Usta kalem Hıncal Uluç, hafta sonu oynanan ve 0-0 beraberlike sonuçlanan Fenerbahçe - Galatasaray derbisini Sabahspor.com'a değerlendirdi. İşte Uluç'un çarpıcı açıklamaları... Özge AYDIN/SABAH İNTERNET Rijkaard’ın tercümanlığını yapan Mustafa Yücedağ'ın açıklaması ve ardından Fenerbahçe karşısında ortaya konan etkili futbol 'Futbolcular, Rijkaard’ı sabote ettiler' tartışmasını biraz daha alevlendi. Galatasaray’ın Ankaragücü ve Fenerbahçe maçları arasındaki büyük değişimini siz neye bağlıyorsunuz? Tercüman denen kişi, Galatasaray’ın eski milli futbolcusu Mustafa Yücedağ... Florya’daki havayı teneffüs etmiş, bilen bir kişi. Benim için tercüman değil. Galatasaray’da antrenörlük yapabilecek çapta bir adam. Rijkaard’ın biraz kafası olsaydı ve Mustafa Yücedağ’ı tercüman değil antrenör diye yanında oturtsaydı, bu hallere düşmezdi. Ama Yücedağ, belki de biraz vefa duygularıyla Rijkaard’ı koruma düşüncesi içinde hareket ediyor. Rijkaard kimsede onun için oynayacak arzu bırakmadı. Geçen sene Galatasaray’ın her puan kaybettiği maçtan sonra bir ya da birkaç futbolcuyu astı. 'Bülent’in yüzünden yenildik, Hıncal’ın yüzünden yenildik' diye... Daha çocuklar soyunma odasında duşlarını alırken o basın toplantısında bir ya da birkaç futbolcuyu astı. Çocukların arasında dostluk da arkadaşlık da kalmadı. Kampları da kaldırdı. Onların bir arada yaşamalarına da mani oldu. Bitirdi. Rijkaard için işte o kadar oynadılar. Ama Rijkaard gönderildiği zaman 'Bu mesele artık sadece Rijkaard’ın meselesi değil. Bizim futbolcu olarak da marka değerimiz gidiyor. Hadi Rijkaard beni oynatmadı. Ben de burada oturuyorum. Ama Hagi’nin döneminde de oynayamazsam marka değerim kalır mı?' demiş olabilirler. Kim yarın bu futbolcuları alır, para verir? Bu bir değişimin getirdiği ruhtur. Yoksa Ankaragücü maçında bir sabotaj söz konusu değil. Rijkaard için kılıç çekmediler ama Rijkaard’ı arkadan da vurmadılar. Oynamadılar yakıştırması Ankaragücü maçı düşünülmeden yapılıyor gibi. O maçta çıkan 3 sarı, 1 kırmızı kart vardı ve futbolcular fark yemenin getirdiği büyük bir moral bozukluğu yaşadı. Ama üç ve dördüncü golden sonra filmin koptuğu da bir gerçek. Ama o kadar... Geçen hafta anlattım. Beşiktaş da son üç dakikaya 3-2 mağlup girdi, Galatasaray da... Beşiktaş o 3-2’yi 5-3 yapabilirdi üç dakikada, öyle bastırdı... Ama Galatasaray dördü yedi. 'Sen beni sevmiyorsan, ben de senin için uğraşmam! Takım için uğraşırım ama o da bu kadar olur, inceldiği yerden kopsun' der gibi... Rijkaard’ın gönderilmesinin ardından baş döndürücü bir hoca trafiği yaşandı. Önce Hikmet Karaman’la görüşüldüğü basına yansıdı. Ardından Hakan Şükür ve son olarak da Terim ile masaya oturulduğu ortaya çıktı. Hagi’ye giden süreçle ilgili neler söyleyeceksiniz? Futbolcular 'Sabote ettiler' diye itham edildiği zaman Galatasaray yönetimi futbolcularına sahip çıkmadı. Arda’nın özel yaşamına saldırı Erman Toroğlu falan değil, Galatasaray tribünlerinden geldi. İlk saldıranlar UltrAslanlar... “Arda bizi sinemaya götür” diye Sinem Kobal’a laf attıkları zaman Galatasaray’ın başkanı ne dedi: “Tribün bizi uyardı.” Artık Arda’dan hayır gelir mi? Mustafa Yücedağ, “Servet, Sabri ve diğerleri