Amerika'da geçirdiği mutsuz çocukluk, 18'inde evden atıldığında yaşadığı sefil hayat bir yana bırakılırsa, bu ülkede öğrendikleri onun yolunu açtı. TRT'nin kravatlı yayıncılarının "sayın"sız, "siz"siz, "efendim' 'siz konuşmadığı günlerde bacak bacak üstüne atıp, evindeymiş gibi rahat sohbetler yaparak bütün tabuları alt üst etti. Bu tavrı "bazılarını" rahatsız edip TRT'den kovdursa da Türk televizyonlarına farklı bir renk getirdi. Neredeyse tüm televizyon kanallarında taklit bile edilemeyen programlar yaptı. Tüm Türkiye onu tanıdı. İstanbul ile televizyon ile bütünleşmesine rağmen, gönlünü kaptırdığı dünyalar güzeli bir kadının arkasına takılıp İzmirli oldu. Yalnız karısına değil, onun mesleğine de aşık oldu. Ünlü televizyoncu, gazeteci, yazar Aziz Üstel, gelecek yıl İzmir'de eğitime açılacak UKEB'de çocuklara "hayat dersi" vermeye hazırlanıyor. Eğitimciliği de televizyonculuğu gibi herkese örnek olarak şekilde yapmak için araştırıyor, yazıyor, çiziyor. Aziz Üstel çocukluğunu, televizyon günlerini, yeni heyecanını konuştuk.
Çocukluğunuz Amerika'da geçmiş... Evet, Amerika'da üvey anne elinde geçti. Canımıza okudu. 10 yaşında eline gittim. Külkedisi'nin anası gibi. Babana sürekli seni şikayet eden, seninle ilgili yalanlar söyleyen bir üvey anne. Bana göre kardeşimin ölümüne sebep oldu. Babam da her dediğine inanan dominant, sert bir baba...
Çocuğunuzun olmamasının nedeni kendi anne baba modeliniz olabilir mi? Olabilir. Ben hiç çocuğum olsun diye çabalamadım. İstemedim. Çocuk bana pek bir şey ifade etmedi.
Kardeşiniz ölümü seçecek kadar etkilenirken siz nasıl ayakta kaldınız? Kendini fazla ciddiye almayacaksın. Olaylar seni fazla sıkmaya başladığı zaman bir hayal dünyası oluşturup, oraya kaçacaksın. Ben onu yapardım çocukluğumda. Hayal dünyam vardı, oraya kaçar giderdim, kimse dokunamazdı. Ortalık durulunca tekrar realiteye dönerdim. Ben öyle ayakta kaldım. Beni 18 yaşında evden attılar, cebimde 5 kuruş param yoktu. Parklarda yatıyordum. Bir parkta gece uyku tulumumun içinde uyumuşum, nasıl yağmur yağıyor, gökyüzüne bir baktım, güneş pırıl pırıl. Meğer fıskiyenin altına yatmışım. "Bu sana bir şey gösteriyor, dip bu" dedim. "Bundan daha dibe düşemezsin, bundan sonra çıkış başlayacak kafana takma" dedim. Benzin istasyonlarında yıkanırdım. Tanırlardı beni, seslerini çıkarmazlardı. Hayatım böyle geçti. Bunun için çok param olduğu zaman da hiç önemsemedim parayı, hiç olmadığında da. Hiç para kazanmak için yola çıkmadım.
Televizyonculuktan önce ne yapıyordunuz? Amerika'da yayıncılık okudum ama kullanamadım. Burası ile dünya kadar fark vardı. Bilgi Yayınevi'nde editörlük yaptım, kitap çevirmeye başladım. TRT'de dizileri çektim. Metin Akpınar, Zeki Alasya'nın küçük skeçlerini yazdım. Tercüman, Güneş, Hürriyet, Günaydın gazetelerinde görev yaptım, sonra televizyon. İlk yılı TRT'de, sonra Star'da, sonra Show TV, ATV'de, ne kadar televizyon kanalı varsa hepsinde program yaptım. CNN'de 8 yıl spor programı yaptım. Çok tuttu o da. "Ne olacak bu memleketin hali" diye program yaptım, "Patron Katı"nı yaptım. Saymakla bitmez.
