Başkanlık sistemi tartışmasının birbirinin peşi sıra gerçekleşen dört seçim döneminde yapılmasının istenilen sonucu vermediği ortada. Temel sorun, başkanlık önerisinin şahsileştirilmesi ve seçim döneminde gelmesiydi. Tartışmanın bir türlü siyasi-ideolojik düzeyden siyasi-teknik düzeye geçirilememesiydi. Yine içeriğin netleşmemesi de zihinlerde karmaşa getirmişti.
Bugün için ise 2019 yerel seçimlerine kadar önümüzde yaklaşık üç yıl var. Ve siyasal sistem tartışmasının seçim baskısı ve kutuplaşması olmadan yapılması gerekiyor.
Bu tartışmayı Yeni Anayasa'dan sonraya bırakmak yine seçim dönemine ertelemek anlamına gelebilir. Muhalefetin başkanlık tartışmasını propaganda malzemesi olarak kullanması da engellenemez. Zira muhalefetin Erdoğan'ın cumhurbaşkanlık etme tarzının "anayasal yetkilerini aştığı" yönündeki eleştirileri ister istemez bu tartışmayı gündemde tutacaktır.
Burhanettin Duran/Sabah
AK PARTİ 330'U YAKALARSA BAŞKANLIK SİSTEMİ GELİR
Meclis'teki dört siyasi partinin eşit ağırlıkta temsil edildiği bir komisyon tarafından anayasa yapılması yöntemi de işlemediğine göre, tek yol olarak iktidar partisinin bir anayasa taslağı hazırlayıp bunu kamuoyunun tartışmasına sunması kalmıştır. Tartışmadan sonra tasarı, Ak Parti'nin teklifi olarak Meclis'e gelir ve Ak Parti Meclis'te 330 oy desteği sağlayarak bunu halk oylamasına götürmek için çalışır. Sorun Meclis'te 330 oya ulaşılmasıdır, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylediği gibi halk oyuna sunulacak anayasanın, başkanlık sistemini içermesi halinde de halktan destek bulması muhtemeldir. Ak Parti, anayasa hamlelerini doğru yapar, başkanlık sistemi için de bir siyasi partinin desteğini sağlarsa gerisi gelecektir.
Okay Gönensin / Akşam
REZİL BİR DÜNYAYA REZİL OLUNUR MU?
Kaç kuşak böyle yetişti...
Gazetelerini açıp şöyle bir göz gezdirince yüzleri buruşur, "cıh cıh"lamaya başlarlar ve "yine dünyaya rezil olduk" diye söylenirler.
Tabii "dünya" dedikleri, "Batı dünyası"nın kısaltılmış halidir.
Yoksa Filistinlilere, Şilililere, Meksikalılara rezil olduk diye hayıflanacak halleri yok!
Mesela düşünüyorum da...
Cezayir'in bağımsızlığını tanımak üzere 1958'deki BM oylamasında Türkiye'nin "çekimser" kalmasından utanan kaç beyaz Türk çıkmıştır?
Zaten olayları Fransız gazetelerinden tercümeyle takip ediyorlardı ve "Fransız kalmak"tan çok memnundular.
Asıl korktukları Cezayirliler değil, Fransızlar karşısında utanmaktı. Peki neden? Böyle eğitildiler de ondan.
Haşmet Babaoğlu
17/25 Aralık'ta Başbakanın oğlunu, başbakanın evinde tutuklamaya kalkan bir siyasi darbeye teşebbüs ettiler. O gün bu tutuklama gerçekleşseydi, bizzat bana söylendiği gibi (isim de verdiler) bir ismin başkanlığında yeni kabine kurulacaktı. Kendilerine göre Bakanlar kurulu listesi bile hazırdı...
Darbeleri başarısız olunca paniklediler, savrulmaya başladılar. Üç ay sonra 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde, kendilerine en büyük desteği vermiş olan Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlarını değiştirmeyi gözlerine kestirdiler. Onlar giderse AK Parti tökezler, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığının önü kesilir hesabını yaptılar. Var güçleriyle CHP'li adayları desteklediler. Yine başaramadılar. Sonra cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin ortak adayına destek verdiler. Bir daha başarısız oldular. En sonunda 7 Haziran ve 1 Kasım'da HDP'yi desteklediler. 7 Haziran'dan sonra CHP-MHP-HDP hükümeti isteyecek kadar, yani PKK'nın siyasi temsilcisinin hükümet ortağı olması için çabalamaya kadar, kendilerini kaybettiler.
Hüseyin Gülerce/Star
Paris saldırganlarının tamamı AB vatandaşı çıkmasına rağmen, ikisinin üzerinden çıktığı iddia edilen sahte Türk pasaportundan "katliamda Türk izi" manşeti çıkaran Kemalist gazete, AB vatandaşlarının nasıl olup da rahatça Suriye'ye gidip ülkelerine geri döndükleri kısmını atlayıp transit olarak -siyasi değil coğrafi zorunluluklarla- Türkiye'den geçmelerinden bile Paris barbarlığından "Türkiye-Suriye bağlantısı büyüyor" başlığı çıkaran Kemalist sol gazetenin çaresizliğine mantıksız gelmeyecektir bunlar.
Akademik kariyerini "Davutoğlu'nun eski öğrencisi" olarak eski hocasına çakarak yapan solcu bir akademisyenin "Rakka tamam da Başakşehir'i ne yapacağız" yazma konforu, bir başkasının neo-con Rupert Murdoch'ın bile daha kibarını söyleyebildiği bir tonda IŞİD'e karşı yürüyüş yapmadıkları için Müslümanların IŞİD'e destek verdiklerini iddia edebilme rahatlığı bu nefret dilinin o çevrelerde epey itibar sebebi olduğunu da gösteriyor.
Paris saldırısından sonra sadece Cumhuriyet gazetesinde çıkan bazı cümleleri mesela sahiden Le Pen bile söylemeye utanabilir, Pegidalılar bile "bu kadarı da ırkçılığa girer" diye benzer şeyleri söyleyenleri uyarabilirdi.
Yani Avrupa'da yükselen İslamofobi analizleri için uzaklara gitmeye gerek yok, Fransa'daki aşırı sağcılar bile soğukkanlılıklarını korumaya çalışırken esas İslamofobi Türkiye'de yükseliyor.
Yıldıray Oğur/Türkiye