İstanbul'da var olan tiyatro zenginliğine yeni bir tiyatro daha katılıyor. TİYATRO NEFES, tiyatro hevesiyle bir araya gelen, yeni bir içerik ve yeni bir formun peşinde tiyatro sevdasına düşenlerin oluşturduğu bir topluluk…
TİYATRO NEFES'in sanat yönetmenliğini, yazar ve eleştirmen Hüseyin SORGUN yürütüyor.
TİYATRO NEFES, yeni bir repertuar ile tiyatro severlerin huzuruna çıkıyor…
Edebiyatımızın kült ve klasik eserlerinden bir tanesi olan AMAK-I HAYAL, TİYATRO NEFES'in ilk projesi olarak seyirci ile buluşuyor.
Süpervizörlüğünü Mevlana İdris'in yaptığı Amak-ı Hayal'in yönetmenliğini Öncü ALPER yapıyor. Oyunda dekor ve kostüm tasarımını Gökhan ÖZDOĞAN, efekt tasarımını Kerem MERİÇ, ışık tasarımını Melih Akif HAROĞLU üstleniyor.
Amak-ı Hayal'de Aynalı Baba rolünü deneyimli ve usta oyuncu Mürşit Ağa BAĞ sahneye taşırken, Raci rolünü genç ve yetenekli oyuncu Ahmed SAKA canlandırıyor. Oyundaki diğer rolleri, Cihat SÜVARİOĞLU, Ürüncan KESKİN, Ceyhun SEVİLMİŞ, Candaş ÇETİNKAYA, İsmail Emre BİLİCİLER, Ezgi ÖZYÜREKOĞLU, Müge KÜÇÜKYILMAZLAR, Murat COŞGUN, Özlem AKARSU ve Birce YÖRÜKGİL üstleniyor.
Küçükçekmece Belediyesi'nin ana sponsorluğunda Âmak-ı Hayal isimli oyun Küçükçekmece Belediyesi Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi'nde 6 Aralık Cuma akşamı saat 20.00'de seyirciyle ilk kez buluşacak. Oyunun GALA GÖSTERİMİ 7 Aralık Cumartesi günü Cennet Kültür ve Sanat Merkezi'nde saat 20.00'de gerçekleştirecek.
Âmak-ı Hayal, dönemin hercai genci Raci'nin, bir mezarlıkta karşısına çıkan Aynalı Baba lakaplı kişinin rehberliğinde çıktığı hayalî yolculuğunu anlatıyor. Raci bu yolculukta, Cennet'in uzağına düşen bir âdem olarak çıkıyor karşımıza… Ve Hindistan'da Buda'dan, Zerdüşt ile yüzleşmesine, Ejderha ile savaşından, Çin'e uğrayıp Zümrüd-ü Anka'nın üzerinde uzayın derinliklerine yol alışına uzun bir yolculuğa çıkıyor. Son olarak Hürmüz ile Ehrimen'in, iyi ile kötünün ezeli kavgasına tanık olan, Hikmet olarak savaşa katılan Raci, bu savaşın ardından, aradığını babasının dizinin dibinde, evinde buluyor.
TİYATRO NEFES!..
Güzel sanatların bir kolu olan tiyatro, son yıllarda "estetik" çıtası ya da "içerik" doygunluğu bakımından tartışılmaktan uzaktır… Tiyatronun kurumsal varlığı üzerinden cereyan eden bu tartışmalar, asıl konuyu ıskalamamıza neden olmaktadır…
Tiyatro Nefes, bir yandan "içerik" yoksunluğunun, aynı oyunların temcit pilavı gibi seyircinin karşısına çıkarılmasının ve tiyatro yapma heyecanının eprimesinin, yıpranmasının gözlemlendiği bir zaman aralığında "nefes" olmak düşüncesindedir…
Tiyatro Nefes, öte yandan "biçem" ya da form düşüncesinin ıskalandığı, bilindik "kalıp"ların ezber haline getirildiği bir zamanda, yeni bir sunumun, yeni bir heyecanın ve paylaşımın "nefes"i olmak duygusundadır…
Dilimize pelesenk olan "doğu" ve "batı" arasındaki "köprü" olma halimizin "hakikat"ini aramak, "ya… ya da…" değil "hem… hem de…"nin alfabesini sökmek azmindedir…
Doğu ile Batının varidatını, kültürel mirasını elinde bulunduran bir ülkenin, ülkemizin, hem Doğu hem de Batı ile barışık olarak bir "sanat" ve "estetik" üretmesinin mümkün olacağını ifade etmek ve aramak amacındadır…
Aynı zamanda seyircinin "fast food" kültür sosundan bayıldığı bir demde, özel bir mönü sunmanın heyecanında, neşesinde, kıvamındadır…
Nefes almak için çıktığımız bu yolculukta, tiyatroya, tiyatro seyircisine "nefes" olabilmek ve birlikte "teneffüs" edebilmek en büyük hayalimizdir…
Birlikte hayal kurmak için bekleriz...
Neden Âmak-ı Hayal?..
