp aktörün hemen her filmde sadece Morgan Freeman’ı oynadığını iddia edenler dahi mevcut. Halbuki Freeman’ın tüm yaptığı, karakterleri yaratırken kendisinden yola çıkıp onları çok ince detaylarla birbirinden ayırması. “Se7en”da Detektif William Somerset’i canlandırırken de benzer bir çalışmaya imza atmıştı Freeman. Kesinlikle es geçilemeyecek, kusursuz bir performanstı ve karakter yine aktörün kişiliğinden izler taşıyordu. 48. Christopher Walken Film: Avcı/The Deer Hunter (1978)Karakter: NickÖdül: Oscar, BAFTA (adaylık), Altın Küre (adaylık)Christopher Walken de “Gelen her rol itinayla canlandırılır” mentalitesiyle sürdürdüğü kariyerini son yıllarda “Gigli”, “Click”, Wedding Crashers” gibi filmlerle doldursa da, geçmişte “The Deer Hunter” gibi devasa performans sergilediği bir film de var neyse ki. Usta, sırf Rus ruleti oynadığı nefes kesen sahnedeki performansıyla bile bu listeye girmeyi hak ediyor. 49. Samuel L. JacksonFilm: Ucuz Roman/Pulp Fiction (1994)Karakter: Jules WinnfieldÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA, Altın Küre (adaylık)Tarantino’nun başyapıtıyla gecikmiş bir şöhrete ulaşan Jackson, daha sonra rol aldığı onlarca filme rağmen hâlâ Jules olarak hatırlanıyor. Filmin müthiş senaryosundaki unutulmaz sayısız replik ağzından dökülürken (örneğin meşhur İncil alıntısı gibi), kontrol altında tutmaya çalıştığı öfkesine gülmek ve korkmak arasında kararsız kalıyorsunuz. Jackson’ın performansı, elbette senaryonun da yardımıyla, soytarılık yapmadan güldürebilmenin müthiş bir örneği. 50. Johnny DeppFilm: Karayip Korsanları: Siyah İnci’nin Laneti/Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl (2003)Karakter: Jack SparrowÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık), Altın Küre (adaylık)Johnny Depp’in canlandırdığı pek çok karakteri büyük ölçüde karizmasıyla etkileyici kıldığını söylemek yanlış olmaz. Fakat “Karayip Korsanları” serisindeki Jack Sparrow baştan sona bir oyuncunun yorumlamasıyla oluşmuş, eksiksiz şekilde tasarlanmış bir karakter. Kolayca bir tipleme sınırında kalabilecek veya karikatüre dönüşebilecekken, Depp yeteneğini sonuna kadar kullanarak Sparrow’un özelliklerini çeşitlendiriyor. 51. Vincent Price Film: The Abominable Dr. Phibes (1971)Karakter: Dr. Anton PhibesÖdül: YokKorku ve komedi türlerinin bu özgün birlikteliği Vincent Price’ın performansına çok şey borçlu. Geçirdiği araba kazasından sonra konuşma yeteneğini kaybetmiş ama boğazına yerleştiridiği bir mikrofon aracılığıyla dış dünyaya sesini duyurabilen Dr. Phibes’ı canlandırırken Price hem hiç konuşmuyor, hem de sesini baştan sona kullanıyor. Üstüne üstlük aynı kazada yüzü tamamen yandığı için, bizim filmde gördüğümüz suratı balmumu bir maskeden ibaret. 52. James Cagney Film: Toplum Düşmanı/The Public Enemy (1931)Karakter: Tom PowersÖdül: YokHenüz rol aldığı dördüncü filmde sinema tarihine geçmeyi başaran aktör James Cagney, şiş yanakları, yarı sert-yarı tatlı mizacıyla gangster filmlerinin aranan ismi olmayı bu filmle becermişti. 