1982 yapımı, Philip K. Dick'in Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? kitabından uyarlanan usta yönetmen Ridley Scott imzalı Blade Runner gerçek anlamıyla kült bir film olmanın ötesinde bilimkurgu sinemasının da yatağını değiştiren yapımlardan biridir. 2019'da karanlık bir dünyada geçen, duyguları da olan robotlarla-insanlar arasındaki mücadeleyi anlatan film, kara film ve bilimkurguyu harmanlayan bir başyapıt olarak kabul edilir.
Yapay zekalar-robotlar, insanlık için bir tehlike midir, gibi günümüzün popüler tartışmasına yıllar öncesinden cevap arayan ve cevap veren film, insanlığın kendi işlerini kolaylaştırmak için ürettiği ve zamanla köle haline gelen androidlerin varolma, yaşama tutkusunu anlatır.
İşinin ehli dedektif Rick Deckard (Harrison Ford), dünyaya girişleri yasak olan bu androidlerin bir kısmı kaçak giriş yapınca onları bulup yok etmekle görevlendirilir. Ama bu avcılık görevi sırasında androidlerin de yaşama hakkı olduğunu anlar hatta içlerinden birine de âşık olur.
Geçen yılın iddialı bilimkurgularından Geliş/Arrival'ın yönetmen koltuğunda oturan Dennis Villeneuve'ün çektiği Blade Runner 2049: Bıçak Sırtı bu filmden 30 yıl sonrasında geçiyor. Yaşanan kıyamet ardından androidlerin dünyada daha çok söz sahibi olduğu geleceğin dünyasında dünya kamuouyunu derinden sarsacak bir gerçeği öğrenen Dedektif K. (Ryan Gosling), bu gerçeği bilenlerin kafasındaki sorunları öğrenmek için uzun yıllar ortalıkta görünmeyen Deckard'ı ve kayıp bir başka insanı aramakla görevlendirilir. O da bu arayışı sırasında hem kendi kişisel tarihiyle yüzleşir hem de 2049 dünyasının gerçekleriyle...
Sinemada efsaneleşmiş filmlere dokunmak zor iş. Ama son zamanların da modası. Yeniden çevrim ya da devam filmleriyle 70 ve 80'lerin başyapıtları, güncelleştirilmeye çalışılırken içi boşaltılıyor ya da onlara vasat halkalar ekleniyor. Blade Runner gibi bir efsanevi filmin devamının çekileceği duyrulunca herkesin ilk kaygısı buydu. Fakat Dennis Villeneuve, Ridley Scott'ın ilk filmde yarattığı dünyanın hem atmosfer hem hikaye olarak izinden giderek çok zorlu bir işin altından alkışı hak eden bir başarıyla kalkıyor. Blade Runner'ın büyüsünü bozmadan sağlam bir bilimkurguya imza atıp şimdiye kadarki en iyi filmini çekiyor.
Yeni filmde bizi duyguları olan hologramlarla tanıştıran Villeneuve, bırakın insanı, androidi hologramların bile yaşama hakkına saygı gerek diyerek ve farklı türlerin bir arada yaşama ve ortak gelecek kurma hakkı olduğunu söyleyerek Blade Runner dünyasına anlamlı bir katkı sunuyor.
Ridley Scott'ın yapımcı olarak dahil olduğu 152 dakikalık yapım, sadece bu yılın değil son 10 yılın en iyi bilimkurgu ve devam filmlerinden biri... Kaçırmayın deriz.
***
Acının yolculuğu
Ermeni Tehciri'nin üzerinden 102 yıl geçti. Ve ne zaman bu konu öyle ya da böyle gündeme gelse kısır bir tartışmaya dönüşüyor. Bu coğrafyanın tarih defterindeki acılı sayfalarından biri olan bu meseleyle ilgili de sinemacılarımız çok uzun süre sessiz kaldı. Ama geçen yılki Yitik Kuşlar ilk ses olarak kayıtlara geçmişti. Bu yıl da İsmail Güneş'in Kervan 1915 filmi var karşımızda. Yani sinemacılarımız artık ses vermeye çalışıyor.
Çetrefilli, acılı, ölümlü bir yük Ermeni Tehciri. İki filmden anladığımız ise Türkiyeli sinemacılar o tartışmalardaki genel kısır döngü içine düşmeden bu meseleyi sinemada anlatmanın yollarını arıyorlar. Yitik Kuşlar çocuklar ve masal anlatısını kullanmıştı. Güneş ise gerçek bir hikayeyi peliküle aktararak meseleyi anlatmaya çalışıyor. Giresun'dan Halep'e Katırcı Salim'in tehcir edilen 40 Ermeni'nin (kadın, çocuk ve yaşlılar) göçünü konu ediyor.
Yol filmlerinin insan yolda değişir anlatısını kullanan Güneş, Osmanlı'nın bu tehciri yapma kararını inceden inceye eleştirirken, yaşanan dramları gösteriyor. Ama Osmanlı'nın bu göç işini nasıl ince elenip sık dokunduğunu da anlatma çabasında. Savaş nedeniyle Anadolu'da devlet otoritesinin zayıflığına dikkat çeken ve Ermeni Tehciri sırasında yolda yaşanan ölümlerin çeteler tarafından gerçekleştirildiğini anlatan Güneş, yaşanan acıyla empati kurmaya davet ediyor seyirciyi. Büyük cümleler kurmak ve Osmanlı Subayı filmindeki gibi karakterlerini tartışmak yerine gerçek bir hikayeyi etkili bir sinematografiyle anlatarak yapıyor bunu.
Film tartışılır elbet ama suskunluk daha fena bir şey galiba. Böylesi ağır bir meseleyle ilgili bir film çektiği için ve var olan suskunlukta ses verdiği için Güneş'i cesareti nedeniyle takdir etmemek olmaz.