Kimi eserler vardır, okuruyla özel bir bağ kurar… Suya atılan taş misali, ilk "ân"dan itibaren, genişleyen halkalar misali, çoğalır, kalabalıklaşır, kuşaktan kuşağa, nesilden nesle devir eden bir etkiyle zamana meydan okur…
Âmak-ı Hayal, böyle bir kitap…
Tasavvufun hakikat ve dünya algısında "okur"una özel bir ziyafet sunan kitap, "arayış" gibi "merkez"den kopuk bir yol alışı, "odak"lı bir seyrüsefere bağlıyor…
Eski bir mezarlıktan, Raci'nin yolları karıştırdığı bir esnada yüzünü gösteren Aynalı Baba, genç öğrencisini hayalen bir yolculuğa çıkarır… Raci, dönemin hercai gençliğinin içerisinde, bulamadıklarından esrik, kendisini mey âlemine atmıştır…
Ta ki Aynalı Baba'nın ikram ettiği kahveden içtiği ana kadar…
Aynalı Baba, Raci'ye "İnsan"ın hikâyesinin satır başlarını gösterir… Hayal âleminde "uyanan" Raci, Aynalı Baba'nın mihmandarlığında uzun bir yolculuğa çıkar…
Bu bizim yolculuğumuzdur da…
Âmak-ı Hayal, "hayal"in derinliklerinde bulunan "hakikat"in izlerini taşıyor…
Dün olduğu gibi bugün de bu "hakikat"in inci gibi kıymetli olduğunu bilenler için Âmak-ı Hayal, hala taze bir hikâye olarak varlığını sürdürüyor…
"İnsan"lığın "arayış"ına denk düştüğü için, Raci'lerin sayısı artarken Aynalı Baba'ların sayısı azaldığı için de ilk günden daha büyük bir teveccühle insanların ilgisini çekiyor…
Âmak-ı Hayal ve Filibeli Şehbenderzade Ahmet Hilmi
Âmak-ı Hayal (Hayalin Derinlikleri), Filibeli Şehbenderzâde Ahmet Hilmi'nin 1908 yılında kaleme aldığı bir eserdir.
Kitabın girişinde Ahmet Hilmi, "Bu kitabı hakikat aşkıyla yanan, akılla kavranamayacak konuları merak eden insanların zevkle okuyacağı kanaatindeyim. Bu millet geçmişte bir sürü Raci yetiştirmiştir gelecekte de yetiştirmeye devam edecektir..." diye başlar cümlesine…
Raci, gençliğin verdiği hercai bir hayat tarzının içerisinde, temel (ontolojik) sorular sormaya başlar… Bu sorulara cevap bulamadığı için de kendisini daha çok kaybeder…
Günün birinde mezarlıkta karşısına çıkan Aynalı Baba, Raci'yi bütün merak ettiği soruların cevabını bulmak için uzun bir yolculuğa çıkarır… Raci bu yolculukta Yokluk Tepesi'ne varacak, Temaşa Bayramı'na katılacak, Arifler Meclisi'ne dahil olacak, Anka Kuşu'na arkadaş olacak ve alemleri gezecektir… Bu yolculukta Raci, hakikate yaklaştıkça yaşadığı topluma yabancılaşacaktır…
İnsanoğlunun içinden geçtiği mistik arayışların peşi sıra hakikate doğru uzayan bu yolculuk, Raci'nin Aynalı Baba'ya yakınlaştığı, ona dönüştüğü ve babasına kavuştuğu bir ânda noktalanır…
Âmak-ı Hayal, bu yolculuğun anlatısıdır...
Filibeli Şehbenderzade Ahmet Hilmi kimdir?
Ahmed Hilmi veya daha çok bilinen ismiyle Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi (1865-1914) tanınmış Türk mutasavvıf ve düşünürü. Vahdet-i Vücud inancının sadık takipçilerinden olan Ahmed Hilmi, çağdaşı maddeci düşünürleri yoğun biçimde tenkit etmiş, anti-maddeci eserler kaleme almıştır.
Babasından dolayı Şehbenderzade olarak anılan yazar, Filibe doğumludur… İlk Eğitimini Filibe'nin tanınmış müftüsünden almış, sonrasında ailesi ile birlikte İzmir'e taşınmıştır.
Eğitimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladıktan sonra Düyun-u Umumi'de çalışmaya başlamış, Beyrut'a atanmıştır. Siyasi bir mesele nedeniyle Beyrut'tan Mısır'a kaçmış, 1901'de Fizan'a sürülmüştür. Tasavvufa yoğun ilgi duymuş, Vahdet-i Vücut düşüncesine inanmaya başlamıştır.
Meşrutiyetin ilanı ile birlikte İstanbul'a dönmüştür. İttihat-ı İslam adıyla çıkardığı gazete uzun soluklu olmamış, 1910 yılında Hikmet isimli gazetede yazı yazmaya başlamıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni eleştirmiştir. Bu nedenle yazdığı gazete matbaası ile birlikte yasaklanıp kapatılmış, Bursa'ya sürülmüştür.
1914 yılında bakır zehirlenmesinden ölmüştür...