maçı sattılar” dedi. Buna karşılık ikinci başkan Mehmet Helvacı ne dedi? “Bunları soruşturacağız. Hele şu Fenerbahçe maçı geçsin.” Ne başkanı, ne ikinci başkanı, 'Benim futbolcuma laf söyleyenin ağzını yırtarım' diyemedi. Adnan Polat diyor ki “Ben günü kurtaracak kararlar almıyorum.” Tabii ki sen günü kurtaracak kararlar almıyorsun, Adnan Sezgin’i kurtaracak kararlar alıyorsun! Bugüne kadar Adnan Sezgin’e itiraz eden tek bir yönetici oldu: Haldun Üstünel. Nerede şimdi o? Yönetimin dışında. Niye yönetimin dışında? Çünkü Adnan Polat onun istifasını istedi. Niye istedi? Çünkü Haldun Üstünel 'Ya Adnan Sezgin ya ben' dedi ve Adnan Polat da 'Sen git o zaman” dedi. Bunun üzerine 15 yönetici sus pus oldu oturuyorlar! Cemal Özgörkey dahil olmak üzere... Haldun’un en iyi arkadaşı Murat Yalçındağ dahil olmak üzere... İsim veriyorum. 25 senedir her şeye muhalif Taner Aşkın başta olmak üzere... 'Aman biz yönetimde kalalım' diye susup oturuyorlar... Soruyorum: Adnan Sezgin için karar alınmadı mı? Beş kere istifa etmiş de kabul edilmemiş!.. İstifa tek taraflı bir hukuk müessesesidir. 'Karşı tarafın kabul etmesini gerektirmez” diye yazar borçlar hukukunda... İstifa edecek adam istifa eder ve gider. Adnan Polat ile Adnan Sezgin arasındaki ilişki vefa-sevgi ilişkisi değil. Öyle olsa Adnan Sezgin giderdi. Adnan Polat’ın da onu durdurmaya gücü yetmezdi. Ama sevdiği arkadaşına bir başka imkan bulur, Galatasaray’ın kesesinden 54 bin lira yerine, Polat Holding’de 3-5 bin lira verir, orada çalıştırırdı. Hayır. Bütün bu olup bitenlere rağmen, Galatasaray’da bir haftada her şey değişmesine rağmen değişmeyen bir tek şey var: Adnan Sezgin. Yerinde duruyor. Alınan kararlara rağmen... Bugün herkes biliyor ki Hakan Şükür ya da Fatih Terim’in olmamasının bir tek sebebi var. Çünkü Adnan Sezgin ile beraber çalışmayı kabullenen tek adam Hagi. Çünkü Hagi teknik direktör olarak bitik durumda. İflas etmiş. Yeni bir fırsata ihtiyacı var. Avrupa’da oynayan bir takımda bir fırsata ihtiyacı var ki dünyaya yeniden 'Ben varım' diyebilsin. Onun yüzden de Galatasaray’ın başına gelebilmek için her şartı kabul etmeye hazır. Sormadı bile 'Kim var, kim yok' diye... 'Gel' der demez atladı geldi. Çünkü kaybedeceği bir şey yok Hagi’nin. Bitmiş durumda. Galatasaray vizyonu ve geçmişi ile büyük bir nimet... Terim ve Hakan’ın görevi kabul etmek istememesini bu çerçevede kabul edebiliriz. Rijkaard’ın hiç olmazsa başarı diyebileceğim bir iki olay var antrenörlük kariyerinde... Hagi’nin bütün antrenörlük kariyeri fiyaskolarla dolu. Buna rağmen Adnan Polat bu kumarı oynuyor. Neden? Çünkü Hagi, Adnan Sezgin ile çalışabilir. Bugünkü manzaraya bakıyorsun. 'Adnan Sezgin niye hâlâ orada' diyen bir tane Galatasaray yöneticisi yok. Bir tane gazete de yok. Adnan Sezgin’i Adnan Polat’ın danışmanı yapan, Türk Telekom Arena Müdürü yapan bunca Galatasaray muhabirinin bir tanesi de sormuyor. 'Başkan ne oldu siz böyle bir karar almıştınız' diye. Ya Türkiye’de Galatasaray muhabirleri palavracı, yalancı, sallıyorlar. Ya da Adnan Polat’tan ödleri patlıyor, yazı yazamıyorlar. Başka açıklaması yok. Derbinin hakemini nasıl buldunuz bu arada? Beğenen de oldu beğenemeyen de... Şimdi hakemin iki tane kritik kararı var, ikisi de Galatasaray lehine. İkisi de neticeyi etkileyecek yorumlar. Bir tanesi 'Penaltı değil' yorumu. Penaltı verse Galatasaray 1-0 mağlup olacak büyük olasılıkla. İkincisi de 'Sarı kart değil' yorumu... 