Fransız yönetmen Olivier Assayas'ın bol tartışmalı ve izleyiciyi ikiye bölen filmi Hayalet Hikayesi/Personal Shopper ilk bakışta, sadece psişik güçleri olan bir kızın ölen ikiz kardeşiyle iletişim kurmaya çalışmasının öyküsü olarak görülebilir. Böyle görenler hani Assayas'ın En İyi Yönetmen ödülü aldığı Cannes'da filmi hiç beğenmediklerini dillendirip işi yuhlamaya kadar götürenler. Ama bir de filmi başyapıt ilan edenler var. Açıkçası karşımızda ne bir başyapıt ne de yerin dibine sokulacak bir film var.
Galiba bu filmin başına gelenleri, sinemada son yıllarda sıkça görmeye başladığımız yenilik ve farklılık fetişizmiyle açıklayabiliriz. Şöyle ki, bir yönetmen yeni bir stil ya da farklı bir anlatım denemeye görsün film ya çok seviliyor, göklere çıkarılıyor ya da yerle yeksan ediliyor. Günümüzde filmlere karşı hakkaniyetli ve serinkanlı bir yaklaşım sergilemek gittikçe güçleşiyor.
Fransız sinemasının son dönemdeki yetenekli yönetmenlerinden Assayas Hayalet Hikayesi'nde aslında bir psikolojik çöküş portresi koyuyor önümüze. İkiz erkek kardeşini kalp yetmezliği nedeniyle kaybetmiş Maureen (Kristen Stewart) ondan bir mesaj bekliyor. Çünkü vakti zamanında birbirlerine söz vermişler: Kim ölürse, diğerine bazı işaretler gönderecek. Böyle bir anlaşma yapmalarının sebebiyse ikisinin de psişik güçlerinin olması.
CEP TELEFONUNA GELEN MESAJ
Ünlü bir modelin stil danışmanlığını yapan, onun adına kıyafetler, mücevherler alan ve biraz da kendi hayatına yabancılaşmış durumda olan Maureen'in, aslında bir yakınını kaybetmiş olmayı kabullenemediği bir dönemde hikayesine dahil oluyoruz. Kardeşinden gelecek o mesaja anlamlar yüklüyor. Beklediği o mesaj geliyor, hem de cep telefonuna. Fakat bu sefer mesaj kardeşinden mi yoksa başka hayaletlerden mi geliyor, bundan emin olmak istiyor.
Assayas iyice mekanikleşmiş, tüketim dünyasının ortasında kalakalmış, hatta kendine yabancılaşmış mutsuz bir kadının arayışıyla ilgili bir film getiriyor önümüze. Bunun için Maureen'in öyküsünü tek boyutlu olarak izlediğinizde sıradan bir film gibi duruyor.
Ama hikayenin koridorlarındaki kimi detaylara dikkat edince Maureen'in öyküsü farklılaşıyor. Aslında onun aradığı kardeşi değil biraz da kendisi, kendi ruhu. Dolayısıyla Hayalet Hikayesi gittikçe yalnızlaşan insanın kaybettiği ruhunu aramasıyla ilgili bir film haline geliyor. Filmin ruhtan kastı muallak... Hani maneviyat eksikliği mi yoksa dev bir tüketim çarkı ve tuhaf bir iletişim döngüsü içerisinde edilgen hale gelen ve gittikçe değerlerini yitiren insan mı orası belli değil.
RUHUMUZU ARAR HALE GELDİK
Ama sanki Assayas, 19 yüzyılda Komünist Manifesto'daki 'Avrupa'nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor' sözünü adeta revize ediyor. 'İnsan, 21. yüzyılın ilk yarısında kendi hayaletini (siz onu ruh olarak okuyun) kaybetti' demek istiyor.
Lakin Assayas senaryoda bazı şeyleri çözemediği ya da belirsiz bıraktığı için söylediklerimiz 'ucu açık okuma' düzeyinde de kalıyor olabilir. Zaten senaryo meselesi iyi çözülmüş olsa Hayalet Hikayesi, yılın filmlerinden olurdu. Çünkü Assayas'ın yönetmenliği gerçekten iyi, Kristen Stewart ise hayatının performansını sergiliyor.
Alacakaranlık serisinin yıldızı Stewart aslında bu filmde 'Ben iyi de bir oyuncuyum' diye adeta meydan okuyor. Popüler bir film serisinin güzel kızı olarak tanınan Stewart'ın kendini bir hayalet hikayesinde bulacağı yedi-sekiz yıl önce söylenseydi kim inanırdı o da ayrı bir konu...
DİKKAT ÇEKELİM
* Usta oyuncu Daniel Day Lewis, Paul Thomas Anderson'ın son filminde rol aldıktan sonra oyunculuğu bırakacağını açıkladı. Daha önce bir süre mesleğine ara verip ayakkabıcılık yapan oyuncunun emeklilik günlerinde de terzi olacağı konuşuluyor.
* Canavarlar Sofrası ve Altın Portakal ödüllü Kusursuzlar filminin yönetmeni Ramin Matin, yeni filmi Son Çıkış'ın çekimlerine başladı. Filmde İstanbul'u terk etmek isteyen ama terk edemeyen bir adamın hikayesi anlatılıyor. Başrolde ise Deniz Celiloğlu ile Ezgi Çelik var.