1920’lerin suç dünyasından sert bir portre olan Tom Powers rolünde, 70’li yıllara dek başka birçok oyuncu tarafından yinelenen, taklit edilen bir duruş sergiliyordu. Sinemanın ilk gangster ikonu oydu belki de... 53. David Thewlis Film: Çıplak/NakedKarakter: JohnnyÖdül: CannesSinema tarihinde itici olduğu kadar, seyirciyi etkisi altına alan karakterlerin sayısı azdır. David Thewlis’in “Çıplak”ta canlandırdığı Johnny bu tarife birebir uyuyor. Sevilecek hemen hiçbir yönü olmayan, asla karşılaşmak istemeyeceğimiz bu garip adamın peşine takılıyor ve iki saat boyunca Thewlis’in oyununa kendimizi kaptırıyoruz. 54. Terence Stamp Film: Priscilla, Çöller Kraliçesi/The Adventures of Priscilla, Queen of the Desert (1994)Karakter: BernadetteÖdül: BAFTA (adaylık), Altın Küre (adaylık)Terence Stamp’in günün birinde bir transseksüeli canlandıracağı kimin aklına gelirdi? Herhalde kendisi dahil hiç kimsenin. Bu şaşırtıcı oyuncu seçimi bir yana, Stamp’in “Priscilla”daki performansı alışılmış “kadın kıyafetinde erkek” komedilerinden birisi değil. Neredeyse asil ama yeri geldiğinde yumruklarını kullanmaktan çekinmeyen Bernadette rolünde oyuncu tek kelimeyle müthiş. 55. River PhoenixFilm: Benim Güzel Idaho’m/My Own Private Idaho (1991)Karakter: Mike WatersÖdül: Venedik (Volpi Kupası)Eğer genç yaşta ölmese rahatlıkla tüm zamanların en iyi oyuncuları arasına girebilirdi River Phoenix. Bunun kanıtı olarak son filmlerinden birisi olan “Benim Güzel Idaho’m”a bakmak yeterli olacaktır. Narkoleptik bir gencin dış dünyayla iletişim kuramamasını büyük bir başarıyla canlandıran oyuncu, aynı zamanda ölümünden sonra kendisiyle en çok özdeşleştirilecek karaktere de hayat vermişti. 56. Tony Leung Chiu WaiFilm: Aşk Zamanı/Fa yeung nin wa (2000)Karakter: Chow Mo-wanÖdül: CannesWong Kar Wai’nin bu stilize, şık ve atipik melodramı, iki başrol oyuncusunun performansından ciddi şekilde besleniyordu. Özellikle Tony Leung Chiu Wai sevdiği kadına kendisini bir türlü ifade edememenin acısını yüzünde eksiksiz şekilde taşıyor, karakterinin içine attığı sıkıntıyı bütün ağırlığıyla perdeye taşıyordu. 57. John HurtFilm: Fil Adam/The Elephant Man 1980)Karakter: John MerrickÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA, Altın Küre (adaylık)Bedensel veya zihinsel özürlü karakterlerin canlandırıldığı performanslar çoğunlukla takdirle karşılanır, ödüllere boğulurlar. Bu listeyi hazırlarken bu tarz performanslara pek itibar etmesek bile, “Fil Adam”daki John Hurt’ü görmezden gelemezdik. Film boyunca ağır bir makyajın altında gözüken Hurt, duygu sömürüsüne pek mahal vermeden, tutarlı bir oyunculuk sergiliyor. Hatta filmin yer yer melodrama yaklaştığı noktalarda durumu kurtaran da o oluyor. 58. Gig YoungFilm: Atları da Vururlar/They Shoot Horses, Don’t They? (1969)Karakter: RockyÖdül: Oscar, Altın Küre, BAFTA (adaylık)Sydney Pollack’ın iç kıyan başyapıtında vasat bir performansa denk gelmek güç. Özellikle başroldeki Jane Fonda’nın performansıyla ilgili olarak sayfalarca konuşmak mümkün. Erkek oyuncu kadrosunda ona eşdeğer bir oyun çıkaran isimse Rocky’yi canlandıran Gig Young elbette. Ölümcül, aşağılık ve kabus gibi bir dans yarışmasını yöneten Rocky’yi müthiş metnin de desteğiyle akıllara kazımakta hiç zorlanmıyormuş gibi görünüyor Young. Halbuki ortaya koyduğu iş gerçekten de insanüstü... 