Sinema tarihinde özel bir yeri olan Steven Spielberg'ün yönettiği Jaws'ın, insanlarla köpekbalıkları arasındaki ilişkiye çok büyük zararlar verdiğini düşünmüşümdür. Çünkü bu film köpekbalıklarını aşırı saldırgan ve korkunç canlılar olarak zihnimize kazıdı ve kaç kuşaktır da buna inanıyoruz. Oysa yıllardır bilim insanları, köpekbalıklarının sanıldığı gibi insanları gördüğü her yerde öldürmeye teşebbüs etmediğini anlatıp duruyor. İşte 'bir insanın adı çıkacağına canı çıksın daha iyi denir' ya köpekbalıklarının adı da Jaws ile bir kere çıkmış. Jaws'tan 43 yıl sonra önümüze gelen, onun açtığı yoldan ilerleyen, Jon Turteltaub'un yönettiği Meg: Derinlerdeki Dehşet filmi, maalesef köpekbalıklarının aşırı saldırgan oldukları imajını sinemada daha da güçlendirecek gibi. Filmin hikayesi aslında oldukça yalın. Bir grup bilim insanı, okyanusun çok derinlerinde daha önce insanlığın bilmediği bir bölgeyi keşfedip burada araştırma yaparken 20-25 metre büyüklüğündeki, dinozorların zamanında yaşadığı ve sonradan nesli tükendiği düşünülen Megalodon (Meg) adlı devasa köpekbalığının saldırısına uğruyor. Onları kurtarma operasyonu sırasında da Meg'in deniz yüzeyine çıkış kapısı aralanıyor. Sonrasındaysa bu devasa köpekbalığı ile insanlığın aksiyon dolu mücadelesini izliyoruz. İçimdeki Çocuk, Büyük Hazine serisi ve Las Vegas gibi filmleriyle tanınan ama daha çok yapımcı kimliği ön planda olan Jon Turteltaub, Jaws gibi yüksek gerilimli olmayan ama aksiyonu gayet yerinde bir film koyuyor önümüze. Yönetmen türün klişelerini yerli yerinde kullanıyor. Mesela bu tür filmlerde aşina olduğumuz, bilinmeyenin tehlikelerle dolu olduğu kuralı Meg: Derinlerdeki Dehşet'te de karşımıza çıkıyor. Ayrıca başrolde Jason Statham'ın olması ve onun sinema personasına uygun olarak filmde kullanılması filme farklı bir katman daha katıyor. Böylece canavar balık türüyle-kahramanlık türü harmanlanıyor. Tabii ortalama bir yaz filmi olsa da bu filmde insanın doğaya hükmetme çabasının nasıl tehlikelerle dolu olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Doğal yaşam döngüsü insan eliyle bozulunca illaki bunun bir bedeli oluyor savını, film bir güzel işliyor. Hele hele bu doğal yaşama müdahale, para kazanma amacıyla olunca, devreye 'film icabı ilahi adalet' kuralı giriyor ve doğa acı bir şekilde o para babasından intikamını alıyor. Bu tür yapımlarda filmin sonunda ABD bayrağının gösterilmesi adettendir. Lakin Meg: Derinlerdeki Dehşet'te Çin bayrağını görüyoruz. Bunun özel bir sebebi yok, film Çin-ABD ortak yapımı.
DENİZDEN GELENLER!
Sinemada insanlarla-balıkların mücadelesinin bir tarihi var. Bu tarih biraz da Herman Melville'in Moby Dick uyarlamalarıyla başlıyor. İlk uyarlama Lloyd Bacon'ın 1930 yapımı, romanla aynı adı taşıyan filmi. İkinci uyarlama ise John Huston'ın 1956 yapımı Beyaz Balina'sı. İnsanbüyük balık mücadelesinin ilk örneklerinden olan bu iki film gücünü tabii hikayeden alıyor. Bir başka önemli edebiyatçı Ernest Hemingway'in Yaşlı Adam ve Deniz kitabından 1958'de uyarlanan İhtiyar Adam ve Deniz filmi ise yine insanbalık mücadelesinin sinemadaki bir diğer önemli klasiği. Bu filmlerde esas olarak insanın doğaya hükmetme çabasının çetrefilli öyküsü anlatılır. Fakat Steven Speilberg'ün Jaws'ından sonra işler değişir. Deniz artık tehlikeli yaratıklarla dolu bir yerdir. Ve denizdeki canlılar saldırgan ön kabulüyle hikayeler anlatılır. Joe Dante'nin 1978 yapımı Piranha filmi balıkların tehlike saçması için illaki büyük olması gerekmediğini küçük balıkların da tehlikeler yarattığını içselleştirmemizi sağlar. Sinemada uzun yıllar sonra yine deniz filmleri hatırlandı. 2010 yapımı Derindeki Yaratık filminde dev bir yengeçti tehlike saçan. Ron Howard'ın 2016 yapımı Denizin Ortasında filminde yine balinalarla mücadele ediyordu insanlık. Şimdi ise sahne yine köpekbalıklarında... Türk sinemasında ise köpekbalığını konu alan filmimiz Oksal Pekmezoğlu'nun yönettiği 1977 yapımı Adalı Kız'dır. Köpekbalığı ile mücadele eden de Murat Soydan'dır. Bir de Tarkan: Viking Kanı filminde kahramanımız dev bir ahtapotla mücadele eder.
AKADEMİNİN ÇÖZÜMÜ ÇÖZÜM MÜ?
Oscar'da artık yılın popüler filmlerine ödül verilmesi yeni eklenen bir kategoriyle garantiye alındı. Akademi bu yıldan itibaren En İyi Popüler Film dalında ödül verecek. Aslında bu durum bir krize karşı bulunmuş yüzeysel çözüm. Malum son yıllarda Oscar'da En İyi Film ödülünü popüler filmler alamıyor. Çünkü popüler olan anaakım yapımlar, uzun zamandır Hollywood'da yenilikten ve yaratıcıktan vazgeçmiş durumda. Bu alanda boşluğu bağımsız ya da minör yapımlar dolduruyor ve Akademi de Oscar'da onları ödüllendiriyor. Yapısal, çok da su yüzüne çıkmayan bu krize akademinin bulduğu çözüm derde derman olacak mı hep birlikte göreceğiz.