Geçen hafta Barry Seal: Kaçakçı filminde CIA'in 80'lerde Latin Amerika'nın dizaynı için kullanıp sonra da kaderine teslim ettiği pilot Barry Seal'ın hayatını izlemiştik. Hasbelkader CIA'in gerçek yüzünü gösteriyordu film.
Fakat Hollywood bize nadiren gerçeklerden bahseder. Mesela özellikle 2000'lerden bu yana Hollywood, ki bu süreçte CIA-Hollywood ilişkisi artmıştır, kurgusal süper ajanlar koyuyor önümüze. (Meseleyi merak edenler Tricia Jenkins'in CIA ve Hollywood kitabını okuyabilir.) Bu ajanlar türlü zorlukları aşarak bir şekilde büyük sorunları çözerler. Mesaj açıktır: Dünyanın koruyucusu ABD'dir ve bu işi de CIA'in süper ajanları yapar.
Suikastçı bu hamlenin en yeni örneği. Vince Flynn'in çoksatan American Assassin kitabından uyarlanan filmde, Ibiza'da sahilde düzenlenen terör eyleminde (adı verilmese de muhtemel DEAŞ eylemi) nişanlısını kaybeden Mitch Rapp'in (Dylan O'Brien) CIA hesabına çalışmaya başlaması ve sonra da dünyayı tehdit eden nükleer bir bombanın peşine düşmesi anlatılıyor.
Mitch Rapp nişanlısını kaybedince intikam almak için kişisel çabalarıyla terörist grubun peşine düşüp içlerine sızmak için uğraşır. CIA de onu takiptedir. Rapp teröristlerle temasa geçinde CIA operasyon yapar ve Rapp dışında herkesi öldürür. Sonra da Rapp CIA'e dahil edilir ve Rusya'da bir fabrikadan çalınan ve İranlıların ele geçirip bomba yapmak istediği uranyumun peşine düşer.
Suikastçı, dünyanın konjonktürel durumuyla gerçekçi bir ilişki kurmaya çalışmasa, vasat bir ajan filmi der geçilir. Fakat tam da kurmaya çalıştığı bu ilişkiyle günümüz gerçeklerini manipüle ederek yoluna devam ediyor. Mesela filmin hedefinde İranlılar var. Kötü adamlar onlar. Film DEAŞ ve benzeri terör örgütlerine olan öfke ve nefreti itina ile İran'a yönlendiriyor temelde. Dolayısıyla ilk hamle olarak yönetmen Michael Cuesta ve senarist ekibe 'Siz meseleyi yanlış anlamışsınız' diyorsunuz.
Fakat sonra ortada bir yanlış anlamadan ziyade yanlış yönlendirme olduğunu fark ediyorsunuz. Sinemanın propaganda sularında çaktırmadan dolaşmaya çalıştığını ama özensizlikten her şeyi fazlaca açık ettiğini görüyorsunuz. Mesela filmin Türkiye sahneleri (Türkiye yerine başka ülkelerde çekildiği anlaşılıyor bu sahnelerin) tel tel dökülüyor. Türk olan karakterlerin konuştuğu Türkçe'yi anlamak neredeyse imkansız. Uyduruk taksi plakaları, komedi hissi yaratıyor. Ki bu ve benzeri özensizlikler filmin ortasından itibaren kendini gösteriyor ve inandırıcılık sorunu yaratıyor.
Homeland'in yönetmenlerinden Michael Cuesta adına geri bir adım olan Suikastçı, son kertede politik gerilim gibi dursa da senaryosu, kurgusu ve manipülasyon girişimiyle komedi- gerilime dönüşen bir yapım!
SUIKASTÇI / AMERICAN ASSASSIN
İstanbul'u çekmenin standartları var
Son yıllarda İstanbul'da çekilen yabancı filmler, beyazperdede ciddi bir İstanbul imajı oluşturdu. Ama bunun ötesinde İstanbul'u sinemada anlatmanın bir standartı olduğunu da öğretti. Cehennem, Köstebek, Skyfall, Uluslararası gibi filmlerde görsel olarak Tarihi Yarımada veya Galata silüeti gibi İstanbul ile özdeşleşen görüntüler kullanıldı ama mesela Türkçe kullanımına da özen gösterildi. Kadrajlarda, insan çeşitliliğini gösterme konusunda eskiye göre hassas davranıldı. Fes gibi kimi klişelerden vazgeçildi. Bunların olmasının sebebi ise filmlerin Türkiye bölümlerinin Türkiye'de çekilmesi ve bu çekimler sırasında Türk yapımcılar ve ekiplerle işbirliğine gidilmesiydi. Suikastçı'nın İstanbul sahnelerinin komik gelmesi bu yüzden işte. Sahneler Türkiye'de çekilmediği gibi bilgisizlik de işin içine eklenince tuhaf bir şey çıkmış ortaya...
DİKKAT ÇEKELİM
Usta yönetmen Yavuz Turgul'un çektiği Yol Ayrımı ile ulusça Şener Şen özlemimiz bitiyor. En son 2010'da Av Mevsimi filminde izlediğimiz Şener Şen'i yedi yıl sonra bir filmde izleyeceğimiz tarih de 10 Kasım.
Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan alan Guillermo Del Toro'nun The Shape of Water filminin bu yıl Oscar listesinde yer bulması muhtemel. Filmi biz nasıl izleriz derseniz, Filmekimi'ni bekleyin.