59. Mickey RourkeFilm: Barfly (1987)Karakter: Henry ChinaskiÖdül: YokMickey Rourke’un çoğu performansı kendi kimliğinden izler taşır ama hiçbiri seyircinin zihninde Charles Bukowski’nin yarı otobiyografik kahramanı Henry Chinaski kadar onunla özdeşleşmemiştir. “Barfly”da Rourke, kusursuz bir beden diliyle hayat verdiği bu uslanmaz serserinin ruhunu ne kadar derinden kavradığını açıkça gösteren bir performans sergiler. Kimse Henry Chinaski’yi ondan iyi oynayamazdı. Bunu Hollywood’dan hiç hazzetmediği ve senaryosunu yazdığı bu filmden de bütünüyle hoşnut olmadığı bilinen Bukowski bile itiraf etmişti. 60. Jaye Davidson Film: Ağlatan Oyun/The Crying Game (1992)Karakter: DilÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık)“Ağlatan Oyun”u ilk izlediğimizde o meşhur sürprizi karşısında ağzımızın açık kalmasının tek sebebi kusursuz senaryosu ve Neil Jordan’ın sinemasal anlatımın her türlü inceliğini kullanan müthiş yönetmenliği değildi. Dil karakteri bize bir kadın olarak tanıtıldıktan sonra, Jaye Davidson’ı perdede gördüğümüz ilk anda akılda hiçbir soru işareti oluşmuyordu. Biz seyirciler filmin ilk yarısı boyunca bu karakteri kadın, ikinci yarısı boyuncaysa erkek olarak kabul ederken, Davidson da bir an bile “kadın kıyafetinde erkek” klişelerine yanaşmıyor, değme oyuncuların bile düşecekleri beklendik tuzakları zarifçe aşıyordu. 61. F. Murray AbrahamFilm: Amadeus (1984)Karakter: SalieriÖdül: Oscar, BAFTA (adaylık), Altın KüreHer ne kadar hikayenin yıldızı ilk bakışta W. Amadeus Mozart’mış gibi görünse de, Milos Forman’ın sinemadaki doruk noktası olarak anabileceğimiz filmin gizli kahramanı şüphesiz Salieri. Filmin ana meselesi de zaten Salieri’nin Mozart’a duyduğu kıskançlık ve hatta aşk. Bu vaziyeti, rolünün sağladığı kısıtlı alan içerisinde, şiddetli bir sükunetle sergilemeyi başaran Abraham’ın performansıysa unutulacak gibi değil… 62. Forest WhitakerFilm: Bird (1988) Karakter: Charlie ‘Bird’ ParkerÖdül: Cannes, Altın Küre (adaylık)Gelmiş geçmiş en büyük caz müzisyenlerinden Charlie Bird Parker’ın hayat hikayesini anlatan Eastwood imzalı filmde Forest Whitaker “ölüyü dirilten” bir performans sergiliyor desek yeri. Ülkesinde değil yurt dışında daha çok takdir görmesiyse, alışılmışın dışında bir “gerçek yaşamdan karakter” canlandırıyor olmasında yatıyordu belki de. Whitaker perdede salınırken karakteri etkileyici kılmaya çabalamıyor, aksine Parker’ın gündelik yaşamından sade, gösterişsiz izler sunmayı yeğliyordu. 63. Sidney Poitier Film: Gecenin Sıcağında/In the Heat of the Night (1967)Karakter: Detektif Virgil TibbsÖdül: YokIrkçı bir kasabayı ve onlardan aşağı kalmayan polis teşkilatını dize getiren Detektif Virgil rolünde Sidney Poitier, kendisine nazaran çok daha dışavurumcu bir karakteri canlandıran Oscar ödüllü Rod Steiger’in aksine son derece sakin ve derinden bir performans sergiliyordu. Poitier’nin performansı, siyah isyanın da seslerinden biri olmuştu. 