'Sarı kart' dese Galatasaray 10 kişi kalacak ve büyük olasılıkla maçı kaybedecek. Stoperi gidiyor zaten. Kenarda da onun yerini dolduracak kimse yok. Maçın sonucunu etkileyecek iki yorumun ikisi de Galatasaray lehine. Benim kişisel görüşüm, birinci yorum doğru. Sabri’nin yaptığı hareket faul değil. Katiyen değil. Yani o harekete Fenerbahçeliler faul diyorsa her Fenerbahçe maçında Volkan’ın sebep olduğu en az bir penaltıyı gösterebilirim. Ama Lucas Neill’in arkadan aşiltendonuna yaptığı darbe kesin sarı kart ve mutalaka ikinci sarıdan kırmızı gelir. Tartışmam bile o pozisyonu. Bazı hakemlerde maçı 11’e 11 bitirmeyi marifet zannetme gibi bir huy var. Bülent Yıldırım da bu nedenle kartını kullanmadı. Lige parlak transferlerle, iyi bir giriş yapan, futbolu keyif veren Beşiktaş kötü bir döneme girdi. Kayseri karşısında üst üste dördüncü mağlubiyetini aldı. Beşiktaş’ta şemsiye niye tersine döndü? Schuster’in tercihleri mi, yoksa eksikler mi etkili oldu? Bu hafta bana keyif vermedi. Ama bu hafta gördüğüm bir ayrıntı beni biraz derin düşünmeye sevk etti. Hani “Şeytan ayrıntıda gizlidir” derler ya... Maçın başlamasına birkaç dakika var. Takımlar milli marş için dizilmişler. Schuster kulübede oturuyor. Stattaki görevlilerden biri Schuster’e geldi, yanındaki koltukta duran akreditasyon kartını gösterdi ve “Boynuna as” dedi. Schuster kartı eline aldı. Adam geri döndü. Schuster kartı yerine koydu ve maçın sonuna kadar o akreditasyon kartını boynuna asmadı. Saha içinde futbolcular, yani formalılar dışında kalanlar akreditasyon kartı takmak zorunda. Türkiye'de kural bu. Doğrudur, yanlıştır, başka ülkede vardır, yoktur... Beni ilgilendirmez. Türkiye’de kural bu. Ağır konuşuyorum. Ama sen Türkiye’ye böyle bakıyorsan Beşiktaş’a da öyle bakıyorsun o zaman. Geleyim burada bir sene oyalanayım... 90 dakika boyunca Beşiktaş kötü oynarken ve Schuster kenarda aldırmaz görünürken benim gözümün önünde o sahne vardı. Akreditasyon kartını yandaki o boş koltuğa attı ve bütün maç boyunca takmadı. O adam da bir daha gelip uyarmadı. Ya da dördüncü hakem veya saha müdürü... Bundan sonraki bütün maçlarda göğsünde akreditasyon kartı var mı, yok mu diye gözüm Schuster’de olacak. O maçın federasyon temsilcisini, gözlemcisini, dördüncü hakemini, stad amirini görev yapmamakla itham edeceğim. Çünkü onların görevi... Akreditasyon kartını takmadığı zaman Schuster ile benim farkım yok. Benim o kulübede oturma hakkım yoksa Schuster’in de yok. Kural konmuş, uyacaksın arkadaş! Burası Türkiye Cumhuriyeti ve sen de Türkiye Cumhuriyeti kurallarına uymak zorundasın. Burada eşek yüküyle para kazanıyorsun. Şota’nın boynunda var, Schuster’de yok. Niye? Schuster birinci sınıf teknik direktör, Şota ikinci sınıf bir teknik direktör, öyle mi? Takmayabilirsin, unutabilirsin. Buna itirazım yok. Ama gelip sana hatırlatılmışsa 'Bunu tak' denmişse ve takmıyorsan o zaman inat ediyorsun demektir. O zaman da bunun altında