TRT sıkıcı mı gelmişti? TRT'den beni Kenan Evren kovdu. TRT Genel Müdürüne, "Çok saygısız herif karşıma geçip bacak bacak üstüne atıyor" diyor. Genel Müdür, "Yapmaz efendim ben yıllardır tanırım çok saygılı insandır" diyor. Televizyonda bacak bacak üstüne atmamı söylüyormuş. "Düşünecek benim o televizyonu seyrettiğimi" diyor. Böyle bir mantık kimsede olamaz. "Kusura bakma, güle güle" dediler. Oyuncu, aktör falan olmadığım için evde neysem oydum. İnsanlar işimin o tarafını çok tuttular. O güne kadar televizyona çıkmaları yasak olan insanları çıkardım. Ahu Tuba'sından, Serpil Çakmaklı'ya kadar seks filmlerinde oynadıkları için televizyonun kapısından bile geçmeleri yasak olan insanlar kendilerini anlatma imkanı buldular. Mecburiyetten seks filmlerinde oynadıklarını anlattılar. Bunu çok tuttu halk, açık, dürüst anlatmalarını sevdi. Herkesle her şeyi konuştuk. Mustafa Denizli, Sibel Can, Ferdi Tayfur'a birdirbir oynattım. Böyle bir şeyi kimse yaptıramazdı onlara. Seçimin Konukları yaptım, izlenme oranı yüzde 94'tü. Bu bir rekordur herhalde. Uğur Yücel'i aldım, çekim 16 saat sürdü. Erdal İnönü, Özal, Demirel oldu, karşılıklı sohbet ettiler, ortalık yıkıldı. Özal ile oturup sohbet ettik altında eşofman, üstünde atlet. Bugün bile mümkün mü? Sakıp Sabancı ile bisiklete binip sohbet ettik.
Kaç yıl televizyonculuk yaptınız? Aralıksız 35 sene. En son 2013'te yaptım son programımı. Geçenlerde Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan aradılar, tez yapacaklarmış hakkımda. Fırat diye bir çocuk, "Ben bütün arşivleri taradım, 3 bin program yapmışsınız" dedi. Dile kolay. Yöneticilik, çevirmenlik ayrı, bin tane de ayrı iş yaptım. Türkiye'de karşılığı olmayan bir meslek bu.
Türkiye'de şöhret olmanın yolu biraz farklı gibi mi? Türkan Şoray, Dolapdere'de 2. katta oturuyor. Türker İnanoğlu, "Film çekerken gözüm penceredeki kıza takıldı. Evine gittim, kız küçük olduğu için sözleşmeyi anneannesine imzalattık, aldım oynatmaya başladım. Çok tuttu" diyor. Hiçbirinin oyunculuk eğitimi yok yani. Hülya Koçyiğit de Ankara'da yaşıyor, sevgilisine kaçıyor İstanbul'a. Yolda otobüs kaza yapıyor, Hülya Samatya Devlet Hastanesi'ne kaldırılıyor. Senarist Sefa Ünal bir ahbabını ziyarete gidiyor, Hülya'yı görüyor. "Ne güzel yüzü var bu kızın" diyor, ahbaplık ediyor, 64'te Susuz Yaz'ı çeviriyor. Sanat para kazandırmıyor Türkiye'de. Bu işleri yapmak dün de zordu, bugün de.
Ve 40 yıllık televizyoncu Aziz Üstel eğitimci olarak ne yapacak? Tecrübemi anlatacağım. USLUB, akıl döngüsü dediğimiz bir program yazıldı. Mentörlüğünü ben yapacağım. Çocuklara duruş, yürüyüş, diksiyon, tanışma, selamlaşma, yemek yeme, insanın yaşamda duruşunu belirleyen değerleri öğreteceğiz. Erkeklere kız çocuklara nasıl davranması gerektiğini, büyüklere, küçüklerimize nasıl davranacağımızı öğreteceğiz. Çocukları hayata hazırlayacağız. Bu nedenle de çok heyecanlıyım.