64. Daniel Day-LewisFilm: Babam İçin/In the Name of the Father (1993)Karakter: Gerry ConlonÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA adaylık), Altın Küre (adaylık)Canlandırdığı karakterlere kendisini kaptırışı ve işini (belki de zaman zaman biraz gereğinden fazla) ciddiye alışıyla tanıdığımız Daniel Day-Lewis, “Babam İçin”de en akılda kalıcı performanslarından birisini vermişti. Gerry Conlon’ın sorumsuz bir hippieden, hakkını arayan bir aktiviste dönüşmesini inandırıcı şekilde perdeye taşıyan Day-Lewis, abartı ve mesafelilik arasında da yerinde bir denge tutturuyordu. 65. Peter Firth Film: Küheylan/Equus (1977)Karakter: Alan StrangÖdül: Oscar (adaylık), Altın KürePeter Firth daha önce tiyatro sahnesinde de canlandırdığı Alan Strang rolünü, Peter Shaffer’in ünlü oyununun sinema uyarlamasında tekrar üstlenmişti. Firth’ün canlandırdığı Alan karakteri, filmin toplumsal normlarla ilgili tartışmasının merkezinde yer aldığı için, oyuncunun dengeli performansının “Küheylan”ın meselesini seyirciye aktarabilmesindeki en önemli araçlardan birisi olduğunu belirtmek gerek. 66. Burt LancasterFilm: Atlantic City (1980)Karakter: Lou PascalÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA, Altın Küre (adaylık)Louis Malle’in kara-film türüne saygı duruşu olarak çektiği bu dramda, Burt Lancaster da hayatının en iyi ve en anlamlı performanslarından birisini sergiliyordu. Suç dünyasının altın çağını yaşamış ama o dönemde hiçbir şey başaramamış, beceriksiz dolandırıcı Lou Pascal’ın, yaşlılık döneminde tesadüfen bu dünyaya tekrar çekilişi ne ağlak bir melodrama, ne de sulu bir komediye dönüşüyor. Film bu erdemini büyük ölçüde Lancaster’ın karakteri akıllıca yorumlayışına borçlu. 67. Roy ScheiderFilm: All That Jazz (1979)Karakter: Joe GideonÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık), Altın Küre (adaylık)Bob Fosse’un büyük ölçüde otobiyografik drama/müzikali “All That Jazz”, başroldeki Roy Scheider için tam bir gövde gösterisiydi. Scheider, Joe Gideon karakterinin bencilliğini ve kadın düşkünlüğünü çoğunlukla kendi kendisiyle dalga geçen, mizah ve dram arasında dengeli şekilde gidip gelen bir performansla canlandırıyordu. 68. Christian BaleFilm: Amerikan Sapığı/American Psycho (2000)Karakter: Patrick BatemanÖdül: YokBret Easton Ellis’in kült romanından kan revan içinde dışarıya fırlayan ve içinde bir ceset taşıdığı Jean Paul Gaultier valiziyle beyazperdede arz-ı endam eden Patrick Bateman rolünde Christian Bale neredeyse çılgınlığın eşiğinde bir oyun çıkarıyordu. Bale henüz bu performansının üzerine çıkabilmiş değil, bu gidişle de çıkması zor görünüyor. 69. Orson WellesFilm: Üçüncü Adam/The Third Man (1949)Karakter: Harry LimeÖdül: YokSinemanın gördüğü en büyük dehalardan biri olmasının yanı sıra, en güçlü aktörlerden biri de olan Orson Welles, çok kısa süre görünmesine rağmen efsanevi bir kötü adam performansı sergilediği Carol Reed klasiği “The Third Man”nin Harry Lime’ini unutulmazlar arasına sokmayı başarmıştı. 