bir kasıt var demektir. Anlatmak istediğin bir şey var demektir. Onun için ben Schuster’e soruyorum: O akreditasyon kartını uyarıya rağmen takmayarak neyi kanıtlamak istiyorsun Bay Schuster? Ben neyi kanıtlamak istediğini söyledim. Sana ağır gelebilir, haksız gelebilir, o zaman lütfen sen söyle, 'Hayır, Hıncal yanılıyor, benim böyle bir kastım yok' de... Ne olacaktı onu boynuna taksaydın? Küçük bir adam mı olacaktın? Üçüncü sınıf bir adam mı olacaktın? Ne olacaktın taksaydın da takmaya utandın, kenara attın? Benim federasyonumun kural koyduğu bir akreditasyon kartını takmak seni neden alçaltıyor bana bir söyle bakalım Schuster kardeşim? Bu soruyu Beşiktaş’ın başkanına da soruyorum. Çarşı’ya da soruyorum tabii ki... Her şeye karşı olan Çarşı’ya bu soruyu soruyorum. Schuster’in beni bu kadar aşağılamasına ne diyor acaba Çarşı? Şimdi tabii Schuster, maça da fazla müdahale etmedi. Sık sık gösteriyordu kameralar, fazla da umursamıyordu. Fenerbahçe derbi öncesi büyük oranda favori gösteriliyordu ancak Galatasaray maçın hakimi olan taraftı. Karabük ve Ankaragücü maçında dökülen futbolcular müthiş oynadı. Derbiyi ve Galatasaray’daki değişimi nasıl değerlendireceksiniz? Bu maçın Hagi ile ilgisinin pek fazla olmadığını, olamayacağını geçen hafta söylemiştim. Ben, mesela geçen cumartesi günü Hagi’nin yerinde olmayı çok isterdim. Herkes isterdi. Dünyada çok az teknik direktörün başına gelebilecek bir talih bu... En büyük rakibinle, en büyük yerel derbiyi oynuyorsun ama kaybedersen, hatta hezimete uğrarsan seni hiç kimse suçlamayacak. Ama kazara iyi bir sonuç alırsan, 'Ben geldim, işte böyle oldu' diyebileceksin. Dünyanın en güzel kumarı bu... Kol çekme makinesine para atmadan büyük ikramiyeyi yakalayabilme şansın var. Hagi’nin durumu buydu. Şunu yapmış olabilir: O gün sahaya ilk 11’de üç adam çıkardı. Misimovic, Cana ve Elano. Rijkaard’ın yüz vermediği adamlar... Bunları 'Eski hoca sizi harcıyordu. İşte size fırsat göreyim bakayım' diye motive etmiş olabilir. Öteki taraftan onun böyle bir hırs aşılamasına da gerek yok. Bu üç adam sokaktan toplanmış değil. Futbol kariyerleri olan, büyük futbolcular. Rijkaard tarafından aylarca harcandıktan sonra yeni bir hoca ile hem de Fenerbahçe karşısında kendilerini gösterme fırsatının doğduğunu biliyorlar. Hagi olmasaydı da canlarını dişlerine takıp oynayacaklardı zaten. Onun için bu maçta Hagi’nin fazla bir pozitif katkısı yok. Bu bir. İkincisine gelince... Hep söylüyorum. Fenerbahçe ahım şahım bir futbol oynamıyor. Kimse şişirmesin, kimse büyütmesin. Bugün lider olan takım kim: Bursaspor. İkinci Trabzonspor. Fenerbahçe dört, Galatasaray dokuzuncu... Fenerbahçe liderin altı, Galatasaray 10 puan gerisinde. Fenerbahçe’yi yenmeye niyetli sahaya çıkmış herhangi bir takım yenebilir. Galatasaray’ın sahaya çıkardığı takım da boş değil. Tamam Baros yok, Kewell yok, Arda yok ama sahaya çıkan takım da mahalle takımı değil. Aslında sizin geçen hafta söylediğiniz mucizevi sonuç da gerçekleşebilirdi. Galatasaray özellikle ilk yarı, ilk dakikalardan itibaren büyük bir baskı kurdu. O mucizevi sonucun gerçekleşmesini Hagi önledi bana sorarsan. Birinci devredeki maç Galatasaray’ındı. Devreyi