UKEB FARK YARATACAK
Filiz Üstel, 14 yıl anaokullarında yöneticilik yaptıktan sonra hayalindeki çocukları yetiştirmek için Küçük Kulüp Anaokulu'nu kurdu. Ancak eğitim sistemi inci dizer gibi özenle hayata hazırladığı çocukları kısa sürede sıradanlaştırınca, onları yarı yolda bıraktığını düşünmeye başladı. Bunun üzerine İzmir'in köklü ailelerinden Sepiciler ile birlikte elini taşın altına koydu. Kendi kültüründen uzaklaşmadan tüm kültürleri harmanlayacak, hayata armağan edecekleri çocukları yetiştireceği UKEB'i kurmak için kolları sıvadı. Filiz Üstel ile kapılarını 2016-2017 eğitim yılında 470 öğrenci ile açacak bu uluslararası bilim okulunun çalışmalarından bulduğumuz ilk fırsatta, Sahil Evleri'ndeki, duvarları sevgi, saygı ile örülmüş yuvalarında konuştuk.
Aziz Üstel nasıl eş? Çok iyi dostuz. İlişkimizdeki temel özellik. Uykusunda severim. Bir şeye üzülecek diye, hasta olacak diye ödüm patlar. Birbirimizle gün içinde konuşmazsak boşluk hissederiz. İstanbul'da bir toplantıda tanıştık. Evlendikten sonra üç yıl kadar o İstanbul'da, ben İzmir'de yaşadım. İkimiz de birbirimizi çok özlediğimizi fark ettik. Apar topar o evi kapatıp, İzmir'de buluştuk. 6 yıl bitti, hala Aziz'i görenler, "Aziz Bey ne işiniz var burada" diyor.
Sepicilerle yolunuz nasıl kesişti? Perihan Sepici ile 2003 yılında, İrem Sepici, Doğa Sepici'yi Narlıdere'deki okula kayıt ettirmeye geldiğinde tanıştık. Şube açmamı önerdiler, binalarını teklif ettiler. Bina tadilatı sırasında dost olduk. Çok değer verdiğim, unutulan ailevi değerleri yaşatan bir aile. İrem Sepici, uluslararası ilişkiler okumuş, 3 çocuk sahibi anne. Benimle çalışmalısın dedim. İşin tüm inceliklerini öğrettim, Hatay Küçük Kulübü açtık. Köşkün bahçesinde, şehrin çöplüğü olmuş dev bir arazi var. 30 yıldır boş duruyormuş. UKEB'i de buraya açıyoruz Sepici ve Üstel aileleri olarak. 2016-2017 yılında açılacak. İlk binada 470 öğrencilik kontenjanımız olacak. İlk 4 ve ikinci 4 olacak.
Sizin okulunuzda diğerlerinden farklı ne olacak? Doğal öğrenme süreçlerinin içine eğlenceli, yaşayarak öğrenecekleri dersler koyuyoruz. Üstün yetenekli ve üstün zekalı çocuklar bölümünden arkadaşlarla YETMER diye bir bölüm de koyduk Yetenek Keşif ve Geliştirme Merkezi. Mind and Science ve yabancı dille eğitimde sistem düşüncesi ile çocukların performansının üstüne çıktığını gördük. Demek ki çocukları cımbızla ayıklamak yerine şans verirsen herkesi üstün hale getirebiliyorsun. Çocukları kategorize ederek ayırmak, altta üste kalan çocuklar yaratmak yerine her çocuğa eşit şans verecek, 1. sınıftan 3. sınıfa kadar yeteneklerini keşfedecekleri program hazırlıyoruz. Bilgisayarda kod yazmayı öğrenecekler. Okula garaj yapıyoruz, içeriye araba sokacağız. Mentörlük yapabilecek araba tamircisi çağıracağız, motor indirecek, lastik söküp takacağız, buji temizleyeceğiz. UKEB-Life'da tecrübelerini paylaşacaklar. Çocukları uluslararası vizyona hazırladığımız için çoklu dili öğrenmelerini istedik. Birinci kademe İngilizce, Fransızca, 5. sınıfa geldiklerinde Almanca ya da Rusça ekleyeceğiz. Çocuklar çok iyi derecede İngilizce konuşacak. Bu ülkede bir sınav gerçeği var, sınavı reddetmiyoruz, sınava hazırlanmanın yolunu değiştiriyoruz, yaşam sınavına da hazırlıyoruz.