70. James StewartFilm: Şahane Hayat/It’s a Wonderful Life (1946)Karakterler: George BaileyÖdül: Oscar (aday)Tüm zamanların en sevilen Amerikan filmlerinden birisinde, tüm zamanların en sevilen Amerikalı aktörlerinden birisi hayatının performansını vermişti. Frank Capra’nın bu iyimser komedi/dramı eğer zamanla naifliği nedeniyle eskimediyse, bunda James Stewart’ın oyununun da büyük etkisi var. Zira oyuncu canlandırdığı karakterin intihara yönelmesine yol açan umutsuzluğunu da başarıyla yorumlamış ve filme olgun bir hava katmıştı. 71. Jeremy IronsFilm: Ölü İkizler/Dead Ringers (1988)Karakterler: Beverly ve Elliot MantleÖdül: Yok“Ölü İkizler”in aynı oyuncuyu iki farklı karakteri canlandırırken tek bir karede biraraya getirişi, sadece bir özel efekt başarısı olarak açıklanmamalı. Irons, son derece teknik bir oyunculukla bu zor görevin altından başarıyla kalkıyor. İkiz kardeşlerin karşı karşıya oldukları sahnelerde aksayan tek bir an bile görmek mümkün değil. Hatta ikisinin aynı kişi tarafından canlandırıldığına inanmak ziyadesiyle zor. 72. Ryan GoslingFilm: Yarım Öğretmen/Half NelsonKarakter: Dan DunneÖdül: Oscar (adaylık)Kendi kuşağının en iyi aktörlerinden birisi olan Ryan Gosling, “Yarım Öğretmen”de son on yılın en iyi performanslarından birisini sergilemişti. Uyuşturucu bağımlısı bir öğretmeni her türlü abartıdan uzak, mesafeli ve içten kavrayan bir performansla canlandıran oyuncu, özellikle eleştirmenlerden büyük övgü toplamıştı. Sinema tarihinde daha gerçekçi bir bağımlı portresi görmedik desek yalan olmaz. 73. Humphrey BogartFilm: African Queen/Afrika Kraliçesi (1951)Karakter: Charlie AllnutÖdül: Oscar, BAFTA (adaylık)Kariyeri boyunca salon adamlarını canlandıran ve statik bir oyunculuk sergilemesine rağmen karizmasına zeval getiremeyen Humphrey Bogart, “The African Queen”de ilk kez serseri ruhlu bir karakteri canlandırıyor, hırpani bir görünümde izleyici karşısına çıkıyordu. Belki de bu yüzden, yani Bogart, hiç Bogart gibi olmadığından ortaya koyduğu oyun enfesti ve aktör karşılığını prestijle aldı… 74. Joe PesciFilm: Sıkı Dostlar / Goodfellas (1990)Karakter: Tommy DeVitoÖdül: Oscar , Altın Küre (adaylık)Sinema tarihindeki unutulmaz psikopatlardan bir diğeri... Tommy DeVito gözüktüğü her sahneyi beden dili, hızlı konuşması, dengesiz hareketleri ve ağzı bozukluğuyla o kadar dolduruyor ki, yardımcı bir karakteri canlandırıyor olmasına rağmen Pesci kadronun geri kalanını çoğunlukla gölgede bırakıyor. 75. Geoffrey RushFilm: Düşlerin Efendisi / Quills (2000)Karakter: Marquis de SadeÖdül: Oscar (adaylık), BAFTA (adaylık), Altın Küre (adaylık)Sade gibi “aşırı” ve malzemesi bol bir karakteri canlandırmak her oyuncu için bir rüya olabilir. Açıkçası Geoffrey Rush “Düşlerin Efendisi”nde kendisine sunulan bu imkânı müthiş şekilde değerlendrimişti. Kararında bir abartıya sahip olan performansıyla, sadece akıl hastanesindeki kişileri değil, filmi izleyenleri de kendi gerçekliğinin içine çekmeyi başarıyordu.