çok rahatlıkla 2-0 önde bitirebilirdi. Çok pozisyona girdi, neredeyse tek kale oynadı. Ama Fenerbahçe’yi dağıtamadı. Neden dağıtamadı? Buradaki baş sorumlu Hagi. Türkiye’de futbol yorumculuğu, maç eleştirmenliği nasıl yapılıyor, maçları nasıl seyrediyorlar anlamıyorum. Ayhan için 'Maçın en iyi adamı' diyorlar. Ama maçın birinci devresinde Fenerbahçe’nin direncinin kırılmamasının üç tane sebebi var: Sabri, Servet ve Ayhan. Maçtan iki enstantane söyleyeceğim: Fenerbahçe’nin ilk yarıda yarattığı ender gol hücumlarından ikisi, Galatasaray’ın attığı kornerlerle başladı. Neden? Çünkü Galatasaray’da kahrolası, yok olası, silinesi, bitirilesi bir geriye, yana oynama hastalığı var. Bunun baş aktörleri de Sabri, Servet ve Ayhan! Galatasaray, Fener sahasına Neill’ine varıncaya kadar yüklenmiş, tam böyle eziyorsun, onu hissettireceksin, topu Aykut’a kadar geriye oynuyorlar. Fenerbahçe’nin açılmasına, nefes almasına, 'Bak biz ezilmiyoruz, oynuyoruz' demesine sebep oluyorlar. Böyle bir yanlışı yapması için insanın futbol psikolojisinden sıfır derecede haberdar olması lazım. Galatasaray yıllardır bunu yapıyor. Tam rakibi çökertecek diye bekliyorsun, yana, rakibe oynayıp adamları alıyorlar kendi sahalarına, rahatlatıyorlar, nefes almalarını sağlıyorlar. Çok da kötü pas attıkları için orada muhakkak top kaptırıyorlar ve rakibe gol pozisyonu verip moralinin yükselmesini sağlıyorlar. O yok olası yan ve geri paslar olmasa Galatasaray birinci devre maçı çözerdi. Birinci devrenin Galatasaray lehine bitmemesinin tek sorumlusu bu üç adamın ısrarla ve inatla geri ve yan pas yapmasıdır. Hagi’nin en büyük sorunu bu olacak. Bunu önleyemezse Galatasaray hiçbir rakibini ezemez. Rakip ne kadar kötü olursa olsun... 'Ezmek' demek 'yüklenmek' demek. Sen sekiz kişi ile rakip yarı sahadayken kalecine oynarsan o rakip ezilmiş olmaz. Nasıl bunu anlamıyorlar, nasıl bunu göremiyorlar, çözemiyorum. İkinci yarıda tablo tamamen değişti. Maçı kazanacak takım Fenerbahçe’ydi. Maç öncesi tahminlerin görüldüğü tablo ikinci yarıda vardı. Bunun sebebi de Hagi’ydi. Akıl almaz derecede yanlış değişiklikler yaptı. 'O aptalca değişiklikleri niye yaptın' diye bir tane soran yok. Tugay niye oturuyor orada? Derwall’in yanındaki Denizli ya da Piontek’in yanındaki Fatih Terim olacaktı da Elano, Misimovic ve Cana oyundan çıkacaktı... Katiyen. Onlarla beraber Denizli de çıkar giderdi. 'Hocam kafan buysa ben seninle çalışmıyorum' derdi. Kenarda ikili olmanın anlamı bu. İki beyin lazım. 'Evet efendim, tamam efendim' diyerek iki beyin olmaz kenarda. 'Hoca ne yapıyorsun' diyebilecek biri lazım yanında. Sen ilk yarıdaki tabloyu devam ettirmek, o kanat oyunlarıyla Fenerbahçe’nin üzerine gitmek ve onu dağıtmayı sürdürmek istiyorsan ne yapacaktın? Sağ açığın Elano yoruldu ya da sol açığın Misimovic yoruldu. Bir tane açık oyuncusu var, santraforda oynattığın Pino. Kimi çıkarıyorsan sağda ya da solda onun yerine kanada Pino’yu çekersin. Geleceğin Hakan Şükür’ü Mehmet Batdal kenarda oturuyor, ortaya da onu alırsın. Bir pivot santraforun yapması gereken her şeyi yapıyor. Tek ihtiyacı kendine güvenilmesi ve maç tecrübesi... Arka arkaya 5 maç oynasın, milli takıma