Jack London'ın Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş romanları insanın doğa ve hayvanlar üzerindeki kurmaya çalıştığı tahakkümü anlatırken içimizdeki vahşiliğin koridorlarında da dolaşır. Güç, iktidar, hırs ve açgözlülüğün yarattığı tahribatla yüzleştirir bizi. Doğanın kendi düzeneği içindeki vahşetle insanın vahşileşmesini kıyaslar özünde... Bu yüzden 1900'lerin başında yayımlanan bu romanlar çoktan klasik mertebesine yükselmiştir. Sinemacılar için de özellikle Beyaz Diş zaman zaman uğranan limanlar gibidir. Belirli aralıklarla bu romanın sinema uyarlamaları önümüze gelir. Romanın birebir uyarlamaları olduğu gibi bu kitaptan ilham alarak çekilen de filmler vardır sinema tarihinde. Son örnek ise Oscarlı Mr Hublot kısa animasyonuyla tanınan yönetmen Alexandre Espigares'in çektiği uyarlama. London'ın kitabına sadık kalan Espigares filmde, kurt kırması bir köpeğin vahşi doğada başlayan sonra insanların içine karışarak devam eden varolma hikayesini anlatıyor. Amerika'da altına hücum yıllarında geçen hikayede Beyaz Diş önce annesiyle bir Kızılderili köyünde hayvana değer veren insanlarla tanışsa da bir köpek dövüşçünün eline düşmesiyle esir hayatı yaşamaya başlıyor. Beyaz Diş daha küçükken ormanda ona bir dilim balık vererek karnını doyuran bir polis ise onu bu esir hayatından kurtarıp sahipleniyor. Espigares ilk uzun metraj filminde anlatım olarak animasyon filmlerindeki son yıllardaki genel eğilimin dışında bir iş koyuyor önümüze. Ne hızlı kurgu, ne canlı renkler ne de gerçeğe yakın gibi duran resimlemeye prim veriyor. Yönetmen klasik bir romana yakışırcasına klasik animasyon görselliği ve anlatısıyla filmi kotarıyor. Yönetmen, romana sadık kalsa da hikayede insanlarla dost bildiğimiz köpekler arasındaki ilişkiyi öne çıkarıyor. Bu ilişkinin farklı türlerini görebiliyoruz. Köpeklere iyi davrananlar da var, onlar üzerinde tahakküm kurmaya çalışanlar da, üzerlerinden para kazanmaya çalışanlar da. Beyaz Diş'in roman olarak 1900'lerin başında yayımlandığı düşünülürse, bu ilişkinin yaklaşık bir asırlık süreçte pek değişmediği söylenebilir. Ki birkaç ay önce izlediğimiz Wes Anderson'ın Köpek Adası filmini hatırlayın. Gerçi yakın gelecekte Japonya'da geçiyor olsa da filmde günümüzdeki insan-hayvan ilişkinin yansımalarını görüyorduk. Köpekler düşman ilan edilip tecrit edilir hale gelmişti. Yani Beyaz Diş ve Köpek Adası'nı yan yana getirince köpek dostlarımızla hâlâ sorunlarımızı tamamen bir asır boyunca çözemediğimiz ortaya çıkıyor.
SİNE-TORTU
?Locarno'dan ödül var
İsviçre'de düzenlenen Locarno Film Festivali'nin programında bu yıl üç Türk filmi yer alıyordu. Festivalin Cineasti Del Presente bölümünde yarışan Nebula filmiyle Tarık Aktaş En İyi Yönetmen seçildi. Çağla Zencirci ile Guillaume Giovanetti'nin yönettiği Damla Sönmez'in oynadığı Sibel filmi ise Ekümenik Ödül ile FIPRESCI ödülüne değer görüldü. Festival programında Gürcan Keltek'ın Gulyabani filmi de yer alıyordu.
AHLAT AĞACI TORONTO'DA
Geçen hafta Saraybosna Film Festivali'nde Saraybosna'nın Kalbi ödülüyle onurlandırılan yönetmen Nuri Bilge Ceylan, uluslararası alanda taltif edilmeye devam ediyor. Ceylan, 6 Eylül'de başlayacak Toronto Film Festivali'nde Onur Listesi'ne seçildi. 11 sinemacının yer aldığı listede İran'dan Jafar Panahi, Cezayir'den Merzak Allouache ve Türkiye'den Nuri Bilge Ceylan yer alıyor. Festival kapsamında Cannes Film Festivali'nde yarışan yönetmenin son filmi Ahlat Ağacı da gösterilecek. Ahlat Ağacı böylece Kuzey Amerika prömiyerini de yapmış olacak.