gider. Öyle bir adam kenarda otururken sen kazma Barış’ı sokarsan ben “Sen korkuyorsun arkadaş” derim. Hagi Galatasaray’a korkmak için mi geldi? Kocaman’ın maça etkisi nasıldı? Fenerbahçe’nin fark beklenen maçta kötü futbol oynaması büyük hayal kırıklığı yaşanmasına neden oldu... Aykut da maçı okuyamadı. Bu çok önemli. Birinci devre Galatasaray’ın kanatlardan yaptığı akına önlem alamadı, Fenerbahçe dağıldı. İkinci yarıda Galatasaray, Fener’i dağıtan adamları dışarı almaya başladı. Yani Galatasaray tanklarını çekti, piyadelere döndü. Fenerbahçe’nin kenardaki koçu, maçı okuyan bir adam olsaydı bu fırsatı çok iyi değerlendirir, Galatasaray’ı perişan ederdi. Ama Aykut, Fenerbahçe’nin oyununda bir değişiklik yapamadı. Neden? Çünkü o da biliyor ki 0-0 başına dert olmaz. Ama birinci devrede gözü korktu ya kazara kaybederse... Fenerbahçe’de sonu olabilir. 10 senedir beraberliği yok Fenerbahçe’nin. 'Vay Aykut hoca geldi, kaybetti' olursa biter. Yani bu maçta bitmese de izi kalır. Seyircinin güvenini kaybeder. Ama 0-0’ı her zaman idare edebilirsin. Şimdi ikinci yarıya bak. Sahada artık Galatasaray diye bir takım yok. Ama Fenerbahçe de oyun kuramıyor. Galatasaray’ın üstüne gidemiyor, pozisyon bulamıyor. Böyle bir Fenerbahçe var. Galatasaray tam rölantiye almış çünkü motorunda güç kalmamış, Fenerbahçe de rölanti oynuyor. Böyle bir ortamda skoru değiştirebilecek bir tek adam var o 22 kişinin içinde: Alex. Bir tek adam var. Çünkü tek başına Alex bir şey yapabilecek güçte. Koşmuyor doğru, eksik oynatıyor doğru. Ama beş senedir Alex böyle. Bu yeni bir Alex değil ki! Beş senedir Fenerbahçe’nin en çok gol atan ve de en çok asist yapan adamı. Alex’in en iyi oynadığı maçta Fenerbahçe 10 buçuk kişi oynamıştır. Alex’in oynadığı maçlarda Fenerbahçe hiç 11 kişi oynamadı. Bunların hepsi gerçek. Ama hazır oyun rölantiye girmişken, tam Alex’in istediği oyun haline gelmişken artık iki tarafın da tatsız tuzsuz top itelemeleri arasında, tek başına yaratıcı vasfı olan bir tek adam var: Alex. Onu oyundan alıyor. İnanılır gibi değil. Öndeki takımın oynamadığını, oyun kurmadığını görüyorsun, şut atabilecek, duran toptan pozisyon yaratabilecek, asist yapabilecek, kafa vurabilecek, gol atacak ya da attıracak bir tane adamın var. Onu kenara alıyorsun! Yani diyorsun ki 'Sevgili Hagi. Sen Elano’yu, Cana’yı ve Misimovic’i alarak bana büyük bir iyilik yaptın. Ben bunun altında kalmıyorum. Ben de Alex’i alıyorum”. Eski şövalye romanlarında vardır ya. İki şövalye karşı karşıya gelir. Birinin elinden kalkan düşerse öbürü de kalkanını atar 'Ben seni düşmüş kalkan ile yenmeye razı olamam' der gibi... Aynen onu yaptı Aykut. Hagi’nin yanlış hamlelerine karşı da Aykut Kocaman en can alıcı yanlış hamleyi yaptı. Dedi ki 'Rica ederim. Ben senin altında kalmam.' Böylece maçı 0-0’a bağladılar. Sabri maç sonunda üçlü çektirdi ve Kadıköy’de büyük tepki çekti. Futbolcuların maç sonrası veya öncesi bu tür hareketler yapması doğru mu? Maçın 90'ıncı dakikası da dahil en ilginç sahnesi Sabri’nin Galatasaray tribünlerine gidip üçlü çektirmesiydi. Yani Galatasaray için bundan daha utanç verici bir sahne olamaz. Ben işte o an Galatasaraylılığımdan utandım. Ve de Fenerbahçeliler buna neden kızdılar anlamadım. Bir Fenerli olarak, Fener tribününde otursam Sabri’nin üçlüsüne katılırdım. Kahkahalar atarak katılırdım. 'Hey, koca Galatasaray’a bak. Berabere kaldım diye bayram yapıyor. Ne hallere düşmüş.' Yani Fenerbahçe ile berabere kalmış olmak Galatasaray tribünlerinin coşması için yeterli! Önde kaptan, Sabri kaptanlardan biri... Bütün tribünler ayakta. Ne o? Fenerbahçe ile berabere kaldı. O maçta kaybettiğin iki puanla sen liderin 10 puan gerisine düşüyorsun. İkincinin 7 puan gerisine düşüyorsun. Bu ne demek? Birinci ve ikinci Şampiyonlar Ligi’ne gidecek. Şampiyonlar Ligi’nden asgari 7 puan uzaklaşıyorsun ve bunu kutluyorsun. Bunu kutluyorsun! Zavallı Galatasaray’a bak! Bundan daha kötüsü 'Küme düşmedik onu kutlayacağız' demek. Sabri sahanın ortasına koşacak. Üçlü çektirecek. Çünkü Galatasaray o beraberlikle kümede kalacak! Böyle bir rezalet olur mu? Galatasaray kutluyor ve bu kutlamaya Fenerbahçeliler kızıyor. Kafası çalışan bir tane adam yok mu ya tribünlerde! Fener’de de Galatasaray’da da... Sabri’yi dövmek için sahaya inmeye kalkıyorlar. İnanılır gibi değil ya! Sabri’yi ben Fener formamla omuzlarda taşırım. 'Galatasaray kaptanı olarak takımının ne hallere düştüğünü kanıtlıyorsun bize burada' diye. Fenerbahçe’nin büyüklüğünü kanıtlıyorsun. 'Ben öyle bir takımım ki benimle berabere kalman coşku sebebi!' Sabri ilan ediyor. Galatasaray’ın Fenerbahçe önündeki ezikliğini ilan ediyor. Galatasaray tribünleri coşuyor, Fenerbahçe tribünleri kızıyor. Vay anasını ya! Aslında Beşiktaş maçından sonra da böyle bir sahne yaşanmıştı... Şimdi beraberliğe sevinirsin. Hatta 4-0 yenilirsin sevinirsin. Bir ikili averaj maçıdır. Sen ilk maçı 5-0 kazanmışsındır. 4-0 kaybederek şampiyon olacak ya da tur atlayacaksındır, sevinirsin. Ama bu maçın beraberliği sonunda tekrar söylüyorum birinciden 10, ikinciden 7 puan geride kalıyor ve dokuzunculuğa düşüyorsun. Sen iki puan kaybediyorsun ya... Seni çok kötü duruma getiren iki puanı kaybediyorsun ve kutluyorsun. Niye? Fener’den bir puan aldım diye. Çatladıkapıspor İstanbul’a gelip Fener’den bir puan alınca bayram yapar. Galatasaray yapar mı? Fenerbahçe’yi 7 kişiyle Fenerbahçe Stadı’nda 7-0 yenen Galatasaray 0-0 beraberlik de bayram yapar mı? Galatasaray bakar mısın nereden nereye gelmiş! Bu konuya bir de tahrik açısından bakabilir miyiz? Tuncay Şanlı, Pascal Nouma bu hareketi yapan futbolculardan biriydi. Bu hareket ne kadar doğru? Efendim, seyirci alışacak. Futbolda coşku bu. Yani sen de yaparsın, o da yapar. Benim buna bir itirazım yok. Rakip takımın seyircisini tahrik etmedikten sonra kendi tribünün önüne gidip istediğin tezahüratı yaparsın. Fener tribününe gidersen, kitapta zaten yazıyor, cezası var. Souness’in bayrak dikmesi suç, ayıp. Ben o gün televizyonun başında küfür edenlerin başındaydım. Çünkü Allah göstermesin, insanlar ölebilirdi. Çünkü Fener Stadı’nın ortasına bayrağı diktiğin zaman Fener seyircisini tahrik ediyorsun. Elinde bayraklarla Galatasaray tribününe koşabilirsin. Ona kimse hiçbir şey demez. Ama bu iş çok farklı. Fener Stadı’nın ortasına bayrak diktiğin zaman başka bir şey oluyor. Rakip seyirciyi tahrik etmeyeceksin.